Güncelleme Tarihi:
Gelelim yazının başlığına. Bu buluş benim değil. Kavram yaratmakta üstüne olmayan Prof. Dr. Kurthan Fişek, benim 40 yıllık meslekdaşım ve dostum. Dergiciliği, dergi gazeteciliğini ondan öğrendim desem yalan olmaz. Gerçi Kurt Hoca tekrar üniversiteye döndü, yazarlık ve dergicilikten elini eteğini çekti dense de... yine içi kıpır kıpır.
Aslında benim de öyle.
Benin geçenlerde yayınlanan kitabımda (Yaşadıklarım, Yazmadıklarım) Tempo Dergisi’nin kuruluş günlerinden bahsettim. Yıl 1993.
Hürriyet ile yollarımız ayrılmış, yeni iş peşindeyim o günlerde. Hüsamettin Çelebi’nin Anadolu Ajansı Genel Müdür Yardımcılığı teklifini kabul edip, eve giderken yolumu kesen Kurthan Fişek meğer beni izliyormuş.
Gazeteci bu, haber almış ve Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü kapısında pusuya yatmış. Tabii karşıma çıkar çıkmaz “Hadi şurda kebap yiyelim” demiş, soluğu Halit Dağlı’nın (Adana eski DYP milletvekili, Demirel’in has adamlarından) Adana Sofrası’nda almıştık.
Kurt Hoca ile et ve türevleri yenir de, rakı içilmez mi?
Mümkün değil!
Uzun uzun konuştuktan sonra rakı sofrasında beni kafaya almış, ajanscılık yerine dergicilik denemesi hoşuma gitmişti. Para yarı yarıya olmasına rağmen, Tempo Dergisi’nde çalışmayı kabul etmiştim. Yedi yıl boyunca da iyi dergicilik yapmış, tirajı 60 binlere doğru sıçratmıştık.
Tabii acı-tatlı anılar geride kaldı.
Adana Sofrası’ndaki öğle vakti içilen rakı muhabbetine Kurthan Fişek kafayı takmış, kitabı okur okumaz beni buldu.
“Hastanedeymişsin, sakın kıpırdama geliyorum” deyince şaşırmadım değil.
Gerçekten kıpırdayacak halim yok o an.
Hiç bir işe yaramadığı söylenen apandisit denen organım kalleşlik yapmış, apar topar hastaneye gelmişim ağrılar içinde. Patlama-çatlama yok ama bir küçük sızıntı yüzünden, kendisini savunan apandisit dibinde oluşan kitle karına yayılmış ve dayanılmaz ağrılara neden olmuş.
Neyse hocamız Başkent Hastanesi’ne izinle girip odama girer girmez “Oğlum seni apandisit değil, kitap çarptı, kitap…” deyince gülmek istedim ama nerdeeee.
Kurthan Hoca devam ediyordu: “Beni rezil ettin. Sosyal hayatıma kastın mı var senin? Güpegündüz, öğleyin yemekte içki içtiğimi yedi düvele ilan etmenin alemi mi vardı? Biz bize içerdik ama bunu kitapta faş etmenin gereği var mıydı? Al sana bela işte.. Bu kitap seni çarpmış. Benim ahım tuttuş olabilir!”
Hocayı ikna etmeye çalıştık. İşin doğrusu, her zaman değil ama ayda yılda bir öğle vakti rakı içmenin keyfine diyecek yoktur. Hele açık alanda olursa. Hele deniz kıyısında olursa. Hele içtikten sonra iş-güç yoksa.
Hocayla anlaştık anlaşmasına da apandisit denen işe yaramaz organla bir türlü barışamadık. Tahribatı ve riski önlemek için antibiyotik bombardımanı hala devam ediyor.
Sevgiler,
Sezai