Ersin KALKAN
Oluşturulma Tarihi: Eylül 27, 2009 00:00
Bu tipik bir Karadeniz hikâyesi. Herkesin bildiği ama kimselerin görmediği, üzerinde durmadığı bir acıyla ilgili. Yani Karadeniz kadınının çilesiyle. Orhan Tekeoğlu’nun ninesinden, annesinden, halasından, teyzelerinden bildiği ve yakından tanıdığı kadınlarla yani. Eteklerinin dibinde koşarak büyüdüğü o çok çalışkan ve konuşkan kadınlar.
Kendi sorunları ve çileleri dışında her şeyi konuşan ama acılarını hiç dillendirmeyen insanlar. Orhan Bey, bu kadınların sesini İfakat adını verdiği bir hikâyeyle âleme duyurmayı hedefliyor. Bir zamanlar o yeşil yaylalarda yaşamış İfakat, aslında bütün Karadeniz kadınlarını anlatıyor.
Tekeoğlu, yıllarca beklemişti bu belgeseli yapmak için. Zaten ömrü bu hikâyenin içinde geçmişti. Yemyeşil bir Karadeniz köyünde doğmuş, zümrüt yaylalarda büyümüş, pırıl pırıl akan derelerden sular içerek yetişmişti. Sonra gazeteci oldu. Bu meslekte yıllarca dirsek çürütüp kariyerinin zirvesindeyken bir gün ansızın fark etti: Rüyalarına giren bu öyküyü çekmezse nefessiz kalıp ölecekti. Konuyu çalışmakta olduğu Milliyet Gazetesi Genel yayın Yönetmeni Sedat Ergin’e açtı, hem öyküyü hem de meramını anlattı. “Git” dedi Sedat Ergin, “Ben de olsam bu hayalin peşinden giderim. Git ve bu muazzam hikâyeyi anlat bütün dünyaya.” Ve belgesel böylece başladı.
İfakat’in serüveni bundan yaklaşık 80 yıl önce başlamış. Doğduğu köy, Çaykara Uzungöl’ün hemen arkasındaki vadide yer alıyormuş. 2.400 rakımlı yaylalarda kurulmuş olan böyle bir cennette bir cehennem hayatı yaşayacağını bilemeden yetişmiş. Henüz 15 yaşında küçük bir kız çocuğuyken evlendirmişler onu. Bazen kaçıp kaçıp baba evine gelir, annesine sarılıp uyurmuş. İfakat’in hayatı diğer kadınlar gibi, tarlada, çayırda, ormanda, değirmende, ahırda, inek peşinde geçmiş.
Tarlalar ve bostanlar dik yamaçlarda oluşturulan taraçalardaymış. Her kış yağmurlar neticesinde teraslarda toplanmış toprak düzlüğe ya da vadinin ortasından akan dere kenarlarına inermiş. Bahar gelip de Karadeniz gün yüzü görmeye başladığında İfakat, önce taraçadaki setin önünden uçmuş olan taşları yerine dizer, sonra dere kıyısındaki toprakları sırtından hiç eksik olmayan sepetine koyar, bu yükle o dik yamaçları aşıp taraçaya taşırmış. Tıpkı antik devirde tanrılar tarafından kocaman bir taşı dağın tepesine çıkarmaya mahkûm edilmiş Sisifos gibi. Taşı tepeye oturttuğunda yer sarsılır da hani, taş yeniden yuvarlanır ya aşağılara, işte öyle.
Sadece yağmurlar değil ayılar da bir başka dert olur Karadenizli kadının başına. Düşünsenize bütün bir bahar cebelleşip toprağı tepelere taşıyorsunuz, içine tohumlar ekip ekmek yapmak için mısır yetiştiriyorsunuz ve ayının biri bir gece yarısı gelip tarlanızı talan ediyor. İfakat tarlanın kenarındaki damda yatarmış bu mevsimde. Arazinin sınırlarına ucunda küçük çanlar olan bir ip bağlarmış. Bu ipin ucunu da ayak parmağına takarmış. Arada bir yorgun ve derin uykusundan uyanır bu ipi çekermiş ki ayı ürküp tarlaya girmesin. Bu kadar çetinmiş yaşamak yani İfakat için.
