Oysa, dansa aşık bir baletin, bundan da öte sadece 27 yaşında bir gencin felçli olma duygusuyla nasıl başa çıkabildiği, dip sularında hangi gelgitleri yaşadığı şeytanın gör dediği ayrıntılardı. Memet Sefa, bir buçuk yıllık bu dönemde sadece felçle değil, daha komadan çıkmayı beklerken babası, kısa bir süre sonra da sevgilisinin onu terk etmesi ve vefasız arkadaşlarının yarattığı hayal kırıklığıyla da mücadele etmek zorunda kaldı. Onu şimdi motive eden tek şey, Çin’de yapılacak bir kök hücre nakliyle belki de tekrar yürüyebilme umudu. Bunun için Nejat Birecik’in önderliğinde kaplumbağa adımlarıyla ilerleyen bir kampanya var. Onun bu ümidine lokomotif olacak miktar sadece 35 bin dolar. Memet Sefa Öztürk, şimdilik ayaklarının üzerinde değil ama azmiyle hayata karşı dimdik ayakta.
Rüya görüyordu. Hiçbir görseli olmayan bir rüya. Her rüyadaki gibi, olan biten her şey onun dışında gelişiyor, sadece çevresindeki hareketliliği hissedebiliyordu. 12-13 gün sonra gözünü açtığında bir hastane odasındaydı. Yanı başında bekleyen kadına, "Kimsin sen? Sen git annem gelecek benim" diyordu. Ama zaten o annesiydi ve onu tanımıyordu.
Doktorlar, kazadan dolayı ezilen belkemiğinde omurilik sıvısı azaldığından beyinde kopmalar yaşayacağını ama bir süre sonra bunun düzeleceğini söylüyordu. Bir motosiklet kazası geçirdiğini, hastanede yattığını ve bir daha yürüyemeyeceğini söylediklerinde onları dinlemiyor, "Saçmalamayın şu anda Avusturya’da bir kafede kahve içiyoruz ve birazdan provam var, ona gitmem lazım" diyerek belindeki çivilere rağmen yatakta doğrulmaya çalışıyordu. Birkaç gün sonra, annesine "Anne, vücudumda bir tuhaflık var. Bacaklarımı hissetmiyorum" dediğinde annesi sert çıkıştı: "Hissetmeyeceksin tabii. Hareket edemeyeceksin, ölümden döndün sen. Yaşadığına şükrediyoruz şu an."
Memet Sefa, yaşadıklarına inanamıyor, itiraz ediyordu: "Olur mu anne, ben kaza yapmadım. Hastaneye kendi arabamla geldim. Park ettim ve merdivenleri ikişer ikişer çıkarak bu odaya girdim." Böyle olduğuna öyle inanıyordu ki, odasında kimsenin bulunmadığı bir gün, provaya yetişmesi gerektiğini düşündüğü için yataktan kalkmaya çalışıyor ve düşerek belindeki vidalardan birini kırıyordu. Bu gelgit şuursuzluğu ona ikinci bir ameliyata mal oldu.
ÖYLESİNE GÜÇLÜYDÜ AYI MEMET DİYORLARDI ONAŞuuru yavaş yavaş yerine geldiğinde, kaza anına dair hiçbir şey hatırlamıyordu. Tek hatırladığı, mezuniyet gecesinin sonunda, belki başka yere gideriz diye düşündüğünden, gecenin yapıldığı yerden sadece üç kilometre mesafedeki evine para almak için yola çıkması, poposunu motosiklete yaylanarak yerleştirmesi ve vınnn diye müthiş bir süratle kalkmasıydı. Hafızasında başka hiçbir görüntü yoktu. Ne süratle gittiği yoldaki arabalar, ne alamadığı keskin viraj, ne ambulans, ne polisler, ne doktorlar...
Hastanede kaldığı iki buçuk ay, başına gelenleri kabul etme süreciydi aynı zamanda. Nasıl olurdu anlamıyordu. Onun başına böyle bir şey gelemezdi ki. O güçlü ve yenilmez çizgi
film karakterleri He-Man ya da Voltran kadar güçlü hissediyordu kendini. Hatta arkadaşları, kuvvetinden dolayı, "Ayı Memet" diye çağırıyordu onu.
Kazayı duyan bütün sevenleri, otobüslerle günlerce hastaneye taşındı. Kocaeli Devlet Hastanesi kurulduğundan bu yana böyle ziyaretçi akını görmemişti. Ziyaretlerden pek memnundu ama içindeki derviş ruhu, kısa sürede bu ziyaretlerin yerini yalnızlığa bırakacağını biliyordu.
Çok değil sadece birkaç ay sonra tek tük arayanlardan başka kimse yoktu etrafında: "Eski dünyamdan zaten elimde pek bir şey kalmamıştı. Benim durumumdaki kişilerle hayatımı yeniden kurgulamalıydım. Dostluğumuz ölene kadar deyip aylarca evimden çıkmayanlar, bir süre sonra arayıp sormaz oldu. İstanbul’da birkaç gün kalmak için o arkadaşlarımı aradığımda telefona ya cevap alamıyordum, ya da bir kez çaldırdıktan sonra ulaşılamıyor mesajıyla karşılaşıyordum. Herkesin bir hayatı var, benimle uğraşacak değiller elbet ama bazı dostlarımdan bunu hiç beklemiyordum. Arayan soranlar var ama onlar da beklediğim adamlar değil, zurnanın son deliği dediklerim. Gerçi şimdi onlar da yok..."
