Güncelleme Tarihi:
Askere bedelli gittim deprem sonrası. Anti-militarist çizgilerim vardı, hâlâ da var. Karşıysanız bile onun ne olduğunu görmeniz gerekli. Benim için orası da bir okul oldu. O üniformayı giyip oradaki duygunun içine girmek, oradaki vatan sevgisini algılamak, içselleştirmek çok önemliydi. Silahı elime alıp ateş de ettim. Ben solağımdır, tabii bütün silah eğitimi sağa göre yapılmış, az daha suratımda patlıyordu barut
Nefes almak gibi bir şey benim için yazmak. Günlük koşuşturma içinde fizyolojik bir gereksinimmiş gibi üretmeye ve sanatı oraya oturtmaya çalışıyorum. Kitaplarımın sayısı 50’yi geçti. İlk şiir kitabım 1988’de çıkmıştı. Ondan sonra her yıl 2-3 kitabım çıktı. Şiirden denemeye, günlükten incelemeye, antropolojiden senaryoya kadar birçok alanda yazdım. Bir mizah kitabı ve bir korku romanı da yazabilsem keşke... Düşünün, bir ev tutuyorsunuz, ev büyük ama siz bir odanın içinde oturuyorsunuz. Ben o evin içindeysem evin her yeri benimdir. Sanatın içindeysem sanatın her yerinde dolaşmalıyım. Şu anda bir tatsız olay olsa ve hiçbir şey yazamasam, en azından 10-15 kitaplık malzeme vardır evde. Bu tempo bazı insanları şaşırtıyor. Ama ben her şeyden nem kapan bir insanım, yaşadığım coğrafya da buna çok uygun. Sürekli bir aksiyon filminin çekildiği set gibi bizim ülke.
TIBBI SON SINIFTA TERK ETTİM
İlaç isimlerini, tıbbi benzetmeleri şiirlerimde çok kullanmamda elbette tıp eğitimi almış olmamın etkisi var. Tıp, çok başarılı bir hayat bölümü benim için. Tıp fakültesinden ayrıldığımda beşinci senemde dördüncü sınıfta, stajyer doktordum. Çok ani bir kararla ayrıldım. Hani bir gün sevgiliyi terk edip gitmek istersiniz ya ben de bir mesleği terk edip başka bir maceraya atılmayı tercih ettim. Benimki başıma gelecekleri o anda sezmekti. Tıpta kalsam yönetimle çatışacaktım. Nasıl bazı insanlar başka mesleklerde çalışıp sanata sevgi duyar; ben de sanatın içinde kalıp tıbba ilgi duyarak kendimi şiire ve yazmaya verdim. Tıptan sonra üç yıl sosyolojiye devam ettim. O da Prens Sabahattin’leri öğrenmemi sağladı.
Yazdıklarım birilerinin hoşuna gitmemiş. Yıllar önce iki kiralık katil takıldı peşime. İçlerinden biri yan masada paltosunun altında silahıyla oturup gençlerle sohbetimi dinlemiş. Beni dinleyince yapamayacağına karar vermiş. Dışarı çıkıp telefonla oturduğum kafeyi aradı. Dedi ki, :“Ben yapamıyorum ama bir kişi daha var peşinde. Arka kapı varsa oradan çık.” Tabii tatsız bir konu.
AİLEM
İskender’i kendi ellerimle boğuyordum
Bir yönetmen gibi, ailemi oyuncularım gibi kullandım yazdıklarımda. Annem, kız kardeşim ve yeğenlerimle hiçbir problemim yok; babamla ablamın düğününde bir problemim olmuştu. Biraz hırçın bir adamdı ama cesurdu. 12 Eylül’de tek kitap yakmamıştı. Babıali’nin iyi tanıdığı, “Derman Ağabey” dediği, kitap kapakları yapan Derman Över. Baba-oğul ilişkimiz çok sağlıklı gelişmedi. Cinsel yönelimlerimin hoşuna gittiğini sanmıyorum. Babamın komünist olmasından etkilendim. Ben sosyalist kökenli bir anarşisttim. İlk okumalarım için en büyük kaynak evdeki büyük kütüphaneydi. Önce babamın verdiği kitapları okudum. Daha çok toplumcu gerçekçilere yönlendirdiği için İkinci Yeni’yi; Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya’yı 18-19 yaşında okuma şansı buldum. Yaşayan en büyük şair diye bir karşılaştırma yapamam ama yaşasaydı Edip Cansever’i söylerdim. Çok severim, yani sevdiğim için, büyüktür derim. Şiir okumaya ilkokul 4-5’te başlamıştım. Okumanın ötesinde o yaşta yazıyordum. Oyuncu olmak istiyordum. Babam Cem Karaca’nın plağını koyar ben de iskemleye çıkar, playback yapardım. İlkokul 5’teyken Harbiye Şehir Tiyatrosu çocuk bölümüne kaydoldum, bir süre eğitim gördüm orada. Kabataş Erkek Lisesi’nde tiyatro çalışmaları, şiir yarışmaları sürdü. Lise sondayken darbe olunca baskıların çok ağırlaştığını gördük. Canhıraş bir kurtulma çabasıyla kendimi tıp fakültesine attım, İskender’i kendi ellerimle boğuyordum az daha.
