Güncelleme Tarihi:
HACİWAT: Oooo, hoş geldin Qaragözüm.
QARAGÖZ: Hoş bulduk Hacı caw caw. Geçerken hep görüyordum burayı. Üniversiteydi, balıkçıydı, çorbacıydı falan ama ilk defa geliyorum Cibali’ye.
HACİWAT: Ne iyi ettin de geldin... Burada buluşmak iyi olur dedim. Hoşuma gidiyor bu Haliç kıyısı. Hem gezecek yeri hem de hikâyesi bol.
QARAGÖZ: Haa anlaşıldı, yine bir tarih muhabbetine gireceksin, onun yolunu yapıyorsun!
HACİWAT: Yahu bulunduğumuz yerin kendisi tarih zaten. Al işte, adı üstünde: Cibali.
QARAGÖZ: Ne özelliği var ki buranın?
HACİWAT: İstanbul surlarının önemli kapılarından biridir Cibali Kapı. İstanbul’un fethinde Osmanlı ordusundan Cebe Ali adında bir komutan askerleriyle bu kapıdan girmiş şehre. O yüzden onun adını vermişler mahalleye. Fetihten önce Bursa’nın beyi, yani şehrin idarecisi. Fetihten sonra İstanbul’un ilk nüfus ve emlak sayımını Sultan Mehmet’in emriyle yine o yapmış. 1456’da şehrin idarecisi olmuş. Dönemin ünlü tarihçisi Tursun Bey’in de amcası. Ama halk arasında yüzyıllar boyunca anlatılan, yaşatılan Cibali’nin hikâyesi çok başka.
HALKIN GÖNLÜNDEKİ CİBALİ
QARAGÖZ: Umarım güzel bir hikâyedir çünkü şu ana kadar çok da ilginç bir şey anlatmış değilsin arkadaşım!
HACİWAT: Kimilerinin anlattığına göre Cebe Ali, kimilerine göre de Buhara’dan gelen Ya Vedûd Sultan adında bir derviş varmış. Bu derviş, fetihten bir hayli zaman önce Konstantinopolis’e yerleşmiş. Halkın içine karışmış. Şehrin halkına kendi yoluyla İslam dinini anlatırmış. Bu zatın hallerini, sohbetini Rum halkı pek severmiş. Aralarında güzel bir muhabbet bağı kurulmuş. Derken günün birinde şehir Osmanlı ordusunca kuşatılmış. Ama Rumlar bakmışlar ki bu hazretin ‘kâfir’ komşularını bırakıp gitmeye hiç niyeti yok. Sonunda taarruz başlamış. Her gün Osmanlı’nın toplarından Bizans surlarına gülleler yağıyor. Cebe Ali (Ya Vedûd Sultan), yanlarından ayrılmadığı şehir halkı için “Yarabbi gâvurcuklarımı sen koru” diye dua ediyor, “kıymayın benim gâvurcuklarıma” diye bağırarak şehre düşen gülleleri tutup gerisin geri surların dışına fırlatıyormuş.
QARAGÖZ: Bak seni şimdi dinliyorum işte! Bu güzel hikâye...
HACİWAT: Günler geçtikçe geçiyor. Kuşatma, Osmanlı için iyi gitmiyor. Ordu huzursuz. Sultan Mehmet’in canı sıkılmış. “Nedir bu hal?” diyerek manevi hocası Akşemseddin’e danışmış. Akşemseddin rüyasında keşfetmiş durumu. “Sultanım” demiş, “bu şehirde, halkın içinde Müslüman bir mübarek var. O ruhunu teslim etmedikçe bu fetih gerçekleşmez”. Bu konuşmadan 40 gün sonra Cebe Ali (Ya Vedûd Sultan) son nefesini vermiş. Rumlar bu çok sevdikleri, aziz dostlarını toprağa vermek için Hıristiyan mezarlığına götürürken hazret tabuttan başını kaldırıp seslenmiş: “A benim gâvurcuklarım, beni oraya değil, Müslüman mezarlığına gömeceksiniz!” İstanbul da ancak o toprağa düştükten sonra fethedilmiş. Bundan 560 yıl önce, 29 Mayıs 1453’te.
QARAGÖZ: Çok fantastik bir hikâyeymiş. Peki biri de çıkıp dememiş mi fetihten sonra “bu adam haindi, düşmanın tarafındaydı” falan diye?
HACİWAT: Olur mu canım? Tam tersine zaman içinde gönüllerin fatihi olmuş. Adına ister Cibali de ister Ya Vedûd Sultan... Tam bir halk kahramanı. Hem de öyle unutulan cinsinden değil. Bak fetihten 500 yıl sonra sormuşlar Cibali mahallelisine... Bakkal Salih’ten emekli polis Remzi’ye, Niko’dan Todori’ye kadar hepsi bu dediğim hikâyeyi anlatmışlar.
DÜŞMANA BİLE MERHAMET
QARAGÖZ: Bence hikâyeden daha inanılmaz olan işte bu dediğin sahiplenme.
HACİWAT: Öyle tabii. Hiçbir kahraman hikâyesi durup dururken çıkmıyor, yüzyıllara rağmen yaşatılmıyor. Belli ki Müslümanıyla, Hıristiyanıyla, İstanbul’un yeni halkı için bu kahramanlar bir buluşma noktasıydı; ortak değerlerdi. Bak, Cibali’nin kabri kendi mahallesinde, Ya Vedûd Sultan’ın türbesi de biraz ileride Ayvansaray’da hâlâ ziyaret ediliyor.
QARAGÖZ: Düşmanına bile merhamet göstermek... Nereden bakarsan bak zor iş be Hacı caw caw, çok zor.
