Güncelleme Tarihi:
“Kuzey Güney” dizisi son derece başarılı bir şekilde ilerliyor. Siz dizinin performansını nasıl buluyorsunuz?
- İçinde olmaktan keyif aldığım, oynamaktan mutlu olduğum “Kuzey Güney” dizisinin performansının gün geçtikçe daha da yükseldiğini düşünüyorum. Son 15 bölüme girerken en az seyirciler kadar ben de heyecanlıyım.
Kuzey ve Güney gibi iki farklı karaktere sahip çocuğun sert mizaçlı babasını oynuyorsunuz. Gerçek hayatta kontrol anlamında yine böyle sert mizaçlı mısınız?
- Kontrolü severim. Kendimi kontrol etmekte de, içinde olduğum işlerde de genel olarak kontrollü biri olarak tanınırım ama sert mizaçlı biri değilim. İçimde mutlaka çok sert bir adam var, zaman zaman çıkıyor dışarı. “Kuzey Güney”de ise Sami Tekinoğlu kılığında karşı karşıya kalıyorum onunla.
“Kınalı Kar” dizisindeki Cabbar Ağa’nın kötülüklerini pek çok izleyici unutmamıştır. Güleç yüzlü karakterler teklif edilmiyor mu size?
- Cabbar Ağa bir fenomen. Üzerinden neredeyse 10 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ sokaktaki insanlar bana Cabbar Ağa diye bağırabiliyor. Hâlâ oradaki konuşma şeklimi taklit edebiliyorlar. Güler yüzlü bir Mithat Kara var bu arada, biraz muzip. Sami de gülmeye başladı farkındaysanız, bu yıl.
SAHİCİ VE ÇOK SAMİMİ BİR ADAM
Kıvanç Tatlıtuğ, şu sıralar “Kelebeğin Rüyası” filmindeki başarılı oyunculuğuyla adından söz ettiriyor. Siz dışarıdan bir göz olarak Kıvanç’ın oyunculuk gelişimi hakkında neler söylemek istersiniz?
- Kıvanç, çok başarılı bir aktör. İçinde olduğu işlerle, oynadığı rollerle kurduğu ilişki çok sahici ve çok samimi. Bu yüzden de çok başarılı. Bir de yetenekli, e biraz da yakışıklı. (Gülüyor) Daha ne olsun!
Şu sıralar dizi sektörü zor bir dönemeçten geçiyor. Bir bölüm ekrana geldikten sonra kaldırılan diziler var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- Dizi sektörünü oluşturan ekonomi, arz-talep ilişkisi bu sonuçları doğuruyor. Müthiş bir pazar var ve kıyasıya pazardan pasta payı kapma mücadelesi yaşanıyor. Kanallar da, reklam veren de, dizi yapımcıları da bu mücadele içinde. Doğal olarak ışıkçısından sesçisine, oyuncusundan yönetmenine herkes kendini her yeni projede sırat köprüsünde hissediyor. Sektörün büyümesi, bunun bir endüstriye dönüşmesi kuralları daha da netleştirecektir. Biz o günleri görür müyüz bilmem. Ama her sektörde olduğu gibi bu sektörde de şartların iyileşmesi için zamana ihtiyaç var.
Dizinin başarılı olması adına oyuncular mı yoksa konu mu daha belirleyici oluyor?
- Bu, her projenin kendi yapısına göre değişiyor. Bence tümü, yani kanaldan başlayarak yapım şirketine, konudan oyuncuya, yönetmenden yayın saatine kadar başarıda belirleyici olabiliyor.
Oyuncu kimliğinizin yanında yönetmen kimliğiniz de var. Tiyatroda ve sinemada yapılan işler sizce başarılı mı?
- Tek tek ürünler üzerinden bakarsak çok başarılı işler izliyorum. Kültür politikaları üzerinden konuşacak olursak; yeni Türk tiyatrosu, yeni Türk sineması tanımlarının yeni yeni anlaşıldığını, tartışıldığını ve tortulaşma sürecinin de yeni başladığını düşünüyorum.
