Güncelleme Tarihi:
Polis manyaklar ordusudur, işkenceden zevk alır, gibi bir şey söz konusu değil. Sorgu başlı başına zor bir şey. İnsanlar terör olmasın ister. Terör olaylarının failleri yakalansın ister. Sonra da, ‘‘Vayyy bunu yakalayanlar işkenceci!’’ oluyor. Kıyamet kopuyor.
İki tane vahim suçlama var hakkınızda. Biri, göz yumduğunuz, insanların ölümüne sebep olduğunuz, bu dolaylı yoldan cinayete gider. İkincisi devletin düşmanlarıyla savaştığınızı söylerken, kendinize ve yakın çevrenize özel çıkar sağladığınız.
- İkincisi yok. Özel çıkar sağlama yok. O işte belli mihrakların dedikodusu. Ben bu süreç başladığı vakit talepte bulundum. Yakınlarım ve kendim için, yurtiçi, yurtdışı, banka, tapu, cart, curt, herşeyin araştırılmasını istedim. Ciddi bir araştırma yapıldı.
Birinci suçlamaya ne diyorsunuz?
- O günün şartları içerisinde ortaya çıkmış olayları bize ihale etme arzusu bu. Ben büyük bir mücadelenin içinden geliyorum. Doğaldır. O mücadelede mağdur olduğunu ifade edenler de var. Devlete karşı silah yoluyla bir şeye kalkışmışsanız, bunun sonuçlarına katlanmak mecburiyetindesiniz. Devlete silahla karşı gelmişlerdir, mukadderat da başlarına gelmiştir! Bunun haricinde kendi iç hesaplaşmalarını, birtakım örgüt çatışmalarını, öldürtme olaylarını bize ihale etmek neyin nesidir? Ben söyleyeyim: Düşman yaratmak için. Bu düşman aslında kim? Devlet. Devlet illegal iş yapar, insan öldürtür mesajını vermek istiyorlar.
İŞKENCE OLDUĞUNU NEREDEN ÇIKARIYORSUNUZ
Neden bu suçlamalar hep sizde yoğunlaşıyor?
- Biz öne çıkmış olduk, ondan.
En güçlü siz miydiniz?
- Öyle zannediyorlardı. Böyle bir ihaleyi bizim üstümüze sarmak istiyorlardı. Adli anlamda sonuçlanmış örneği yok.
Hizbullah kasetleri gösterilsin mi gösterilmnesin mi, tartışması var ya. Peki ya işkenceci polislerin kasetleri gösterilse...
- İşkence olduğunu nereden çıkıyorsunuz.
Çok gerizekalı gibi durabiliyorum değil mi, bunu hep başarmışımdır.
- ‘‘Polis manyaklar ordusudur, işkenceden zevk alır’’ gibi bir şey söz konusu değil. Sorgu başlı başına zor bir şey. İnsanlar ne ister? Terör olmasın ister. Terör olaylarının failleri yakalansın ister. Sonra da, ‘‘Vayyy bunu yakalayanlar işkenceci!’’ oluyor. Kıyamet kopuyor. Zor bir iş. Hiç kimse sorguda zor metodları gönül rızasıyla kullanmak arzusunda değildir. Ama bir taraftan da, failleri yakalamak zorundasınız. O zaman bir tercih yapmak zorunda kalıyorsunuz.
Konuşurken insanın gözüne bakmıyorsunuz.
- Aksine bakarım. Bir şeyleri hatırlamak için öyle etrafa bakıyorum.
Bir yerde yeni işkence medotları geliştirmekle ünlendiğinizi okumuştum.
- El insaf yani! Yok öyle bir şey. Bunlar maksatlı uydurma. Yeni sorgu metodları geliştirdim, yeni operasyon metodları geliştirdim, istihbaratta yeni takip ve uygulama metodları geliştirdim. Ama o kadar. İşkence metodları geliştirmek için doğuştan bir sağlık problemimin olması lazım.
Siz dokuz yaşındayken babanızın Yassıada'ya polisler eşliğinde götürülmesinin sizde bıraktığı etkiler neler?
- O bir ihtilal. Olağanüstü bir dönem. Babam Yassıada yolundan geri döndü, diyelim. 60 yılıydı. 61 yılında tekrar göreve iade edildi. Erzincan Emniyet müdürü oldu. Bir şey olmadığı anlaşılınca aynı yönetim tarafından göreve iade edildi.
O olay hayatta aldığınız siyasi tavrın başlangıcı mıydı, yoksa sonra mı şekillendi?
- O olaydır diye düşünüyorum.
Peki siyasi tavrınızı açık ve net şekilde belirleyebilir misiniz? a) sağcı, b) radikal sağcı c) merkezci d) milliyetçi
- Ben merkezi güçlü görüyorum. Sağ ve sol arasında uçurum filan kalmadı. Asgari müştereklerimiz çok fazla. Bir milli merkez oluşacak. Ve o siyasi yapılanma Türkiye'de büyük bir oy kazanımına yol açacak. Milli merkezi temsil edenler parti haline geldiğinde, tek başına iktidar olacak.
KARIMA ÇOK AZ ZAMAN AYIRABİLDİM
Karınız? Onunki nasıl bir hayat?
- Fedakarlıklarla geçirilmiş bir hayat. Bugün hala haksız birtakım şeylerle karşı karşıya kalmaktan ötürü derin bir üzüntü yaşıyor. Sonradan düzeldi gerçi. Ağır olaylar geçirdi. Benim kadar sinirlerinin sağlam olabilmesi mümkün değil. Bir de hayatımız boyunca birbirimize çok az zaman ayırabildik, üzülüyorum tabii buna.
