Kitap - Haftanın yenileri

Güncelleme Tarihi:

Kitap - Haftanın yenileri
Oluşturulma Tarihi: Ocak 20, 2013 00:00

Haberin Devamı

Susmak
Necati Tosuner
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Roman

Susmak isimli romanında yapacaklarını, 2008’de yayımlanan ‘Kasırganın Gözü’ isimli kısa romanında ‘avaz avaz’ duyurmuştu Necati Tosuner. Kasırganın Gözü’nde camın kenarında bir koltuğa sinmiş, zaman zaman nefretle, zaman zaman sevgiyle gördüklerini ‘dillendiren’ bir anlatıcı vardı. Hattâ bacaklarında hiçbir rahatsızlığı olmamasına rağmen, dizlerine battaniye sermiş bir anlatıcı adeta. Kimi zaman sıktığı yumruğunu dizine vurarak susturulmuş hiddetini göstermek için vardı o battaniye orada. Yok dikkat edersek görebileceğimiz. Bu kısa, kesik kesik bağırışlar ‘Susmak’ta artık duyma eşiğimizi aşacak kadar yükseliyor. Bir çınlama hissediyoruz anlık! Sonrası büyük bir sessizlik. Anlatıcı dizlerine, susturucu niyetiyle serdiği battaniyesini kaldırıp atmış bu kez. Evin içinde volta atıyor adeta. İçinden konuşuyor. Kendi kendine düşünüyor. Anlatıcı değil düşünücüye evriliyor deyim yerindeyse. Ama düşündüğü her şeyin uğultusu bizim kulaklarımıza geliyor. Kitabın adında patlatıyor havai fişeği Tosuner. ‘Susmak’ın hemen altında devam ediyor... Hakikaten, ‘Susmak ne kadar da yoruyor insanı!’
Aza indirgeme sanatı olarak tanımlanır şiir. En aza indirgenmiş haliyle... Tosuner, şiirlere kök söktürecek, en aza indirgenmiş romanı yazmış ‘Susmak’ta. Onun öykülerini bir dönem, “bireysel ve karamsar” sözleriyle eleştirmişlerdir. Evet. Bireysel ve karamsar. Ama bu kadar toplumsal bir roman da okumadılar, şimdile kadar. Dipten gelen bir sarsıntı gii her bölüm ve cümlesi. Birbiri ardına, birbirinden şiddetli artçılar. Tam ortalardan bir cümle örneğin: “Güzeldi, çünkü bir genç tanırdım o zamanlar -karanfil çiğnerdi. Çünkü kız öpmeye heveslenirdi hep -gerçekleşmeyecek olsa da... Öyle işte... Bir genç tanıdım bir zamanlar: Boşa çiğnenmiş karanfil kokardı ağzı. Boşa çiğnenmiş karanfil kokuyor şimdi Türkiye.” Şimdiye kadar böyle bir cümleyle anlatılamadı Türkiye!
Kendisiyle de kıyasıya dalga geçiyor Tosuner. ‘Haydi oradan seni kambur’ diyor, düşünücü anlatıcıya. Anlatıcı da yazara “Ey kam-bur-luk” diye bağırıyor sonra. Tüm sükûnetiyle kulağımızı uğuldatırken, bir önceki romanda dizine indirdiği yumruğunu boşluğumuza vuruyor, yine kısacık cümleleriyle. “Göçmen kuşlara bağırmak geliyor insanın içinden: ‘Gelmeyin!’ Çünkü yanlış yere geliyorlar. Eskiden göçtükleri yer değil burası. Yakında kalmayacak kuşlara da özgürlük.” Sözleriyle atılmış çığlığın öncesini ve sonrasını bir an evvel okumalısınız.

