Kız babalarından destek gördüm

Güncelleme Tarihi:

Kız babalarından destek gördüm
Oluşturulma Tarihi: Aralık 24, 1997 00:00

Haberin Devamı

Fadime Şahin'in eski hayatında tarikat düzeni ve iki erkeğin rolü belirleyiciydi. Bu yüzden onunla konuşurken erkekler, hakkındaki düşüncelerini de öğrenmek istedik. Yeni hayatında erkekler seks ve aşk hakkında pek de olumlu düşünmüyor. Buyrun, gerisini siz okuyun...

Erkekler hakkında ne düşünüyorsun?

- Kadınlardan ziyade erkeklerden destek gördüm. Yani kız babalarından. Bu beni çok şaşırttı. Onlardı kapı gibi arkamda duranlar. En üzgün zamanlarımda onlara dayandım, moral aldım. Mektuplar geliyordu. Biri, ‘‘Bacım üzülme, o köpekleri takma sen, sabırlı ol!’’ diyordu, başka biri ise ‘‘Benim de kızım var, sana benziyor Fadime’’ diye yazıyordu. Diyeceğim, kendi eşinden başkasına göz dikmeyenler bana destek verdi. Ama kendi eşi varken başka kadınlarda da gözü olanlar olmadık şeyler söylediler. Beni düşman bellediler. Kadınların verdiği moral ve akıl ise yargılayıcıydı.

Erkeğin kötüsü çok kötü

Peki sence kadınlar niye seni yargılamayı tercih ettiler?

- Hepsi topyekûn beni reddetti demiyorum. Ama ilginçtir hep güzel kadınlardan destek aldım. Çirkin, hantal hanımlardan hiç destek görmedim. Onlar beni suçladılar. Acımasızca.

Erkek deyince kız babaları geliyor aklına, oysa ben genel olarak erkekler hakkında ne düşündüğünü de merak ediyorum.

- Erkeğin iyisi çok iyi kötüsü de çok kötü diyorum. Arası yok.

Başına gelenleri cinsel taciz ve tecavüz açısından değerlendirirsek, bu ülkede her kadının başına gelebilecek şeyler.

- Ben sadece öyle değerlendirmiyorum. Tarikat, tarikat! Zaten konunun öbür tarafını konuşmak bile istemiyorum.

Evet ama konuşulmadık bir tarafı kalmadı ki!

- Ben tamamen hayvani bir şey olarak görüyorum o tarafını.

İyi ya, hayvani bir şey olduğu için adı tecavüz!

- O kelimeyi duymak bile istemiyorum.

Peki seksten nefret mi ediyorsun?

- Aklıma getirmiyorum. İğrenmemek için düşünmüyorum.

Güzel bir kavram olarak da var ama seks hayatımızda.

- Herhangi bir güzelliğini yaşamadığınız bir olay için ne diyeceksiniz ki! Bilmediğim bir şey hakkında ne anlatayım? Denize girmemiş bir adama denizi tanımla nasıl dersiniz? Ya da uçağa hiç binmemiş birine, ‘‘Anlatsana uçağa binmek nasıl bir şey?’’ diye sorulmaz ki!

HİKAYEMDE AŞK YOKTU

Hep bir şeyi merak ettim: Ali Kalkancı hikayesinin bir yerinde aşk var mıydı?

- Aşk yoktu. O da bana aşık değildi. İnsan kendisinin sevildiğini, beğenildiğini hisseder.

Ama bazen sevildiğini hissetmeden de birine aşık olursun!

- Hayır böyle bir şey hissetmedim. Karşı tarafın beğendiğini de farketmedim. Onun bana öyle şeyler yapacağını hiç ama hiç beklemedim. Orası bir tekke! Yolda biri seni takip ederse kötü şeyler düşünüp alarma geçersin. Benim alarma geçmemi gerektirecek bir durum yoktu ki!

O adamları geçelim, yeni hayatında aşka dair neler düşünüyorsun? Yani düzgün birine aşık olmak istiyor musun? Hayaller kuruyor musun?

- Aşka inanmıyorum. Öyle bir ortamın oluşabileceğine inanmıyorum. En azından bana denk gelmez.

Annenle baban birbirine hiç aşık olmamış mıydı?

- Yooo.

Akrabaların içinde hiç birbirine özel ihtimam gösteren, birbirinin gözünün içine bakan kimseler yok mu?

- Bilemiyorum. Ondan ziyade sakin ve kafasını dinleyebilen çiftlere özeniyorum ben. Aşkı-maşkı geçtim. Sırtımda o kadar yük varken, böyle pembe şeyler düşünemiyorum.

Ben artık hiç evlenemem mi diyorsun?

- Yine mağduriyet edebiyatına dönecek ama gerçekten düşündüğüm bu.

Ne tür müzik dinliyorsun?

- Eskiden dini müzikler dinliyordum. Şimdi ise Muazzez Ersoy. Nostalji serisini seviyorum.

Babam ve ben

Hasan Bey, İstanbul'da geçimini sağlayan dört çocuk babası bir beydi. Çocukları için yaşıyordu. Çocukları ümitti, gelecekti. En büyük çocuğu bir kızdı: Fadime. Özellikle bu kızını çok seviyordu Hasan Bey. En zor şartlarda çalışıyordu. Kazandığı her kuruş için terliyordu. Ama içi rahattı. Çocuklarına helal kazanç sağlıyordu. Hiç dinlenmiyor, pazar günü dahil çalışıyordu. Birgün çocuklar okullarını bitirip masa başına oturdukları zaman, işte o zaman Hasan bey gururlanacak, çalışmayı bırakacak, bacak bacak üstüne atıp oturacaktı. Dışarıda yağmur yağarken o kaloriferin kenarına oturacak, sıkıldığı, bıktığı, yorulduğu seyyar satıcılık işini yapmayacaktı.

