Güncelleme Tarihi:
Haftanın Yenileri
Güncel
Türkiye’nin Dönüşüm Yılları -
Yeniden Öğrenme Zamanı
Işın Çelebi
Alfa Yayınları
ANAP döneminin, daha doğrusu ‘Özallı Yıllar’ın önemli siyaset adamlarındandı Işın Çelebi. 70’lerin ortasından itibaren Türk siyasetinde ağırlığını hissettiren; Özal ve Demirel ile zirveye çıkan, ‘mühendis politikacılar’ kuşağının da parlak isimlerindendir. Daha sonra kendisini siyaset arenasında değil, yöneticilik yaptığı Galatasaray’da daha sık gördük. Işın Çelebi’yi daha yakından tanımak, Türkiye siyasetinin ‘yakın’ tarihini daha iyi bilmek, bugünün meselelerini doğru anlamak için, biçilmiş kaftan ‘Türkiye’nin Dönüşüm Yılları’ kitabı. ODTÜ Mühendislik Fakültesi mezunu Çelebi, kendi yaşam öyküsünü anlatırken ‘memleket’ panoraması çiziyor aslında. 1968 gençlik hareketlerinin merkezinde ODTÜ’de geçen öğrenciliğinden, o yılların teknolojik değişiminden uzun uzadıya söz ediyor. Kendi kariyeri açısından yaşadığı değişiklikler bağlamında Türkiye’nin değişen yüzünü anlatıyor. Gerek siyasi, gerek ekonomik, gerek bürokratik değişimin grafiğini ‘eksiksiz’ bir şekilde çiziyor. Özallı yıllara, Kürt meselesi ve ekonomik hamleler başta olmak üzere, detaylıca eğiliyor Çelebi. Daha sonra 28 Şubat, 2001 krizi, 2002 ve sonrasına odaklanıyor. Küresel mukayeselerle memleketin dününü anlatıp bugüne ışık tutuyor. ‘Demokrasisizlik’ gibi bugünün esas sorunlarının da altını çiziyor açık sözlülükle. Anlattığı konulara yönelik zekâ dolu bakış açısı, hepinizi hayran bırakacak kılavuz bir kitap.
Araştırma
Medya Kaza Raporları 5
Azime Acar, Ender Bölükbaşı
Cinius Yayınları
Yıl sonu yaklaşırken her yerde ‘geçtiğimiz yıl’ temalı haberler, dosyalar çıkacak karşınıza. Ocak itirabiyle de gazetelerin ve televizyonların almanakları raflardaki yerini alacak. O kadar beklemeye gerek yok. Son yıllarda en sevdiğim kitap dizilerinden biri olan ‘Medya Kaza Raporları’ 5’inci kitabını yayımladı bile. Bir yıl önce, yani 2011’de gazete ve teylevizyonlarda haber olan ve evvelinde bir skandal, ardında da daha büyük bir kriz barındıran haberleri bir araya getirmişler yine. Diğer yıllıklara nazaran, daha fazla ‘krizlerin karanlık taraf’ından örnekle geliyorlar. TRT Şeş’te program yapan Rojin için TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in sarfettiği “aşüfte” sözüyle açılıyor perde. Bilgi Üniversitesi’nde yaşanan ‘porno skandalı’ ile kapanıyor. Yetkili mercilerin özür dilerken medyayı azarlayıp baltayı daha beter taşa vurdukları haberlerle hafızalarımız tazeleniyor. “Van’da olsa da” diyen spikerler, ölen öğretmenleri hiçe sayıp yıkılmayan okul bilançosuyla mutlu olan bakanlar, us yarılması yaşayan cümle âlem arz-ı endam ediyor. Yabancı basın veya magazin dünyası da takılıyor oltaya. Herkes hızardan geçiyor kitap boyunca. Acar ve Bölükbaşı ikilisi çağdaş vakanüvislik yaparken hem nalına hem mıhına vuruyorlar. İyi de ediyorlar. Milletçe en büyük ayıbımız ‘unutkanlığımız’dır ya. Çok değil bir sene önce yaşayıp unuttuklarımızı hatırlatıyorlar. Gerçek bir başucu kitabı.