“Evet, içkiyi çok seviyorum ama kendimi kontrol etmesini biliyorum. Söyleyişi bitirelim hemen gidelim bir yerlerde iki kadeh içelim, her zaman aklımdadır bu fikir. Çünkü bana göre sevmenin, sevişmenin, aşkın, devrimin, alkolün, sanatın saati, günü, takvimi olmaz. Ben muhabbeti seven adam olduğum için meyhane kültürünü de sevmişimdir”
ÖZEL HAYATIM
Kafama Türkiye çarptı, sersemledim
Alternatif olmak ya da anarşist görünmek için değil ama birçok insanın klişeleştirdiği kavramları ben çok severim. Mesela televizyon seyretmeyi... 24 saat televizyonum açıktır. Filmler, kitaplar ve günceli de takip ederken bu arada kendi özel hayatımı da taşımaya çalışıyorum onun içinde. Ama 10 yıla yakındır özel hayatım neredeyse kalmadı. Hani başınıza darbe alınca hafif bir sersemlersiniz ya, kafama Türkiye çarptığı için böyle hafif sersemlemiş durumdayım. Ne eskiden olduğu kadar çabuk sinirleniyorum ne de kolay aşık olabiliyorum. Bu olgunlaşmanın ötesi bir şey, bir çürüme artık. “Orta yaşı aştıkça şiirleri durgunlaştı” demiş biri. Bence tam tersi. Eskiden hareket halindeki bir arabanın içinden şiir yazıyordum. Şimdi o hızla giden arabayı dışarıdan yazıyorum. Yine olayın içindeyim ama daha objektif bakabiliyorum. Onun ne olduğu üstüne kafa yormak için panoramayı genişlettim. Yazarken dışarıdan bakıyorum ama yaşarken içindeyim. Bakış açım eskisi gibi marjinal. Hatta daha bile sert.
OYUNCULUK
Herkes seks yapar ama porno yıldızı olamaz
‘Ağır Roman’dan sonra beni ofisine çağıran ve senaryolar üstünde konuşmak isteyen, oyunculuğumu da çok beğendiğini ifade ettiği için çok mutlu olduğum Atıf Yılmaz’ı, o projeler üstünde konuşurken kaybettik. Atıf Ağabey’le çalışmak herhalde benim için çok farklı bir dönemeç bile olabilirdi. Geçenlerde kulağıma çalındı, Sevgili Mustafa Altıoklar, “İskender sette olmayı seviyor” demiş. Doğru söylemiş. Yani sette olan insan ne yapar? Çay da taşır, yeteneği varsa oyunculuk da yapar. Şaka maka oynadığım film sayısı beş oldu. Hepsinde de amacım sette olmak. Oyunculukta büyük iddiam olmadı hiç. Tıbbı seçmeden önce benim derdim şiir yazan bir yönetmen olmaktı. Ama herkes nasıl seks yapabiliyor ama porno yıldızı olamıyorsa, herkes film çekebilir ama yönetmen olamayabilir. Belki biraz şanslı bir kuşağım ben, haftanın iki üç günü sinemaya götürülen, Dormen’leri izleyen bir çocuktum. Onun için eski Türk filmlerini izlerken hakikaten heyecanlanıyorum. Mesela mutlu sonlarda evdeysem alkışlıyorum, çok eğleniyorum. O saflığı, temizliği keyif veriyor. Aslında çok gülen bir adam değilim. Beklemediğim bir şey gördüğüm zaman kopuyorum. Bir fıkra da olabilir bu, bir hareket de. Evimde kitaptan çok, film vardır. Kitap, film satan yerlere girince alışverişe çıkmış kadınlar gibi hissediyorum kendimi.
PERFORMANS GECELERİ
Ayda bir kere sahnedeyim
TRT 2’de ‘Okudukça’ programının içinde ekstra bir bölüm yaptım. Sonra Kent FM’de ‘Lağım Faresi’ isimli bir program yaptık. Pazar günleri 20.00-23.00 arası canlı program sundum. Sonra sahibiyle rock müzik üzerine tartışıp canlı yayının yarısında müziği otomatiğe bağlayıp çıktık. Çok sert bir programdı, çok da eğleniyorduk. Dinlenirliliği yüksekti. Açıkçası ben çok kovalayan bir adam değilim. Öneri gelseydi devam ederdim. Şimdi performans geceleri yapıyorum. Şiir, o performansın çekirdeğini oluşturuyor. Bir müzik grubu da oluyor ve tiyatrocu dostlarımız sahnede şiirlerden bir mizansen sergiliyorlar. Şiirin performans sanatlarıyla ilişkisini yansıtmaya çalışıyorum. Şu ana kadar Gripin, Nejat Yavaşoğulları, Rashit, Baba Zula, Teoman, Balık Ayhan gibi birçok dostla çıktık. Ayda bir kere yapıyoruz. Türkiye’nin bütün illerine gidip şiir okumaya çalışıyorum.
