Güncelleme Tarihi:
ASIL YASAK KONSERVATUVARA GELDİ
1934’te radyolarda Türk musikisine getirilen altı aylık yasak Cumhuriyet’in müzik politikalarıyla ilgili en çok tartışılan konulardan biri. Bazı çevreler bu tartışmalarda, yasağın 1928 yazında Atatürk’ün Sarayburnu Park Gazinosu’nda katıldığı bir konserden kaynaklandığını savunuyor. Konserde bir caz grubunu, Mısırlı bir sanatçıyı ve ardından Eyüp Musiki Cemiyeti’nden Kürdülihicazkar Faslı’nı dinleyen Atatürk’ün “Bu müzik Türk’ün gelişkin ruhuna yetmez” demesinin yasağa neden olduğu belirtiliyor. Kitapta Nevzad Atlığ, bu olayla yasak arasında altı yıl bulunduğunu hatırlatıp, iki olayın bağlantılı olamayacağını söylüyor:
“Türk Musikisi’ne radyolarda getirilen yasağın asıl sebebi Atatürk’ün 1 Kasım 1934’teki Meclis’i açış nutkunda söyledikleriyle bağlantılı olabilir. Çünkü o nutkun ardından ilgili devlet kurumları Atatürk’ün sözlerini yorumlayıp harekete geçerek radyolarda Türk Musikisi’nin yayımına son vermişlerdir.
Atatürk’ün yakın çevresindeki birtakım adamların bu gibi işgüzar davranışlarıyla o zamanlar, zarar gören unsur, dikkat edilirse, bir tek musiki de değildir. Eski kültürümüzle ilgili birçok unsur zaafa uğratılmıştır; bu, bahs-i diğer... İşte o dönemde Türk Musikisi bir süre radyolardan yayın yapamamıştır. Ama daha evvel, ‘asıl yasak’ diyebileceğimiz bir yasak var ki, bu hep gözden kaçıyor.
Dârülelhan, bilindiği gibi ilk kuruluşu itibarıyla, Türk musikisi eğitimi ve öğretimi için düşünülmüş bir okuldur. Sonraki yıllarda Batı musikisi ve diğer bölümler eklenmiş ve kuruma yerleştirilmiş. Fakat buna rağmen 1927’de Batı musikisi ile ilgili bölüm muhafaza edilip, Türk musikisi bölümü Dârülelhan’dan kaldırılmıştır. Asıl yasak budur.
(...) Bir rivayete göre Osman Pehlivan, diğerine göre Vasfi Rıza, bir akşam eşref saatinde yakalayıp, tatlı bir tarzda skıştırıyor Gazi’yi ‘Siz köşkte istediğiniz zaman çaldırıp okutuyor, dinliyorsunuz. Halk dinlemek istediği zaman radyosunun düğmesini çeviriyor ama tıs yok, Bu ne iş Paşam’ mealinde soruyorlar. İşte bu konuşmanın akabinde, zaten öyle çok uzun yılları filan bulmayan, kısa süren yanlış hadiseden dönülmüş oluyor.”
GAZİNO MÜCADELESİNDE YENİK DÜŞTÜK
Nevzad Atlığ, 1950’lerin sonunda İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda ders veriyor, İcra Heyeti’nin şefliğini yürütüyordu. Bu arada İstanbul Radyosu Müdürlüğü’ne atanınca hekimliği bıraktı. Türk müziğine reva görülen meyhane müziği değerlendirmesi ağrına gidiyor, İcra Heyeti’ndekilerin gazinoda sahneye çıkmasını doğru bulmuyordu.
“Konservatuvar Sanat Kurulu olarak İcra Heyeti kadrosundakilerin içkili yerlerde çalışmaması kararını verdik. Teklif benden gelmemişti, fakat sevinerek kabul etmiştim. Karar sanat muhitine bomba gibi düştü. Hemen siyasi kulisler başladı. Sanat Kurulu üzerinde büyük baskı uygulandı. Bir hafta sonra kurul üyelerinden Mesut Cemil, Refik Fersan ve Veli Kanık imzalarını geri aldı. Biz dört kişi kaldık. Karar yürürlükte kaldı. Fakat ilişikleri kesilen sanatçılar, siyasi temaslarla 1954’te İcra Heyeti’ne döndü. Dönemin Demokrat Parti İl Başkanı, Şehir Meclisi Başkanı Necmi Ateş karar aldırmış, bu Fahrettin Kerim tarafından uygulamaya konulmuştu. Sadi Işılay, İzzettin Ökte ile istifa ettim. Prensiplerimden taviz vermemem gerekiyordu.