Deneme
Bento’nun Eskiz Defteri
John Berger
Çev.: Beril Eyüboğlu
Metis Yayınları
Bazen öyle kitaplar oluyor ki, uzun uzun yazmaya utanıyor insan. Sadece ‘hemen okuyun’ sonra üzerine konuşalım diyesi geliyor insanın. Hakkında söylenecek sözler gereksiz vakit kaybı olur, diye düşünebiliyorsunuz. Okurken her satırını çizmiş olduğunuzu fark edip sayfaları zedelediğinizi düşünüyorsunuz. Altı çizili satırların kanadığına inanacaksınız neredeyse. Tek tek çizmek yerine, harf harf ezberlesek daha iyi olurdu diyorsunuz. Kitap bittikten sonra, ne mutlu bana, böyle güzel kitaplar var ve biz onları okuyabiliyoruz diyorsunuz. Çok uzattım, farkındayım. Ama, John Berger’in son şaheseri için elimde olsa günlerce konuşabilirim. Daha yazılış öyküsüyle çok etkileyici bir kitap ‘Bento’nun Eskiz Defteri’. Özetleyeyim; Hollandalı filozof Spinoza (Bento diye de bilinir), kısacık ömrüne sığdırdığı o kadar şey arasına resim yapmayı da sıkıştırmış. Yanında hep bir eskiz defteri varmış. Ölümünden sonra dostları bütün el yazmalarını, notları kurtarıp ortaya çıkarsa da eskiz defteri hiç bulunamamış. Aklının bir kenarında bu bilgiyi hip muhafaza eden John Berger’e hediye edilen süet ciltli bir defteri ilk gördüğünde şunu demiş, “bu Bento’nun olmalı!” Sonra hem çizmiş John Berger, hem de yazmış. Ama yazarken sınır tanımamış kendine. Çizmek edimi üstüne, karşılaştığı insanlara, gözlemlediği durumlara dair yazdığı kadar, Arundhati Roy, Platonov gibi yazarlara selam da vermiş. Aslında en basitinden, Ethica odağında Spinoza’yı anlama çabası olarak da değerlendirilebilir kitap. Kimi yerlerde Ethica’dan önermeler alıntılamış kitabında. Onun hemen yanında bugünün ‘ahlak’ anlayışındaki ahlaksız durumları veya üzerine durup düşünmemiz gerekenleri anlatmış. Kimseyi suçlamıyor Berger. Durumu tüm ayrıntılarıyla ‘resmediyor’ sadece. Örneğin bir süpermarkete alışveriş yapmaya giren tüm müşterilerin potansiyel hırsız olarak algılandığını gözler önüne seriyor önce. Özel güvenlik, X Ray cihazları, özel düzenlenmiş raflar, kameralar... Hattâ kasiyer ve güvenlik görevlilerinin de bizzat çalıştıkları şirket tarafından potansiyel hırsızlar olarak algılandığını, çünkü iş çıkışında üstlerinin arandığını anlatıyor. Sonra buzdağının altta kalan tarafını açıklıyor. Söz konusu şirketin, çalıştırdığı personelin emeğini sömürdüğünü, yemek izninin bile sınırlı tutulup fazla mesai ücretlerini, hattâ sigortasını bile yatırmadığını belirtip soruyor. Asıl hırsız kim? Berger’in Bento’ya saygı duruşunda bulunarak zihnimizi açtığı daha pek çok şey var... En iyisi ‘hemen okuyun’. Sonra çevrenizdekilere de okutun. Böyle güzel kitaplar herkesin hakkı.