Haberin Devamı

Odaların Tarihi
Michelle Perrot
Çev.: Şilan Evirgen
YKY
Tarih

Haberin Devamı

‘Otel Odaları’ adlı şiirini “Ağlayın, âşinasız, sessiz, can verenlere, / Otel odalarında, otel odalarında!...” sözleriyle noktalar Necip Fazıl Kısakürek. Türk şiirinde bütün unsurlarıyla evlerin psikolojik yansımasını da Necatigil’de görürüz. ‘Evler’ şiirinde odanın ayırıcı, yönüne “Evlerin içi ‘oda oda’ üzüntü” ve “Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı” sözleriyle dikkat çeker, büyük usta. Oda, ev içinde bir ‘ada’ hüviyeti taşır; bir yere bağlı olduğu kadar hepsinden ayrı. Tarihsel olarak da mülkiyetçiliğin, ayırmanın, özel hayatın, gizlinin başladığı yerdir. Kral odaları ile değişir mekân tarihi. Sonra yatak odası, özel oda, yazar odaları, , otel odaları, çocuk odası, işçi odası, hasta odası, fakir odaları... şeklinde sosyal, kültürel her alanda kendine özel bir yer açar. Belki de sırf bu yüzden “kendine ait bir oda” şiarıyla yaşar insanlar. Birçok açıdan, kişinin kendi cumhuriyetini ilan ettiği mekândır. Adetâ bir atom çekirdeği. Michelle Perrot, ‘Odaların Tarihi’ isimli tarihsel inceleme kitabında en küçük taşına kadar odanın öyküsünü anlatıyor. Bugün birçok yazar veya devlet adamının müze olmuş evinde ‘oda’ları, dikkatimizi en açık tuttuğumuz yerler değil midir? Yahut birisinin sefaletini ‘oda’sının tasviriyle anlatmaz mıyız? Bunun sebebini göreceksiniz ‘Odaların Tarihi’nde. Oda’nın nasıl bir dünya olduğunu tüm açılardan okuyacağınız nitelikli bir tarih kitabı.

Haberin Devamı

Selma Gürbüz İçin Üç Yazı
Ferit Edgü
Sel Yayıncılık
Sanat

Çağdaş Türk resminin en özgün imzalarındandır Selma Gürbüz. Onu, eserlerini, eserlerindeki dili daha iyi anlamak yolunda önemli bir rehber kitap ‘Selma Gürbüz İçin Üç Yazı.’ Öykü, deneme ve romanlarının tümünü ayrı bir yere koymamız gereken Ferit Edgü, kimi çağdaş Türk sanatçıları için yazdıklarıyla da plastik sanatlar adına önemli bir yol göstericidir. ‘Selma Gürbüz İçin Üç Yazı’ kitabı, Selma Gürbüz’ün sergileri ve eserleri için Ferit Edgü’nün kaleme aldığı yazılardan oluşuyor. Bu yazıların hiçbirisi sıkıcı, teorisi bol veya anlaşılmaz referanslarla, eseri yorumlama yolunda, bizi labirentlere sokan yazılar değil. Nasıl demeli? Aslında Gürbüz’ün desenleriyle iç içe geçmiş, kol kola ilerleyen öyküler bunlar. Bir bakıyorsunuz Ferit Edgü kendi hayatından bir sahneyle başlıyor konuya, oradan Kafka’ya geçiyor, sonra sislerin ardında bir masal diyarında gözlerimizi açıyoruz. Önümüzde şamanlar dans ediyor, tabiatın bütün canlıları kıyama gelmiş, cinlerin perilerin başı çektiği şölenlere davet ediyorlar bizi. Onları görmeyenin resmedemeyeceğine inanıyorsunuz. O andan itibaren Gürbüz’ün desenlerini daha iyi anlıyorsunuz, çünkü büyüye inanmaya başlıyorsunuz. Desenlerin içinde kaybolduğumuz anda Edgü’nün kelimeleri sesleniyor bize. Kitap, edebiyatla resmin mükemmel birlikteliği. Gürbüz’ün Beşiktaş, Rampa Galeri’deki “Uzun Gece. Uzak Yolculuklar” sergisi devam ederken okunmalı.

