Güncelleme Tarihi:
Polisiye Öykü
Binbir Gece Polisiyeleri I-II
Robert Louis Stevenson
Çev.: Geyza Göçer
Labirent Yayınları
Dr. Jeckyll ve Bay Hyde’ı bilirsiniz. Meşhur, Dr. Jeckyll’ın kapısının arkasında gözden kaybolan Bay Hyde’ı. Onu biliyorsanız, kendisinden sonra yazılan bütün ‘korsan’ figürlerine ilham kaynağı olan Uzun John Silver’ı ve onun X ile işaretlenmiş haritalarla dolaştığı ‘Define Adası’nı zaten biliyorsunuz demektir. İki tane unutulmaz, herkes tarafından bilinen böyle eserlere imza atmak Robert Louis Stevenson’dan başkasına nasip olmazdı zaten. Lafı biraz dolaştırır gibi olsa da aslında neyle karşı karşıya olduğumuzu izah için bu yolu seçtim. Çünkü ‘Binbir Gece Polisiyeleri I-II’ bizi bilmediğimiz Stevenson’la tanıştıracak. Büyük usta, polisiye/suç öykülerinde öyle işler yapıyor ki tekrar hayran kalacaksınız. Üstelik bu iki ciltlik öyküler toplamı, aslında Stevenson’ın Define Adası, Dr. Jeckyll ve Bay Hyde gibi eserlerinden daha önce yazdığı hikâyeler. Onlarca öykünün büyük bir çoğunluğu ilk defa Türkçeye çevriliyor. Öyküleri okuduğunuz zaman, hem Stevenson’ın polisiyede nasıl olağanüstü işler başardığına tanık olacaksınız hem de dikkatli okuduğunuzda yazarın gelişimini göreceksiniz. Bir ilave yapmak gerek. Bu önemli öykü toplamını Türkçeye aktaran, ‘sadece polisiye kitaplar, araştırmalar’ yayımlamak için yola çıkmış Labirent Yayınevi’nin, ihmale gelmez faaliyeti için, bir kere daha hakkını teslim etmek gerek. Stevenson’ın kaleminden tek solukta okunacak polisiyeler...
Felsefe
Fransız Filozofu Kimdir
Jean-Louis Fabiani
Çev.: Alev Er
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Felsefe tarihini kronolojik olarak gözden geçirdiğimizde çağdaş dünya üzerinde, edebiyatta, sanatta, gündelik hayatta etkisi olan isimler Fransız filozoflarıdır. Bergson’un çağının düşünce ve sanat coğrafyasına etkisinin devamı Sartre, Foucault, Deleuze ile devam eder. Bugün birçok kuramda, yaklaşımın temelini atan Sartre, Foucault veya Deleuze’ün ders verme biçimlerinden kıyafetlerine kadar adeta ‘rock star’ gibi algılandığı da bir gerçektir. Zira Fransız filozofu ‘kendisini asla mesleki alanıyla sınırlamamış’tır. Aksine en iddialı brogramı veya en gösterişli kesinliği ortaya koyarken bile sınırları zorlamanın peşindedir. Olası rakipleriyle alay eder, kendinden sonrakileri ona minnettar bırakacak şekilde davranır. Descartes ile başlayan Kartezyen tutumun Fransa tarihinde ne kadar çok karşılığı varsa, Bergson ve sonrasının da bilhassa Avrupa’da öyle derin etkisi vardır. Jean-Louis Fabiani, ‘Fransız Filozofu Kimdir’ adlı kitabında, çağın büyük filozoflarını birer sosyolojik aktör olarak ele alarak onların kim olduklarını açıklıyor. Aynı zamanda, bu filozofların doğum geliştiği kültürel bağlamın örtük yanlarını da gösteriyor. Hem bir felsefe tarihi hem Fransız kültürü tarihi olarak okunabilecek bir kitap. Fabiani, 1880’den beri Fransa’da felsefenin neden bu kadar önem kazandığını sorgularken, Fransız düşüncesinin yol haritasını çiziyor. Üstelik olağanüstü açık bir dille.
Roman
Dinle Lisa
Haluk İnanıcı
İletişim Yayınları
Önce bir itiraf: ‘Dinle Lisa’nın ilk sayfalarında, gençken örgütsel mücadelenin içine girmiş bir kahramanla karşılaşınca bir ürktüm. Çünkü, yine, darbe zamanı tutuklanıp bir süre hapis yatmış ve insanlık dışı işkencelere maruz kaldıktan sonra, yeni hayatına adapte olmakta zorlanan ‘küçük burjuva’ endişeleri içinde bir adamın hezeyanlarını okuyacağımı düşündüm.. Derdim davasına inanmış ve bu uğurda cezalandırılmış insanların hayatıyla değil. Onların yaşadıklarının adam akıllı anlatılmamasıyla. Birkaç iyi örneğin dışında, genel olarak sadece fraksiyonların ve isimlerin değiştiği, birbirinin kopyası kahramanlar, anlatımlar, sıkıcı üsluplar. ‘Dinle Lisa’ ise sözünü ettiğim romanların çok iyi bir örneği.