BABASI, ONU HASTANEDE TERK EDİP GİTTİ
Hayattaki bütün doğru ve yanlışları tersyüz olmuştu. Hayatında son noktaya kadar sürecek tek desteğin sadece ailesi olduğunu düşünürken, o cepheden de kötü bir sürpriz geldi: Babası, "Bu durumu kaldıramayacağım" deyip karısını ve çocuklarını, Memet Sefa henüz hastanedeyken terk etti. İki ay sonra da başka bir kadınla evlendiği haberi geldi. "İkinci kadının varlığını kaza yaptığım gün öğrenmiştim ve kafam biraz da buna bozuktu." Aynı baba, aylar sonra evde kalan iki kutu boyasını almak için sadece kapıdan uğrayacak ve Memet Sefa’nın kol kuvvetiyle çıkabildiği dördüncü kattaki asansörsüz dairenin satılıp yerine düzayak bir daire alınmasına karşı çıkacaktı!
Memet’i bekleyen bir başka sürpriz de, dört yıl birlikte yaşadığı kız arkadaşının, kazadan birkaç ay sonra onu terk etmesiydi. "Kazadan önce onun için vazgeçilmezdim. Çocuklarımı doğurmak istiyordu ama kaza sonrasında acabalarda kalınca, benim de onunla bir ilişki yürütmem mümkün değildi. Aşkının sahici olduğuna inanıyordum. Ama demek ki onun aşk dediği kapı gibi bir adamla bir mekana girdiğinde, jeanimin arka cebine elini sokup popomu sıkmasından ve etrafa böbürlenmesinden ibaretmiş."
Yolda onu görenlerin, "Vah vah Allah yardımcın olsun evladım, çok da gençmişsin" demeleri hálá kaldırabildiği sözler değil. Bunu yapanlara had bildiren keskin bir cümle kuruyor: "Hep, ne güzel kasların var, vücudun süper, nasıl yaptın bu vücudu diye gıpta ederlerdi. Bana acınması hiç tanımadığım bir duyguydu. Şimdi sadece bir tek ben kendime acıyabilirim. Kimsenin böyle bir özgürlüğü yok, bir tek ben bu özgürlüğe sahibim."
Tuvaletimi yapabilmek bile hayatımı daha yaşanır hale getirecekŞu anda belimde, epey büyük bir sinir sıkışması var. O kadar baskı yemiş bir yere kök hücre nakli yapılsa bile o hücre hasar altındaki bu dokuda çok fazla gelişemeyecek, beni su yüzüne çıkaramayacak. En iyimser senaryom, bu sıkışıklığın bir ameliyatla rahatlatılması, sonra da eğer bulabilirsek kök hücre nakli için gereken parayı denkleştirip Çin’e tedaviye gitmek. Ayağa kalkıp koşamasam bile kaybettiğim bazı fonksiyonlarımı yeniden kazanmak istiyorum. Tuvaletimi yapabilmek bile hayatımı daha yaşanır hale getirecek. Ama bu arada bir ayağa kalkabilsem, şu dizlerimi bir kilitleyebilsem hemen bale derslerime başlarım. Bunu gerçekten yaparım.
HÜZNÜMÜ VE HÜSRANIMI BALE YAPARAK ANLATACAĞIMYüzmede Türkiye çapında derecelere sahip, tek bacağıyla 150 kilo ağırlık basabilen bu genç adam, bir yıldır hareketsiz. Bacakları eriyip gidiyor, kolundan daha ince bir hal alıyor. Yine de fiziki acılar en büyük ıstırabı değil: "Hırs, nefret, sevgi, aşk gibi duyguları sahnede bedelsiz yaşama şansım vardı ve şimdi bundan mahrumum. Gerçek hayatta ise bunların bedeli çok ağır. Bir gün arabesk sınırlardan çok uzaktaki hüznü ve hüsranımı, yine bale yaparak ya da oyunculukla anlatmayı ümit ediyorum."
Secret sökmüyorYaşadıklarımı anlatıyorum, bana "Secret’ı okusana" diyorlar. Her gece yatarken, yarına düzeleceğim diye düşünmekle olmuyor işte. Evet insan inanmalı iyileşeceğine, ben de inanıyorum ama sökmüyor işte. Oradaki namussuz sinir düzelmediği sürece ayağa kalkamıyorsun.
SAHNEDE KIPIRDAMAYAN DERVİŞTiyatroda, derviş rolündeyim. Oradaki repliklerden biri sanki bana mesaj gibi. Yolcu diyor ki, "Bunu yenemesem de, savaşmış, sabretmiş, direnmiş olurum. Ben de derviş olarak diyorum ki, "Direnmek sabretmektir. Yaradan sabredenleri sever." Yani orada sabretmeyi salık veren bir derviş var. Bu durumda sabreden derviş muradına ermiş sözünün öznesi ben oluyorum. Kendimle çok bağdaştırdım bu sözü.