Güncelleme Tarihi:
Bazen kaçıp birkaç gün kaldığı, doğduğu kent Adapazarı ki hemşerileri de Ada derlermiş ve Beyoğlu yani Pera. Yazarların buluşup edebiyat konuştuğu mekânlar. Aslında Pera da onun bir ‘Ada’sı. Yalnız başına gidilen sinemalar, birahaneler, İstiklal Caddesi’ndeki aylak yürüyüşler vb. Her zaman çevresini izlemesi ama bir yazar olarak bakması; gözden kaçan zaman parçacıklarını yakalaması. O güzelim hikâyeleri de bu ânlarla bezeli değil mi?
Ada yalnızlıktır, hangi ada olursa olsun. Hele de Sait Faik için. Bu yalnızlığı yazmış, zaten hep yazmış, ufak tefek iş teşebbüslerini saymazsak, kısa ömründe yazmaktan başka bir şey yapmamış. Bu yüzden çok şanslıyız, onca kitabı edebiyat dünyasına kattığı için.
Sait Faik Abasıyanık, adı ve soyadı; ancak hep iki adıyla anılır. Ne hikmetse soyadı pek kullanılmaz. “Sait Faik” demek, daha çok sıradan insanın derinlemesine anlatıldığı kısa ve çarpıcı hikâyelerin adresi için yeterlidir. Güzel olanı da ölümün üzerinden onca yıl geçmesine karşın yediden yetmişe severek okunuyor olması. Klasikleşmiş bir yazardır; tabii ki modern edebiyatın klasiği. Zaten modern hikâyemizin de kurucularındandır, ada yalnızlığında ve sessizliğinde yazdıklarıyla.
Bütün yapıtları yeniden yayımlanıyor*. İlk çıkanlar Mahalle Kahvesi, Son Kuşlar, Alemdağ’da Var Bir Yılan, Seçme Hikâyeler ve Kayıp Aranıyor (roman); ötekiler sırasını bekliyor. Aslında ‘bekleyen’ biziz; okurları. Çünkü Sait Faik okumak, bir kerelik okuma değildir. Üstelik yeni kuşaklar da onu severek okuyor. Bunca yıl kitaplarının sürekli basılması, bunun en güzel göstergesi değil mi?
Sait Faik, yazar arkadaşı Haldun Taner’in deyişiyle hep kızılcık dalıyla yazmış. Doğa ve insan, yazdıklarının merkezinde; insana sevgiyle yaklaşmış yapıtlarında. Öte yandan da bireyin küçüğünden büyüğüne trajedisi, dramı, bazen bir tokat yemişçesine, insanı sarsıyor. Mahalle Kahvesi’ndeki ‘Plajdaki Ayna’ hikâyesi gibi.
Sonbaharın şu son günlerinde Burgazadası’nın yolunu tutup, tabii ki bir Sait Faik kitabı da alıp, Ada’nın kızılımtırak sakinliğinde okumak, en güzeli. Örneğin ‘Hişt, Hişt!..’ adlı o insan arayışıyla yüklü benzersiz yapıtını. Sait Faik’e sonbahar da çok yakışır zaten sonbaharda doğmuş (18 Kasım); çoğunlukla baharın tembelliğiyle özdeşleştirilir, kuşkusuz bu da doğrudur. 47 yaşında, bir bahar günü bu dünyaya elveda dememiş miydi (11 Mayıs)!
Vapurla dönerken Ada’dan, onun adasından, bir kayığın içinde birilerini görürsünüz, belki de ‘Sivriada Geceleri’nin balıkçılarıdır; ya da ‘Son Kuşlar’daki, yokluğuna üzüldüğü göçmen kuşları, gökyüzündeki esmer lekeler olarak seçersiniz alacakaranlıkta, ki gün batmak üzeredir. Yarım ay, bulutlar izin verirse, size gülümser dönüş yolunda. Bu bir işarettir, yani Sait Faik okumanın zamanı...
(* Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nca.)