Güncelleme Tarihi:
İki bakan arasında bir etki-yetki mücadelesi var, dendi. Ben bu iddiadan “Şener bu Hükümet’te geri planda kaldığı için bozuk atıyor” manası çıkardım. İddia şöyleydi: Şener, “Dışişleri Bakanlığı’na hitaben gönderdiği bir yazıyı ‘Rica ederim’ diye bitirmiş. Halbuki, teamül gereği, (bu “teamül” çok önemli bir şeydir) ‘Saygılarımla rica ederim’ ya da ‘Saygılarımla arz ederim/rica ederim’ demesi gerekirmiş.
Gerçi, Şener “Ben rica ederim demedim, arz ederim dedim” diye düzeltti, ama benim yazım bir kere yaydan çıkmış oldu. Okurlarıma bir cevap vereceğim artık... (1)
*
Eveeet, Bakan’ın söylediğine göre Hükümet’te böyle bir kriz yaşanmamış, ama bunlar bürokraside yaygın gerginliklerdir. Önemli meselelerdir.
“Canım, ha ‘rica ederim’ demiş, ha ‘arz ederim/rica ederim’ ne fark eder ki?” demeyin sakın.
Bu sizin devletin işleyişi hakkında ne kadar cahil ve dahi lakayt olduğunuzu gösterir.
Çünkü bu arz ve rica dengesi, Türk Devleti’ni ayakta tutan, rejimin temel direklerinden biridir.
Ankara’da gazetecilik yapmadım, ama 12 ay boyunca devlet memurluğu tecrübem var ve bu kısa sürede dahi bürokrasiyle ve protokolün gerekleriyle tanıştım. Ve arz/rica konusunun ehemmiyetine müdrik oldum, elhamdülillah!
Bakın size, Hükümet’teki bu (olmayan) arz/rica çatlağının, Adalar Fay Hattı kadar olmasa bile, Şener’i koltuğundan zıplattıracak kadar tehlikeli olduğunu gösterecek bir iki örnek vereyim.
Dedim ya bir yıla yakın, Kars’taki 2.Mekanize Piyade Tabur’un S-1’i yani personel subayı olarak görev yaptım. Birçok yazışma yapmam, belgeye imza atmam gerekti. Bu “Arz ederim – Rica ederim – Arz ve rica ederim” hususu daima başımıza bela olmuştur.
Mesela Hınıs Askerlik Şube Başkanı bir Personel Asteğmen ile olan yazışmalarımızda sorun çıktığını hatırlıyorum. Delikanlı sevmiş askerliği, bana illa “Rica ederim” diye yazıyor, yani “Emrederim!” Ben de anlamazdan gelip, büyüklük bende kalsın, “Arz ve rica ederim” diye cevap veriyorum, yani karşındaki aynı rütbe ve kıdemde olunca, yahut da muhatabın rütbesini bilmediğin zaman kullandığın formülle.
Israrla “Rica (Emir) ederim” diyor beriki. Israrla ses etmiyorum.
Cesaretlendi mi, celallendi mi yoksa dellendi mi ne, işi, bana fırça atmak üzere telefon etmeye kadar götürdü sonunda, askercilik oynayan bu haddini bilmez asteğmen.
- Asteğmenim, kendinize gelin!
- Hoppala! Kimsin sen kardeşim böyle konuşacak?
Baktı pabuç pahalı, pazarlığa oturdu. Kartlarımızı karşılıklı birer birer açmaya başladık, bakalım kim kazanacak? Ben böyle rütbe mütbe meraklısı değilim ama herif hıyar, iş inada bindi bir kere...
- Benim aslî kadrom binbaşı, dedi.
- Benimki de.
- Rütbem asteğmen, dedi.
- Benimki de.
- 174.dönem.
- Ben de.
Bir sessizlik oldu. Karşıdan çık yok. Hamle sırasının bana geldiğini anladım, ama kartımı hemen açmadım, öldürücü darbeyi indirmedim ki acısı sürsün...
- Sınıfın nedir asteğmenim sen onu söyle! dedim.
- Personel.
- Benimki piyade.
- ...
- Bilmem anlatabildim mi?
- Anladım asteğmenim, dedi.
- Aslında “Komutanım!” diye hitap etmen gerekir ya, neyse. Ben meraklı değilim böyle şeylere. Bana “Serdar Asteğmenim” diyebilirsin, izin veriyorum sana.
- Teşekkür ederim.
- Hadi yavrum, benim şimdi çok işim var. Gözlerinden öperim, güle güle!