Büyük kızı Fadime etraftan çok beğeniliyordu. Herkes onu övüyordu. Onu isteyenler çoktu. Hasan Bey bu konuda çok kararlı ve hiddetli idi. Kızını kimseye köle yapmayacaktı. Kızını okutup, devlete, millete hayırlı bir insan olarak yetiştirecekti. Hasan Bey'in bu kızgınlığı kulaktan kulağa çok yayılmıştı. Artık kendine çok güvenenler, cüzdanı çok kabarık olanlar ancak kapıya gelebiliyordu.

Anne, bey verelim gitsin, okusa ne olacak, bir sürü masraf yapıyorsun. Kız evladı, sana faydası yok, diyordu. Ama dediğine, demediğine pişman oluyordu. Bu büyük bir kavganın sebebi oluyordu.

KIZININ DERDİ NE?

Kızını en güzel okullarda okutmuştu, kızı birşeyi bir defa istesin, nerede olursa mutlaka bulup getirirdi. Aman çocukların gözü birşeyde kalmasın, derdi. Sultanbeyli ıssız bir muhitti. Kızı kurstan, okuldan, işten döneceği zaman ya gidip alır ya da Sultanbeyli'de iki saat öncesinden beklemeye başlardı. Kızına çok para harcıyordu ama buna değerdi.

Kızı hem kendisine hem yakınlarına saygılı, sevecen bir çocuktu. Üniversiteyi kazanınca kendi elleriyle okula yazdırdı. Kızına özlediğini söylemiyordu ki, aklı dağılmasın, derslerini çalışsın. Herhalde 94 Şubat ayıydı, kızını Kartal köprüsünden aldı. Sabah 06.00 sıralarıydı. Evladını bekletmemek için geceden gelmiş, sabaha kadar beklemişti.

Farkettiği birşey vardı, kızı erimiş, solmuştu. Tombul kırmızı yanakları yoktu. Birşey sormadan kızını eve götürdü.

Annesi sevdiği yemekleri hazırlamıştı. Kız, uykusuzum diyerek yemek yemek istemiyordu. En önemlisi gözlerine bakmıyordu. Ağzını bükerek numaradan gülüyordu. Kızlarının gözleri parlamıyordu.

Baba akşam eve döndü, bu defa elleri kolları daha dolu geldi. Meyveler, mezeler almıştı. Ama aylar geçiyor, kızları evde bir canlı cenaze gibi dolaşıyor, konuşmuyor, gülmüyor. Kız babasıyla birlikte yemek bile yemiyordu. Kızı çok mutsuzdu, onun mutlu olması için elinden gelebilecek herşeyi yapabilirdi ama derdi neydi, bilmiyordu.

Kızı çok dindar olmuştu. Acaba kendilerinden sıkılıyor muydu? Birgün annesine, Fadime herhalde bizi sevmiyor, bizden sıkılıyor, eğer mutlu olacaksa bir kuran kursuna yerleştirelim, diyordu.

Bir cumartesi akşamı eve geldiğinde kapıyı açan karısının yüzü endişeliydi. Kız kursa gidiyorum diye çıkmış, bu saate kadar dönmemişti. Trafik kazası mı? Bir sütübozuğa mı rastgeldi? Acaba kıza ne olmuştu? Acaba neredeydi?

ONU BEN KORUYABİLİRİM

Evet, televizyonda gördüler. O evlatlarıydı. Artık karalar bağlama zamanıydı, feryatlar zamanıydı. Hasan Bey artık bu evde duramazdı. Kendini dışarı atmıştı. Artık sokaklarda dolaşıyordu. Herşeyini kaybetmişti. Hasan Bey kendisini kaybetmişti. Bazı akrabaları evden kovuyor, herşeyden habersiz bazı akrabaları suçluyordu...

Üç-dört gün geçmişti. soruyordu, ona söylemiyorlardı. Olur da kaldığı akrabayı öğrenirse belki kızgınlıkla gidip kızını öldürebilirdi. Ama o ısrarla öğrenmek istiyor, çünkü kızının rahatta olup olmadığını merak ediyordu. İçinden yavrumu ancak ben muhafaza edebilirim, tüm kötülüklerden Allah'ın izniyle ben korurum, diyordu. Benim kızım kötü değil, kötü olamaz diyordu. Olayın ört-bas edilmesini istemiyordu. Kızının alnı açıktı. Başka evlatların kandırılmaması için olayın duyulmasına engel olmuyordu.

Tarifsiz, dayanılmaz bir acı içindeydi ama oturup acı çekecek zamanı yoktu. Ayağa kalkmalıydı, evladını kurtaracak, düze çıkaracak çabayı veriyordu. Hasan Bey şu an seyyar satıcılık işine devam ediyor. Ezilerek, yorularak, terleyerek. Hala evini helal lokma ile besliyor. Tüm ümitlerini verdiği kızı evinde, gözünün önünde oturuyor. Evladının kem gözlerden uzak, güvende olduğunu görüp avunuyor. Allah’tan ümit kesilmez diyerek yavrusunu teselli etmeye çalışıyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!