Halkımızı tiyatroya daha fazla çekmek adına ne tarz oyunlar sahnelenmeli?
- Sahnelerin sayısı gün geçtikçe artıyor ki bu da son derece sevindirici bir durum. Bu sahnelerde yer alacak iyi oyunlar yapmalı. Burada iyi oyundan kastım, eserlerin sahici ve samimi olması.
Çok yönlü bir oyuncu olduğunuz için soruyorum: Oyunculuk sektöründe var olabilmek için nelere sahip olmak gerek?
- Aslında çok şey sıralayabiliriz. Herkesin de kendine has yetenekleri var. Bu anlamda çok da kesin bir çerçeve çizmek mümkün değil gibi duruyor. Ama kesin olan bir şey var ki sektörde var olabilmek için iyi olmaya ihtiyacımız var diyebilirim!
SER-HOŞ KOMÜNİTE İLE COŞALIM
Biraz da müzisyen kimliğinizden bahsedelim. Garajİstanbul’a geldiğimizde ne tip müzikler bizi karşılayacak?
- Yeni bir yolculuk bu. Bir şarkıcı olmak, bir şarkıcı rolü oynamak, Garajİstanbul’u bir meyhane, bir gazino yapmak. Eğlenmek, eğlenirken eğlendirmek. “Sabahlar Olmasın” meyhanesine geldiklerinde insanlar, şişede durduğu gibi durmayan, içinde balık olma arzusu uyandıran, özütünü umumiyetle tahılların oluşturduğu, meyvemsi, bukalı, kekremsi, tanenli, mayhoş ve meşe fıçıya mahkûm maddelerin tüm familyasının yol açtığı en melodik, en içli, en içten
ve her makamdan nağmeyi kendine mevzu edinmiş ‘seeerrrr-hoooşşşş’ şarkılarından mürekkep matrak bir konser izleyecekler, dinleyecekler. Mustafa Avkıran ve Ser-Hoş Komünite orkestrası ile coşacaklar.
Gerçekten çok keyifli anlattınız, peki Garajİstanbul’u kurarken Türkiye’de sanata bakışı değiştirmek, daha çok insanı sanatla buluşturmak gibi düşünceleriniz var mıydı?
- Tabii ki vardı. Övül Avkıran ile birlikte bunu da başardık sanırım. Yedi yılda o kadar çok değişti ki, Garajİstanbul sayesinde o kadar çok yeni yönetmen, koreograf, oyuncu, grup, mekân ve yeni müzisyen yetişti ki, biz bu insanların gün geçtikçe çoğalmasından sadece gurur duyuyoruz. Yeni kültür insanları, yeni seyirci, yeni araştırma konuları ve en önemlisi de sahamızda yeni bir terminoloji oluşmasını hızlandırdı Garajİstanbul.
MÜZİKSİZ BİR HAYAT HATADIR
Müzik ve oyunculuk dengeli gidiyor mu? Ağır basan, kendinizi daha fazla ifade edebildiğiniz müzik mi yoksa oyunculuk mu?
- Müziksiz bir hayat hatadır, oldum olası benim için müzik vazgeçilmezdir. 30 yıldır da profesyonel olarak oyunculuk yapıyorum. Kendimi müzik ve tiyatro ile ifade ediyorum desem yalan olmaz.
SANATÇILARA DESTEK GEREK
Sanatımızın yurtdışına açılması için ne gibi adımlar atmalıyız?
- 1999 yılından bugüne yurtdışında oyunlar sahnelemiş, turneler yapmış, ortak yapımlara imza atmış biri olarak bugün geldiğimiz yerden çok memnunum. Bizi takip eden yeni gruplar ve kişiler bu ilişkiyi yürütüyorlar, biz de öyle. Hızla kendi hikâyelerimizi, kendi dilimizle anlatmayı yaygınlaştırmamız lazım. Daha çok iş üretip bu işleri dünya pazarına sokmamız gerek. Bunun için de devlet başta olmak üzere herkesin bu ülke sanatçılarına güvenmesi ve destek olması gerek.