Haberin Devamı

Henüz
Ahmet Tulgar
Doğan Kitap
Deneme

Birbirinden güzel yazılar toplamı ‘Henüz’. Çünkü, Ahmet Tulgar kullandığı malzemenin tüm sırlarına hâkim bir kuyumcu titizliğiyle işliyor dili. Başkalarının ağlatacağı konularda, boğazınıza bir yumru sıkıştırır yazılarıyla. Yahut, bizler ağzı açık bir şekilde ip cambazının numaralarına bakarken, arkadaki yan kesiciyi çıkarıverir ortaya. Gazeteci refleksiyle doğru yerlerde durur, edebiyatçı hassasiyetiyle en güzeli söyler ve gösterir denemelerinde. ‘Henüz’ tam da böyle denemeler toplamı. Memleket meselelerini siyaseten muhalif bir şekilde dile getirirken, kimseye hakaret etmiyor, ama yaranmak derdinde de değil asla! Hayranı olduğu Musil, Thomas Mann, Thomas Bernhard’a saygıda kusur etmezken, Joe Strummer’a da en az onlar kadar sıkı sarılıyor. Yıldız Tilbe’nin hattâ Alex de Souza’nın göz önündeki tarafları kadar, yaptıkları işlerdeki görünmeyen tarafları da anlatıyor. Sinirleniyor yer yer, hırsıza, uğursuza, soysuza, zimmetçiye, cimriye, vefasıza, sahte kabadayılara, empati yoksunlarına, unutkanlara, istediklerini hatırlayanlara sövdüğü için hak verirsiniz. Sonra bir İstanbul tasviri yapıyor ki, ağlarsınız. Tek kelimeyle, müthiş. Tam, Ahmet Tulgar’a yakışacak şekilde, bütün ülkeyi kucaklayan, umut dolu bir kitap. Onu daha sık okumanız gerektiğini anlayacaksınız. Yazıda Bruce Sprinsteen’den hiç bahsetmediğimi görüp şaşırmayın. O da var, kitabın bütün müzikleri ona ait.

Haberin Devamı

Deliliğin Dağlarında
H.P. Lovecraft
Çev.: Barış E. Alkım
İthaki Yayınları
Roman

Nereden başlamalı ‘Deliliğin Dağlarında’ hakkında konuşmak için, kestirmek güç. Lovecraft’ın ‘klişe’ gibi görünecek, kendi yazdığı tarihe kadar bile defalarca anlatılmış bir konuyu, nasıl da ‘çok iyi’ anlattığından mı başlamalı? Yoksa, hâlâ anlayamamış olanlar için “aman mîrim o türe edebiyat mı diyorsunuz,” palavrasının arkasına sığınarak, yere göğe sığdırımadıkları ustalar kadar iyi bir yazar olduğundan mı söz etmeli. Birkaç bilim adamının, bölge araştırması ve keşifler yapmak için gittikleri Güney Kutbu’nda karşılarına tanımlayamadıkları ‘şeyler’ çıkar. Evet bir şeyler bulmak için gitmişlerdir, ancak bulacakları şey en az Atlantis kadar bilim adamının izah edebileceğinden daha tanımlanamazdır. Bir bilim adamı için “tanımlanamaz” ile karşı karşıya kalmak, onun için en ‘korkutucu’ şeydir. Zaten bu yüzdendir ki, ‘klasik edebiyatçılar’ kadar mükemmel bir üslupla bilim-korku-gerilim-fantazya türünün/türlerinin en güzel örneklerinden birini vermiştir. “Konuşmak zorunda bırakıldım, çünkü bilim adamları nedendir bilmem, benim önerilerimi dinlemeyi reddettiler,” diye söze başlayan bir romana, daha baştan, dilin iyi örneğidir denir. Gerisi zaten edebiyat(!) Bir bilim adamının psikolojisini başka kimse böyle anlatamazdı diyeceksiniz. Korkunun ne olduğunu hissettirerek anlatan bir roman ‘Deliliğin Dağlarında’. Bir dönemin maceraperestlerine de selam veriyor aynı zamanda.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!