Bu acıklı restleşmeden sonra, artık yazışmalarımız düzene girdi. Şube’den yazılar “Arz ederim” diye geliyor, ben de – Serdar The Magnificent – bu kesin üstünlüğün (!) verdiği hoşgörü ve alçakgönüllülükle “arz ve rica” etmekte devam ediyorum çocuğa.
Yani, hasılı, bu arz ve rica meselesi bir memleketi savaşa kadar götürebilir, bilesiniz. (Eğer Pamuk Prenses lakaplı tarih hocamızın anlattıklarından aklımda kalanlar doğruysa, galiba, önce Bayezid ile Timurleng, ardından Fatih ile Uzun Hasan kapışmak için böyle bir arz-rica bahanesine sarılmışlardı.)
*
Benimki sıkıntıdan hır gür çıkarmak, oyalanmaktı, yoksa bir seneliğine arz etsem ne olur, rica etsem kaç yazar. Ama ömrü bununla geçen muazzaflar (yani meslekten askerler) ve bürokratlar için arz ve rica bir prensip yeri geldiğinde haysiyet meselesi ve kimisi için varlık sebebidir.
Bir başka örnek.
(Bunu galiba daha önce anlattım size, o kadar çok konuşuyorum ki, ne dediğimi unutuyorum.) Hafızpaşa Kışlası’nda asteğmenlere de nöbetçi amirliği görevi veriliyordu. Aslında adet “subay” olarak nöbet tutmaktır, “amir” bir muvazzaf subay olur, ama biz şakır şakır maşallah nöbetçi amirliği yapıyoruz.
S-1’im ya, benden bir dönem kıdemli olan Akif’i (Özerdem) “Nö.Amr.” kendimi de “Nö.Sb.” yazıyorum, iki arkadaş birlikte nöbet tutuyoruz kışlada. (Bu nöbetlerde başıma gelenleri nasılsa – çenem durmaz – anlatırım bir ara. Hanım okurlar kusura bakmasınlar, evli olanları askerlik hikayelerinden bıkmıştır ama... konu arz/rica olunca, ne yapayım?)
Kışlada bizdan gayri iki tabur daha var, biri tank biri keşif. Bu taburlardan birinin nöbetçi amiri yüzbaşıymış, öyle olunca, rütbesi gereği, “kışla nöbetçi amiri” oluyor otomatik. Diğer taburların nöbetçi amirlerini ve subaylarını odasına çağırdı akşam vakti, gece için emirlerini verecek.
İki üç asteğmen, bir o kadar da astsubay, makamında toplandık, emir erini çağırıp bizlere sordu yüzbaşı:
- Çocuklar ne içersiniz?
Sırayla çay, su, ıhlamur... işte birşeyler söylüyoruz. Sıra Akif’e geldi, bizimki – aile terbiyesi almış bir İstanbullu – boş bulundu:
- Ben de bir çay rica edeyim Komutanım, deyiverdi.
Vay efendim, sen misin, köpürdü beriki, yerinden fırladı birden.
- Neeee! Asteğmenim sen kendini ne zannediyorsun! Sen kimsin de benden çay rica ediyorsun. Rica’nın askerlikte emir olduğunu bilmiyor musun!
Yüzbaşının bu komik tepkisi karşısında gülmemek için kendimizi çimdikliyoruz. Akif hiç istifini bozmadı:
- Ya Komutanım, dedi, çay da “arz” edilmez ki Allah’ını seversen! Alt tarafı bir bardak çay... Tamam, ben de bir şey içmeyiveririm!
*
Hasılı, kimin kime arz, kimin rica edeceği, tarihte kurduğumuz 16 Türk Devleti’nin bürokrasisi ve milletimizin gözbebeği ordumuzun emir komuta zinciri içinde o kadar önemli bir mevzudur ki, mesela Genelkurmay Başkanı ile Millî Savunma Bakanı arasında patlak vermesi halinde, maazallah, bir askerî müdahaleye kadar gidebilir.
Onun için, böyle iki sivil bakanlık arasında patlak vermiş vermemiş... Verdiyse eğer, gönül rahatlığıyla birbirlerini yemeğe bırakabilir, kimin daha uzağa işeyeceğini keyifle seyredebiliriz.
(1) Size yalan söyleyemem. Okullarımız Yıkılmasın Kampanyası için pazartesiyi Ankara’da geçireceğimden, pazardan yazılarımı hazırladım. Pazartesi gecesi 9’u geçerek gazeteye gelip, yayımlayacağım. Ama iki arada bir derede, Bakan Abdüllatif Şener “Ben rica ederim demedim” diye çıktı, bütün hesaplarımı bozdu. Ben gecenin bu saatinde ne yapayım, az bi’şey eğip büğdüm yazımı... İdare edin!