Roman
Grendel
John Gardner
Çev.: Azize Özgüven
YKY
Dünyaca ünlü Anglo-Sakson destanıdır Beowulf. M.S. beşinci yüzyılda geçer ve bugünkü Danimarka topraklarında bulunan Alman kabilesi olan Danların Kralı bir müsibetle uğraşmaktadır. Grendel adındaki canavar, bütün savaşçıları katleder. Ta ki, Beowulf onun hakkından gelene kadar. Bu kısma kadar hepsini biliyoruz. Peki Grendel’in ne düşündüğünü, ne hissettiğini düşündünüz mü? John Gardner düşünüp bu olağanüstü eseri kaleme almış. Müthiş etkileyici bir roman Grendel. Her şeyi onun gözünden okuyoruz. Baharın gelişini, çayıra yayılan koyunları, yalnızlığını, kendisinden nefret edilmenin ne anlama geldiğini ve ‘lanet olasıca’ insan ırkını. Dışlanmış, yalnız bırakılmış ve belki de tarihin ilk ‘öteki’lerinden olmuş Grendel,
insanla olan savaşını son derece nihilist ve antihümanist bir şekilde anlatıyor. Ama Gardner’in büyüleyici kaleminden olunca, Grendel’e sonuna kadar hak veriyorsunuz. “Geceleyin çırılçıplak dışarıda olmak ilkin iyi; yıldızların soğuk devinimine karşı. Uzay şahin hızıyla dışarı savuruyor, dönüşü olmayan bir haksızlık, son bir hastalık gibi hızı giderek artıyor. Soğuk gece havası gerçeğin ta kendisi: Dünyanın terk edildiğini anlatmak için yüksek bir kayaya oyulmuş taş bir yüz gibi bana kayıtsız.” Böyle cümleler kurarak bizi bize anlatan bir canavara, sizi bilmem ama ben saygı duyarım. Bütün övgüleri hak eden, yazılışı
bir kenara, çevirisi de çok iyi bir roman.
Yemek / Tarih
Leonardo da Vinci’nin Sofrası
Dave DeWitt
Çev.: Çiğdem Tümer
Oğlak Yayıncılık
Rönesans’ın ölümsüz ismi, sanat tarihinin büyük dehası Leonardo da Vinci’nin en büyük tutkusunun yemek yapmak, aşçı olmak olduğunu söyleseler şaşırır mıydınız? Hiç şaşırmayın, çünkü zihninde kırk tilki dolaşan bir adamdan beklenebilecek bir durum. Ayrıca her alanda büyük bir ‘yeniden doğuş’un yaşandığı Rönesans’ın başat aktörlerinden olarak, mutfağa da el atması kaçınılmazdı. Ama sadece o değil, içinde bulunduğu dönem ve çevrede herkes mutfağa el atmıştı. Üstelik, sadece ‘Son Akşam Yemeği’ vesilesiyle değil. Bugün en fukara sofrada bile bulunan nice baharat o dönemde saray sofralarında bile zor bulunabiliyordu örneğin. Vejetaryenler kendileri için seçenekler üretmeye çabalıyorlardı. Aynı zamanda dönemin ünlü ‘yemek yazarları’ vardı. Bugün olsa kitapları yüzbinler satacak, özel tarifleri olan aşçılardı bunlar. Hasılı kelâm, Rönesans İtalyası’nda sofra en önemli meseleler arasındaydı. Yani bugün dünyanın en meşhur mutfağı tahmin edeceğiniz üzere en büyük kırılmayı rönesansta yaşamıştı. Peki nelerdi bunlar? Örneğin o dillere destan spagetti onların icadı mıydı, yoksa hep söylendiği üzere Marco Polo aracılığıyla Çin’den mi gelmişti? Sakın o da yanlış olmasın?! Yüzlerce çeşit peyniri nasıl ürettiler peki? Ünlü yemek eleştirmeni Dave DeWitt ‘Leonardo da Vinci’nin Sofrası’ kitabında İtalyan mutfağının gizli tarihini yazıyor. Arada lezzetli yemek tarifleri de veriyor tabii.