Şimdi övgü: Haluk İnanıcı, ‘Dinle Lisa’ya göz göre göre o riski alarak tamamen dediğim gibi giriyor. Kahramanı, Hüseyin, tam dediğim gibi. Hatta cezaevinden çıktıktan sonra, yakın çevresinin, dava arkadaşlarının, olağanüstü anlayışlı ailesinin desteğiyle, bir reklam şirketinde çalışan bir adam bu. Ama o kadar! İtiraf bölümünde özetlediğim endişenin hakikaten ‘iyi işlenmiş’ bir örneği ile iyi bir yazarın bunu nasıl anlatabileceğini gösteriyor. Sonrası daha da mutlu ediyor insanı. Gerçekten büyük çelişkiler de yaşıyor Hüseyin. Ama sadece onun yalnız dünyasında değiliz asla. Haluk İnanıcı, birbirinden zengin, iyi işlenmiş arka planı olan, kanlı canlı diğer kahramanları ve onların hikâyeleriyle beraber aktarıyor bunları. Göz korkutan sıkıcı tempoyu hiç yaşatmadan bir dantel gibi işliyor. Birden mübadele hikâyelerine geçiyoruz. Sonra kitapta ‘aşk olsun diye değil’, hayatta aşk yaşandığı için müthiş bir aşk hikâyesi de okuyoruz. Zaman zaman gözü yaşlı bir anlatıma çok yaklaşıyor dediğimiz anda, yeniden kaldırıyor okurunu. Çünkü başarılı bir şekilde anlatıyor Haluk İnanıcı. Bir banka soygunu esnasında, yakalanmak uğruna yaralı arkadaşını kurtaran, davası kadar ‘insana’ samimiyetle inanmış bir roman kahramanı Hüseyin. Haliyle başka birçok insanın da hikâyesine tanık oluyoruz, onun çevresinde var olan. Yani sadece Hüseyin’i değil bir aileyi, bir kuşağı, bir dönemin ayrıksı insanlarını, gündelik hayatta kolaylıkla karşımıza çıkacak herhangi birinin hikâyesini de aktarıyor ‘Dinle Lisa’. Kadrosu ve konusu zengin bir kitap. Haluk İnanıcı prizmatik bir örgüyle, boyutlandırarak anlatmış hikâyesini. Etkileyici bir yalınlıkla üstesinden gelmiş. Mutlaka okuyun!
Güncel / Belgesel
Asker Doğmayanlar
Pınar Öğünç
Hrant Dink Vakfı Yayınları
Yürüyüş kararı sayanlar bilir, başlığın ne manaya geldiğini! Zira birçok Türk erkeği, askere gitmemek uğruna yapabileceği en basit şeyi yapar, üniversitede okur. Ya diplomasını geç alır, yani en az 7 yılda mezun olur ya da akademik bir kariyer yapacak kadar ileriye gider. Çünkü zorunlu askerliğin olduğu bir ülke Türkiye. Yani yıllarca kaçtıktan sonra aldığın ilk eğitimde bağırta bağırta ‘Her! Türk! Asker! Doğar!’ diye yürüyüş kararı saydırırlar. En az üç dört yıl askere gitmemek için elinden geleni yapmış adamlar, damarları patlayana kadar böyle bağır(tıl)ır! Tabii hiç geciktirmeden, son derece istekli askerliğini yapanlar da var. Tıpkı anti-militarist bir düşünceye/inanca sahip olduğu için ‘vicdani ret hakkını’ kullanmak isteyenlerin de olduğu gibi. Gazeteci Pınar Öğünç, 2011’in sonlarında bedelli yasası konuşulurken, birilerinin ilk defa duyduğu ‘vicdani ret’ hakkını tanıklarıyla masaya yatırıyor. Sadece erkek tanıkları değil, kadın ‘vicdani retçi’leri de konuşturuyor. Eşcinsel olduğu için, herhangi bir otoriteye dahil olmamak için, Yehova Şahidi olduğu için, Müslüman olup ‘laik bir devletin ordusu’nda silah altına girmemek için, zaten askeri liseden kaçtığı için, üniforma/silah ikilisine karşı olduğu için ‘vicdani ret’lerini açıklayanlar, açıklama belgeleri, yargılandıkları suçlar ve yaşadıklarının belgesi ‘Asker Doğmayanlar’. Çok önemli ve çok iyi bir kitap.
Kişisel Gelişim
Zamanı Anlamak
Mitch Albom
Çev.: Handan Balkara Çevikus
Boyner Yayınları
Tamam, kişisel gelişim çatısı altında toplanan kitaplara mesafeliyim, birçoğunuz da öyle. Çünkü ya gereksiz yere ahkâm kesip akıl veriyorlar ya da bildiğimiz şeyleri süslü sözlerle tekrar söyleyip tuhaf bir aura yaratıyorlar! Ferrari’yi satmak kolay, sanki bedava dağıtıyorlarmış gibi, dedirtiyorlar insana... Mitch Albom da ‘Zamanı Anlamak’ kitabında, zamanın kıymetini anlamamızı öğütlüyor. Fakat, bunu ne ahkâm keserek, ne süslü cümleler kurarak yapıyor. Rivayete göre, bundan uzun yıllar önce kadim çağlarda, Alli adlı güzel kızın sevgilisi Dor, zamanı bulur! Fakat çocukluk arkadaşı Nim bir gün kral olup, büyük bir kule inşa ettikten sonra o kulede, onun emrinde yaşamayanları sürgüne gönderme kararı alıyor. Dor bu insanların başında geleni oluyor. Zamanı bulan Dor, oradan insanların sahip oldukları zamanı takip ediyor. Yani meşhur klişeyle, kötü anlarda geçmek bilmeyen, kimi zaman göz açıp kapayana kadar geçen ‘sayısız’ sayılı zamanı nasıl değerlendirdiğimize bakıyor. Albom, elimizdeki en kıymetli şeye, ‘zamana’ dair yatay ve dikey olarak kurguladığı ve anlattığı öykülerle bize tembihte bulunuyor. Şu dünyada mutlu olmak, iyi yaşamak, bilinçli bir insan gibi yaşamak için ‘zamanın’ kıymetini bilin yeter, diyor. Birçok şeyi elde etmemiz artık çok daha kısa bir zaman alıyorken, sahip olduğumuz bolca zamanı nasıl iyi değerlendirebileceğimizi bizim kararımıza bırakıyor.