Güncelleme Tarihi:
“Sultanı Öldürmek” çıktıktan kısa süre sonra ikinci baskıyı yaptı. Bu kadar büyük bir ilgi bekliyor muydunuz?
- Daha önceki satış rakamlarımı düşünürsek, teorik olarak böyle bir beklenti içine girebilirsiniz. Ama burası Türkiye.
Yani?
- Yani illa öyle olacak diye bir kural yok. Çünkü Türkiye’de ne yazık ki kitaba pek ilgi gösterilmiyor. Ancak beş altı yazar yazdıklarıyla geçinebiliyordur.
Siz?
- Ben geçiniyorum ama keşke çok daha fazla yazar bu rakamlara ulaşabilse.
Neler değişir bu rakamlara ulaşsalar?
— Ülkenin profili değişir!
ARKADAŞLARIMDAN BANA ZARAR GELMEZ
Kitaplarınız yayınlanmadan önce danıştığınız, okumasını istediğiniz kişiler oluyor mu?
— Çevremde güvendiğim aşağı yukarı 15–20 arkadaşım vardır, yazım aşamasında onlara okuturum.
Fikrinizin çalınmasından korkmaz mısınız?
— Arkadaşlarımdan bir zarar gelmez. Zaten hemen hepsi çok farklı mesleklerden. Onlara okutmamın nedeni de “yazdığım kitap nasıl oldu, insanlar nasıl tepkiler verecekler”, bunları öğrenmek. Aldığım tepkilere göre kendimi ya daha rahat hissederim ya da rahatsız. Bu bir doğum gibi aslında. Bir çocuk doğuyor ve sağlıklı mı diye kontrol ediyorsunuz.
Geri dönüşler nasıl peki, beğenildi mi kitap, kendinizi rahat hissediyor musunuz artık?
- Evet, dönüşler başlayınca “galiba iyi olacak” dedim. Çünkü bu öncekilerden farklı olarak daha psikolojik bir kitap. Önceki kitaplarımda her şeyi diyaloglarla anlatmayı tercih ederdim, bu kez daha çok monologlar var.
Neden gerek duydunuz böyle bir değişime?
- Öyle yapmaktan sıkıldım ve risk aldım.
ÜSLUBU DEĞİŞTİRDİM OKURLAR ÇOK SEVDİ
Okuyanların kitapta en çok sevdikleri nokta ne olmuş?
- Akıcı ve gizem dolu olması... Önceki Ahmet Ümit romanları gibi. Buna ek olarak bir de psikolojik derinlik var. Çoğunluk bu anlatımı sevmiş. Yüz eleştiri içinden iki tanesi olumsuz oluyor.
ınsanın yaptığı iş kendisine kötü gelebilir mi? Siz objektif olabiliyor musunuz kendi romanlarınızı okurken?
— Tabii. ışler yürümüyorsa yürümüyordur. O noktada yeterince cesur davranmalısınız.
Yazıp sonradan sildiğiniz ya da yayınlamadığınız kitaplarınız oldu mu?
— Bugüne kadar hiç olmadı ama arada durduğum, 50 sayfa kadar attığım olmuştur. Bu kitabı yazarken de şurası fazla kaçtı, burası eksik oldu diye bilgisayarın başına çok oturduğum olmuştur.
Bu kitap içinize sindi o halde...
— Evet, yayınevine vermeden önce kendi içime sindiğini hissettim. Her yazar öncelikle kendisi için yazmalıdır. Bugüne kadar ben hep bu yöntemi kullandım. Beni öylesi doyurduğu için beni heyecanlandıran, beni üzen, sevindiren, meraklandıran metinler yazdım, okurlarım da mutlu oldular.
TARİHLE İLGİLİ BİLDİĞİM BİRÇOK ŞEY YANLIŞMIŞ
“Sultan’ı Öldürmek”i yazarken nasıl bir araştırma süreci geçirdiniz? Ve öğrendikleriniz sizi de şaşırttı mı?
— ıki türlü araştırma var bu kitapta. Bir tanesi tarihle, Fatih Sultan Mehmet’le ilgili... Diğeri psikolojiyle. Çünkü kitaptaki Müştak’ın bir unutma hastalığı var. Mutlu ya da mutsuz, büyük olaylar yaşadığında unutuyor. Gözünü açtığında oraya nasıl geldiğini hatırlamıyor. Kurgu açısından böyle bir karakter lazımdı ama ben bunun nasıl bir hastalık olduğunu bilmiyordum. Psikologlarla konuştum, “Ne tür bir hastalık olması lazım?” diye sordum. Doç. Dr. Betül Yalçıner’le bana böyle bir hastalığın olabileceğini söyledi. Tarihle ilgili de beni çok şaşırtan şeyler oldu. Bildiğim birçok şeyin yanlış olduğunu öğrendim.