KIZINI TEK BAŞINA DOĞURDU
Kocası çalışmak için İstanbul’a gitmiş. Her geldiğinde de bir çocuk yapmış. Kızlarından birini sırtında odun taşırken tek başına doğurmuş. Göbeğini kestiği minik kızı peştamalına sarıp sepetine koymuş, yoluna devam etmiş. Üç-dört senede bir görürmüş kocasını. Tek başına büyütmüş çocuklarını. Bu cennet içinde yaşanan cehennem hayatı 1975 yılında sonlanmış. Bir gece yarısı iki kızıyla birlikte kafalarına kurşun sıkılarak öldürülmüş İfakat. 19 yıldan bu yana faili bulunamamış bu cinayetlerin. Kim tarafından ve niçin yapıldığı anlaşılamamış. Karadeniz’in sisleri arasında kaybolup gitmiş. Orhan Tekeoğlu, bu katliamı içine hiç sindirememiş. Niçin, niçin diye sormuş yıllarca kendi kendine. Bu belgeseli yapmaya karar vermeden önceki yıl boyunca İfakat Teyze ve çocukları rüyalarına girmiş.
İfakat’ın yolda doğurduğu kız, belgeselde annesinin hayatını canlandırıyor. İfakat’ın yanı sıra başka kadınlar da var belgeselde. İki saatlik yolda bulunan ormana odun yapmak için giden ve henüz yükünü yüklenememiş ve orada ölen bir kadını da yine kendi kızı canlandırıyor. Sırtlarında ot yükü bulunan ve 6 saatlik patika yoldan inen ve yuvarlanan kadınlar, hamileyken yuvarlanıp çocuğunu kaybeden kadınlar...
Yabani hayvanların bile geçemediği yoldan Karadeniz kadınlarının nasıl korkusuzca geçtiklerini göstereceğiz diyor Tekeoğlu: “Mısır tarlasının şiddetli yağmurla yerle bir edildiğini gören Karadeniz kadınının ruh halini yansıtacağız bu belgeselde.”
KEŞKE DAHA ÖNCE ÇEKSEYDİM
Orhan Tekeoğlu’na göre Karadeniz kadını ve karıncalar arasında çok ciddi benzerlikler var. Her ikisi de çok çalışkan ve her ikisinin erkeği yuvayı erken terk ediyor. Hayatın en ağır işçiliğini onlar yapıyor: “Ben o bölgede doğdum. Çocukluğum oralarda geçti. Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki bütün kadınların hayatı İfakat’inkine benzer. Onunki biraz daha dramla bitti. Karadeniz kadını zorlu yaşamı, kaderiymiş gibi algılıyor. Fazla şikâyetçi olmaz halinden. Çünkü etrafındaki tüm kadınlar aynı dramı yaşıyor. Bir kadın nasıl bu kadar güçlü olabilir, bu kadar işin üstesinden nasıl gelebiliyor, bütün sıkıntılarına rağmen hayata nasıl sıkı sıkı bağlanıyor, onu göreceğiz bu belgeselde. 25 yıllık gazetecilikten sonra belgesel yönetmenliğine soyunmak çok heyecan verici. Keşke çok daha önce başlasaydım.”
Belgesel herkesin ilgisini çekti. Karadeniz kadını söz konusu olunca, herkes ilgi duyuyor. İfakat belgeseline yakın ilgi gösteren Multi Turk Mall CEO’su Levent Eyüpoğlu, sponsorluğu üstlendi. MAK-YOL’un CEO’su Adnan Çebi ile Devlet Bakanı Faruk Özak da bizzat ilgilendiği bu projeye çok büyük destek veriyor. TÜRSAK Başkanı Engin Yiğitgil’in ve Eski Genel Müdürü Sevinç Baloğlu da bilgi ve deneyimleriyle işin içindeler.
DÖRT MEVSİM KARADENİZ
Belgeselde 1970’li yıllar anlatılıyor. Yani belgesele konu olan bölgede araba yolu ve elektriğin olmadığı yıllar. İlk çekimleri Şubat 2009’da başladı. Çekimler belirli aralıklarla 2009’un sonuna kadar sürecek. Görüntü yönetmenliğini Mustafa Sarıkaya yapıyor.