Kaç yıldır evlisiniz?
- 26. Değerli bir insandır gözümde.
Hakkınızda çıkan yazılara, karınız mı daha çok üzülüyor, oğlunuz mu?
- Oğlum isyan ediyor. Karım da. Onları sakinleştirme görevi de bana düşüyor. Birbirimize ne yazık ki, çok vakit ayıramıyoruz. Birlikte geçirdiğimiz yaz tatilleri birkaç defanın dışına çıkmadı. Birlikte Avrupa tatili filan hayatımız boyunca yapamadık.
Hayatta evlat acısıyla kıyaslanılabilecek bir şey var mı?
- Yok.
Peki hiç düşündüğünüz oldu mu: Ben mücadelemi kaybetseydim, hapislerde çürüseydim de, Yasemin hayatta olsaydı?
- Kesin. Tereddüt yok. Yani kızıma karşı tercih edilecek hiçbir şey yok.
SUÇLAMALAR RUHUMDAKİ ACIYI DENGELEDİ
Kızınız Yasemin'i kaybettiğinizde, üztelik o tantanalı günlerin içinde, hiçbir şekilde bu olayı duygusal sömürü malzemesi haline getirmediniz. Konuşmadınız bile. Kişiliğinizin bilinmeyen yanı mı bu? İçinize mi atarsınız?
- Haksız iftira ve hücumlar bana güç verdi. Mücadele gücü. Yoksa Yasemin'in acısına dayanabilmem mümkün değildi. Olamazdı da. Öyle bir acı ki, hayatımın en unutulmaz acısı. Ama kendim yaşıyorum. Ve bana yöneltilen suçlamaların, tuhaftır, faydası oldu. Bu acıyı benim içimde, ruhumda dengeledi. İsyan duygularım, mücadele azmimi arttırdı. Acım beni sürekli o mücadeleye karşı motive etti. İftiralar beni ayakta tuttu. Hep aklıma şunu getirdi: ‘‘Yasemin olsaydı bu söylenenlere, yazılanlara karşı kendini nasıl kötü hissederdi’’. Bu, beni diri tuttu. Yoksa böyle bir acının altından kalkabilmenin yolu ve imkanı yok.
Eşinizle bu konuda konuşur musunuz?
- Gözlerimizle anlaşıyoruz. Benim hayatım daha çok sokakta geçiyordu, hala da öyle. Oysa karım hep Yasemin'le birlikteydi. Acıyı paylaşıyoruz, belki çok fazla kelimelere dökmeden. Gerek de yok, ki. Acı bu. Yaşanıyor. Ama o diğer olaylar kızımın ölümü karşısına bana bir lütuf oldu. Bugün bile buna inanıyorum. Yaşadığım acıdan daha büyüğü yok ki. En kötüsünü gördüm. Bana daha ne koyar ki?
Nasıl atlattınız?
- Atlatamadım. Bununla yaşamaya mecburum. Bu bitmez. Derin bir yara. Kapanması mümkün değil.
YASEMİN'İ ÜZENLERİ
SEVİNDİRMEYECEĞİM
Kızınız vefat ettiği zaman siyasetçi gibi gittiniz bir yerlerde konuştunuz...
- Hırs var. Ben bu kadar hırslı değildim. Görev hırsım hep vardı ama bir yerlere gelmek için değil. Zaten İçişleri Bakanlığı görevinde mevcut performansımın yüzde 15'iyle çalışabildim. Ama ondan sonraki gelişen olaylar bana müthiş bir hırs verdi. Resmen bu mücadele kendim için değil Yasemin için. Sağ olsaydı bu haksızlıklarla onu ne kadar üzerlerdi diyorum. Onu üzenleri sevindirmemek için daha dirençli oluyorum.
‘‘Oğlum aman bu işlere hiç bulaşmasın’’ diyor musunuz?
- Kesinlikle. Bizim kulvarın dışında olsun. Kendi dünyası olsun. Kendi arkadaşları. Bürokrasi ve siyaset kulvarında olmasın. Her yüz insandan 98'i gibi olsun.
Hayatınıza ‘‘Yasemin'den önce ve sonra’’ diye bakıyor musunuz?
- Aksi mümkün değil ki. Artık herşey seremonik.
Hiç olmadık yerlerde kızınızı küt diye hatırladığınızda aklınıza gelen kareler neler?
- O kadar çok ki. Her tür. Her yaşı. Her hali. Hepsi birden. Ona benzettiğim birilerini görünce içim parçalanıyor. Genç insanlara farklı bakar oldum. Son dönemde bana çok ihtiyacı vardı. Yanında olmadım.
‘‘Kızım gitti elden, ben neyin peşindeyim’’ diye düşündüğünüz oluyor mu?
- Hayır. Çünkü ben artık onun intikamını alıyorum. Onu üzen insanları üzmek istiyorum. Çok düşkündüm kızıma. Yani vakit açısından bakınca çok birlikte olamadık. Biliyorum, pişmanım, bunun telafisi de yok. Yüz sene geçse de, değişmeyecek bu acım. Acaba hissediyor mudur, biliyor mudur diye düşündüğüm oluyor. Olabildiğince mantığımın ağır basmasına uğraşıyorum. Çok fevri davranışlarda bulunabilirdim. Bazen bana derdi, annesiyle ters konuştuğumda, sana hiç yakışmıyor baba. Onun bana yakıştıracağı şeyler yapacağım.