HACİWAT: Bambaşka bir yanı daha var bu hikâyenin... Dikkat edersen bu menkıbeye göre Osmanlı’nın şehri bir türlü zaptedememesinin asıl sebebi oradaki bir Müslüman veli. Olayların tanığı Hıristiyanlar’a bakarsan da tam tersi. Onlar da yenilgiyi anlatırken Fatih’in ordusundaki Hıristiyanlar’a vurgu yapıyorlar. Önde gelen paşaların Hırıstiyan devşirmeler oluşunu hatırlatıyorlar sık sık. “Biz kendi aramızda (Katolik-Ortodoks) bölünmesek, Türklere işlerini yapmayı öğreten Hıristiyan hainler olmasa kaybetmezdik” diyorlar.
QARAGÖZ: Yok artık. İstanbul’un fethinde Hıristiyanlar da yer aldı demeyeceksin herhalde!
HACİWAT: Topların dökümünde çalışanlardan madencilere kadar çeşitli mesleklerden yabancılar var Osmanlı ordusunda. Rivayete göre Rumlar, Latinler, Almanlar, Macarlar, Bohemyalılar… Sayılarını ve kuşatmadaki önemlerini tam olarak bilemiyoruz tabii. Fetih ordusu 70 bin kişinin üstünde muhtemelen. Bunun içinde 1500 kişilik bir Sırp birliğinin bulunduğu söyleniyor. Ayrıca, Fatih’in tarafında yer alıp, İstanbul’un fethini son derece gerçekçi biçimde yazan tarihçi de bir Rum asilzadesi, Kritovulos...
QARAGÖZ: Çok garip değil mi bu anlattıkların?
HACİWAT: Aslına bakarsan çok da değil. Çünkü o devirlerde bunun gibi başka örnekler de var. Osmanlı’da da Batı’da da... Tarihte söz konusu savaşlar, fetihler, ganimetler ve de can derdi olunca dost-düşman her an değişebiliyor galiba.
QARAGÖZ: Dur bir dakika Hacı caw caw... Kafam karıştı. Biz tarih mi konuşuyorduk, politika mı!
HACİWAT: İlahi Qaragözüm, sen çok yaşa!
QARAGÖZ: Sen de bırak lafı artık bi şeyler ısmarla! Acıktım yahu…
“Yar bana bir eğlence” diyenlere okuma listesi
Halil İnalcık, “Tursun Beg, Historian of Mehmed The Conqueror’s Time”, The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire, 1993.
- Tursun Bey, Tarihi Ebu’l-Feth, Haz. Mertol Tulum, 1977.
- Erdem Yücel, “Ya Vedud Sultan”, Eyüpsultan Sempozyumu, 1997.
- Hamdi Nazım Ertek, “Beşyüzüncü Yıla Girerken İstanbul’un Manen Fethi ve Cübbe Ali (Cibali)”, 1948.
- J.R.Melville Jones (haz.), Yedi Çağdaş Rivayet, 1453 İstanbul Kuşatması, 2012.
- Feridun M. Emecen, Fetih ve Kıyamet 1453, 2012.
- Konstanty, Michalowicz, Bir Yeniçerinin Hatıratı, Haz. Kemal Beydilli, 2003.
- Kritovulos Tarihi, 1451-1467, Çev. Ari Çokona, 2012.
Geçmiş değişiyor mu ki, tarih kitapları yeniden yazılsın?
“Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, tarih kitaplarının ‘bizi birleştirecek şekilde’ elden geçirileceğini açıkladı.”
“Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Avcı’ya çağrıda bulunarak kitaplardan ‘Vahdettin’in vatan haini olduğuna dair ifadelerin çıkarılması’ çağrısında bulundu.”
Geçmiş, yaşanmış ve bitmiş olandır. Ya da Demirel’in meşhur ifadesiyle “dün dündür, bugün bugündür.”
Bizler, yaşadığımız zamanda olup bitenlerin nedenlerini, ‘evveliyatını’ anlamaya çalışırız. Bu son derece insani bir ihtiyaç ve aynı zamanda gerekli bir bilimsel arayış. Ancak onu, siyasetin tarihle ilişkisi olunca belki şu ifade daha doğru: Dün dündür ama yazıldığı gün bugündür.
İşte geçen haftadan bir başka haber:
“Kıbrıs Rum yönetimi lideri Nikos Anastasiadis’in, KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile BM gözetiminde 29 Mayıs’ta yapılacak yemekli toplantısının İstanbul’un fethinin 560’ıncı yıldönümüyle aynı tarihe denk gelmesi, Güney Kıbrıs’ta büyük tepkiye yol açtı.”
Oysa konunun 560 yıl öncesiyle doğrudan bir ilişkisi yok. Bu örnekte de olduğu gibi siyasi güçler, mevcut durumu değiştirebilmek için tarihi kullanıyorlar. Bu haliyle de geçmiş, bir türlü geçmemiş oluyor; durmadan değişiyor!
Ak Parti’nin ‘evveliyatı’na yön veren anlayış, resmi ideolojinin tarihini değil, karşıt tarihi esas aldı. İşte Şahin’in talebinde, o günlerin karşıt tarihini bugünün resmi tarihine dönüştürme çabasını görüyoruz. Oysa ki geçmişten rövanş almaya çabaladıkça, tarih eğitimi, ilerlemenin önünde ciddi bir prangaya dönüşüyor. Dilerim Avcı’nın başlattığı proje tam da bahsettiği amaca hizmet eder. Yani, tarihin bizi ayırmasına değil, daha fazla birleştirmesine...