UKDEM
Eşcinsel şairler antolojisi
Almanya’da yeni bir kitabım çıktı. İngiltere’de bir seçme, Fransa’da ise bütün şiir kitaplarımın çıkarılması projesi var. Başka dilde basılan ilk şiir kitabım Kürtçeydi. Sanırım önce Murathan Mungan’ın Kürtçe kitabı çıkmıştı. Ki o da o coğrafyadan iyi bir şairimizdir. Benim sevgili Murathan’la hiçbir problemim olamaz. Evet, belki canciğer dost değiliz ama bir araya geldiğimizde şakalaşıp sohbet eden insanlarız. Benim problemim, kendini solcu gösterip rant sağlamaya çalışan eski solcularla. En büyük problemim hâlâ düzgün bir yabancı dil kullanamamak. Buna üzülürüm. Bir de mesela bir eşcinsel şairler antolojisi çıkaramam Türkiye’de. Kendisi hayatta değilse ailesi karşı çıkacaktır ya da adım geçmesin diye kendisi rica edecektir. Anadolu’nun bir şehrinde yaşayan bir gay gencin tutunabileceği kim var Allah aşkına? Biz kendimizi saklarsak, bu insanı tek başına bırakırız. Hepimizin cinsel kimliğini açıklaması bu noktada gerek.
İSMİM
küçük’ün anlamı büyük
küçük İskender ismi kimliğimle hâlâ örtüşüyor. Baş harfi bilhassa küçük. Küçüklükten kastım, üç ana mesele üstüne. Birincisi, politik nedenlerle öldürülmüş tarihi bir karakter olması; Büyük İskender’in oğlu. İkincisi, küçük, çırak anlamına geliyor. Üçüncüsü, içinde cinsel göndermeler olması. Bu üç kavram benim hayatımda hep oldu. Ben bir şeyin politikasını yaparak yaşamam. Çıkar ilişkilerim olmadığı için o küçük’lük orada naif olaraktan kaldı.
İSTANBUL
Başkentim Beyoğlu
Beyoğlu, Taksim, Cihangir bölgelerinden hiç ayrılmadım. Hani sevgili Ece Ayhan, “İstanbul’un başkenti Sirkeci’dir” der ya, bana göre İstanbul’un başkenti Beyoğlu ve İstiklal Caddesi’dir. İstanbul’dan sonra da en sevdiğim şehir Amsterdam. Çocukluğumdan beri nedensiz olaraktan fotoğrafları çok etkilerdi beni. Hiç öyle reenkarnasyon filan gibi şeylere de inanmam ama sanki Amsterdam benim şehrimmiş gibi. Gideli 7-8 sene oluyor.
OKURLARIM
Benim kadar dağınıklar
Sadece yazarak hayatta kalıyorum. O yüzden geçinemiyorum demek daha doğru. Deniz ya da gökyüzü gören bir dairede oturamıyorum ama bir etkinliğe gittiğim zaman beni okuyanlar gülümsüyorsa, bütün gökyüzü, bütün deniz benim oluyor. İmza günlerime punk bir kız da geliyor, efendi bir lise öğretmeni, başı örtülü bir kız da. Yani okur kitlem de en az benim kadar dağınık. Bu beni mutlu ediyor. Demek ki belirli bir zümrenin insanın değilim.
ŞAİRLİK
Tanrı bizi yarım mı bıraktı
Şairler normal insanlar değildir. Tanrı’nın, “Acaba bu peygamber olsa mı” diye başlayıp, sonra “Bundan peygamber olmaz” deyip yarım bıraktığı adamlar mıyız? Bir şey söylemeye çalışıyoruz ama hep eksik, hiçbirimizin kitabı kutsal değil. Şiiri çağdaşlaştırdım ya da batırdım demek çok iddialı geliyor. Altıncı jenerasyon falan yetişiyor, 13-14 yaşında okurlarım var benim. İlk okurlarım neredeyse torun sahibi olmak üzere. Genç bir kitleyi alıp, yıllarca götürebilmek büyük gurur kaynağı. Demek ki hayattayım, şiirim de hayatta. Can Yücel yaşarken yere göğe sığdıramazdık, bugün adını anan yok. O yüzden de iddialı değilim. Nereye kalacağız ki?
ÖLÜM
Toprağı ziyan etmek istemem
“Ben Hrant olmak istemiyorum” derken, korkmamdan değil. Hrant’ın arkasından üzülen kardeşlerimize saygım var ama taraftar edasıyla “Hepimiz falancayız” denmesini sevmiyorum. Üç gün sonra unutuluyor. Arkamdan üzülecek insanlar mutlaka olacaktır. Onu da istemem. İşte şiir okusunlar, içki içsinler, şakalaşsınlar, sevişsinler... Ben toprağı ziyan etmekten korkuyorum, gömülmek bile çok anlamsız bana göre. Yer işgal etmek ve “Hepimiz küçük İskender’iz” tadı taşıyan bir cenaze töreni istemem.