Neleri yanlış biliyormuşsunuz?
- Mesela Konstantinapolis’in kuşatması sırasında, 1453’te, biz hep dışarıda Türkler var içeride Bizanslılar diye biliyoruz ama öyle değil. Dışarıda Türkler var ama Osmanlı’nın bütün tebaları da var. Dışarıda enternasyonal bir ordu var, aynı şekilde içeride de; Doğu Romalılar, Cenevizliler, Venedikliler, Osmanlılar. Türkler geldiler, Bizans’ı yendiler durumu yok, iki enternasyonal orunun savaşı var. Yine bir başka ilginç nokta şu: Biz surların önüne geldik ve tereddütsüz aldık sanırız. Öyle değil. Surları geçmek çok zor. 54 gün süren bir kuşatma söz konusu. ıçeri 29 Mayıs’da girdi bizimkiler ama meğer 26 Mayıs’da umutları tükenmiş.
Tarihi mi değiştireceksiniz bu romanla?
- Hayır hayır, tarihi değiştirmek çok iddialı bir laf. Benim kullandığım bütün malzeme aslında tarihçilerin bulduğu şeyler. Ben bir edebiyatçıyım ve bu romanda tarihle ilgili bir buluş yok. Romanın buluşu Müştak Serhazin karakterini yaratmak. Müştak gibi içe kapanık bir karakterle Fatih Sultan Mehmet gibi dünyayı zaptetmeye kalkan bir karakter üzerinde bir romanı yükseltmek. Onun dışındaki bütün tarihi bilgiler başta Halil ınalcık olmak üzere değerli tarihçilerimizin metinleridir.
BİZ OKUMAYAN KONUŞAN BİR TOPLUMUZ
150 bin basıya ulaştığınız için seviniyoruz ama yine de az değil mi bu rakam?
- Acı bir şey bu ama az önce de dediğim gibi Türkiye’de okuma alışkanlığı yok. Böyle bir gelenek yok çünkü biz ümmi bir toplumuz. Okumayan, konuşan bir toplumuz.
Nasıl kırılır bu durum?
- Uzun vadeli ama basit bir yöntemi var. Evde çocuklarımıza nasıl süt içiriyorsak, “dişini fırçala” diyorsak kitap da öyle olmalı. Çocuğun ruhunu da doyurmak gerek. En önemlisi de kitap okumak masalla başlar.
OSMANLI’YI YILLARCA YOK SAYDIK VE ŞİMDİ KEŞFETMEYE ÇALIŞIYORUZ
Son dönemde Osmanlı ımparatorluğu’na giderek artan bir ilgi ve merak var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- ılk önce şunu söylemek isterim, ben bu kitabı yazmaya üç yıl önce başladım. “ıstanbul Hatırası”nın Fatih bölümünü yazarken ne dizi vardı ne de film. ılginin olması çok doğal çünkü yıllarca Osmanlı’yı yok saydık. şimdi onu keşfetmeye başlıyoruz ve bunun iki sakıncası var.
Nedir o sakıncalar?
- Osmanlı’yı reddetmek gibi onu tümüyle olumlayıp kabul etmek de yanlış. Bu anlamda babalarımızla hesaplaşmamız lazım. ıkincisi de şu: Fatih Sultan Mehmet dönemini benim romanımdan öğrenemezsiniz. Benim romanım sadece merak uyandırır. O döneme dair hakikatleri öğrenmek için tarih kitapları okumak lazım. Sadece bizim tarihçilerimizi de değil farklı tarihçileri de okumalıyız. Ancak o zaman hakikate yaklaşabiliriz.
İSTANBUL’UN FETHİNİN TASARLANDIĞI KASIR ŞARAPÇI YATAĞI OLMUŞ
Osmanlı ile ilgili araştırmalarınız esnasında ne gibi ilginçliklerle karşılaştınız?
- Bir riyakârlık var. Bu romanı yazarken üç yer benim için önemliydi; Edirne, Bursa ve ıstanbul. Edirne’deki Cihan-ı Ümma Kasrı, Fatih’in ıstanbul’un fethini tasarladığı, planlarını çizdiği yer. Ama şu anda şarapçıların yatağı durumunda, orayı tuvalet olarak kullanıyorlar. ılkokullara gidin, birçoğunda Fatih’in doğumu 1430 yazıyor. Doğrusu 1432’dir. Tarihe duyduğumuz ilgide ciddi bir samimiyet sorunu var.