(...) Ciddi nitelikli klasik musikiyle gazino ve eğlence müziğini birbirine karıştıran dünyadaki belki de tek ülkeyiz. Bu ülkede, gazinolarda okuyan, çalan şarkıcılar, çalgıcılar müzik otoritesi kabul edilip bu mevkie konulmuştur, bunu devlet adına Kültür Bakanlığı yapmıştır.”
BİR İNSAN, DÖRT KİMLİK
Nevzad Atlığ, günümüzde sayıları hızla azalan çok yönlü aydınlardan. İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olup, radyoloji uzmanlığı yaptı. Müziğe kemanla başladı, üniversite korosunda keman çaldı, 1947’de koronun şefliğini devraldı. Koroyla konserler verdiği İstanbul Radyosu’nda 1955’te Müzik Yayınları Şefliği, ardından Radyo Müdürlüğü görevlerini üstlendi. Bu arada İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda ders verdi, 1963’te İcra Heyeti Şefliği’ne getirildi. 1976’da Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun kurulmasında önemli rol oynadı. 1987’de Devlet Sanatçısı ilan edildi, 1999’da Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü aldı. İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı’nda ders vermeyi sürdürüyor.
OPERA, BALE, SENFONİ DURURKEN KOROMUZUN RUSYA’YA GİTMESİ İSTENDİ
Atlığ, anılarında Klasik Türk Musikisi ile devletin barışmasının uzun zaman aldığını anlatıyor. Devletin klasik müzik gibi geleneksel müziğe de destek olması, topluluklar kurulması için 1970’lerden itibaren çaba gösterdiğini söylüyor.
“Devletin çatısı altında bir Türk Musikisi korosu kurma fikrimizin gerçeğe dönüşmesini sağlayacak altyapı hazırlama hareketine giriştik. Bunun için, pek tabiidir ki bir kamuoyu oluşturulması gerekiyordu. İstanbul, Ankara’da konser veriyor, radyolarda izahlı müzik programları düzenliyorduk. O sıralarda Başbakan Bülent Ecevit resmi ziyaret için Rusya’ya gitmişti. İmzaladığı bir (kültürel değişim) anlaşmasında Rusya’ya bizim Klasik Türk Müziği Korosu’nun gitmesini ve orada konserler vermesini, adımı da zikrederek bir madde halinde yazdırmıştı. O zaman Kültür Bakanlığı, Türk Musikisi icra eden resmi bir organ yoktu. Ama devletin uzun yıllardır orkestrası, balesi, operası, tiyatrosu var. Bütün bunlar ortadayken ‘Nevzad Atlığ ve korosu gitsin’ diye bir istek, şaşırtıcıydı.”
Bu vesileyle Nevzad Atlığ, resmi bir koro kurulması için girişimleri başlattı. 1975’te Kültür Bakanlığı’na bağlı Türk Musikisi Kurulu oluşturuldu. Ardından Devlet Klasik Türk Müziği Korosu ve Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı geldi.
“Bunu kelimenin tam manasıyla söke söke temin ettik. Büyük mücadeleydi. Yaşanılanlar, burada kolayca hikâye edilebildiği şekilde tereyağından kıl çeker gibi değildi. Anlatılması hakikaten çok güçtür, bütünüyle anlayabilmek için yaşanılması lazım gelecek kadar güç!”
YORGO BACANOS’A FAYTONCU SINAVI
Atlığ anılarında kültürel sığlaşmadan yakınıyor. Geçmişle karşılaştırmak için iki örnek veriyor. İlki udi Yorgo Bacanos’un kayıt yapmak için gittiği Yeşilköy’de, bindiği faytonda yaşadığı olay. Faytoncu müşterisinin Bacanos olduğuna inanmıyor. “Madem öyle, Tanburi Cemil’in şedaraban semaisinin dördüncü hanesini çal da gerçekten Yorgo musun, anlayalım” diyor. Diğer örnek 1950’lerin önde gelen aydınlarından Mahmut Kemal Bey’in evindeki fasıl akşamları: “Üstadın evindeki o meşhur toplantılara yalnızca okumuş, diploma ve makam sahibi insanlar değil, çarşı esnafından birileri dahi katılabilirdi. Mesela bir kunduracı vardır, mükemmelen tanbur çalmaktadır. Bitpazarında esnaf vardır, fasıl bilir, sesi güzeldir. Yani o zamanlar ciddi musiki, toplumun çok değişik kesimlerine kadar yayılmıştı. Bugün aynı şeyi göremiyoruz. Toplumun daha alt kesimlerinden vazgeçtim, üst tabakalarda bile böyle bir hassasiyetin izleri pek zayıftır.”