NEDEN RÖPORTAJ YAPIP DURUYORRöportaj deyince benim aklıma ‘‘soru sorma sanatı’’ndan çok ‘‘merak etmek’’ geliyor.
İnsanların merak ettiğim yanlarını anlamaya çalışmak ve başkalarıyla paylaşmak.
Neden böyle bir ihtiyaç duyuyorum? Hiç bilmiyorum. Ben meraklı biriyim. Bu işi yapmamın yegane sebebi bu. Soru sormayı seviyorum. Soru sormaktan utanmıyorum.
İyi röportaj, samimi röportaj.
Bazen denk düşüyor, bazı röportajlar bir su damlası gibi oluyor. Minik, tek bir su damlasında o kişinin hayatına ve kişiliğine dair pekçok ipucu yer alıyor.
Bir röportajcı olarak bunu becermek kolay değil. Karşındaki sana güvenecek, kendini, daha da önemlisi yüreğini açacak.
Bu anlamda bir hünerim olduğunu düşünüyorum. Zaman zaman bunu becerebiliyorum. Ben insanlara güven verebiliyorum. Bence bu, bir röportajcı için çok önemli. Tarafsız gazeteci ayaklarını bırakacaksın, kendini karşındakinin yerine koyacaksın. Ama bunu metazori değil, içinden geldiği için yapacaksın.
Röportaj aslında bir soru sorma değil, dinleme sanatı. İnsanların sadece anlattıklarıyla değil, anlatmadıklarıyla da ilgilenme sanatı.
Ama bir gazeteci olduğum için değil, soru sormayı sevdiğim için röportaj yapıyorum ben. Ve sizi temin ederim 10 yıl içinde yaptığım bütün röportajları kendim için yaptım. Sizi düşündüysem namerdim!
* Ayşe Arman’ın kitap için yazdığı giriş yazısından alınmıştır.Kanlı Cuma gecelerimizin en kanlı sayfalarıHürriyet Pazar'ın sayfalarının yapıldığı Cuma gecelerinin aramızdaki kod adı Kanlı Cuma. Kanlı Cuma'nın en kanlı sayfaları ise Ayşe'nin röportajları olanı.
Çünkü Ayşe genellikle sona kalır. Sebebi malumdur: Röportaj yapacağı kişinin kim olacağını düşünür, bunu düşünürken ortaya koca bir liste çıkar.
O, liste içinde en ikna olduğunun peşine düşer.
Zaman fark etmez, 24 saatin içinde herhangi biri, randevulaşır. Üşenmez, taksi şoföründen yönetmenine, arkadaşlarından annesine kadar soru toplar, her kimle konuşacaksa hakkında ne yazıldı çizildi okur. Kim tanır, sorar.
Yetmez, fotoğrafı nasıl çekilecek, ne giyse iyidir, prodüksiyon yapar. Şehir, hatta ülke demez kilometrelerce gider, gelir. Zaman daraldı, fark etmez bantlarını kesinlikle kendi çözer. Ölse, bant çözerken tek kelime atlamaz onlarca ekran yazı çıkar.
Hadi bakalım, kısalacak. Tabii ki kendi yapacak.
Bu arada gece yarıları olur. Zaten bir türlü aksiliğin gerdiği sinirler, Ayşe'nin uzadıkça uzayan röportajıyla kopar, patlar...
Hele diğer sayfalar bitmiş o bekleniyorsa!
Ama o devam eder. Geceyarısını çoktan geçmiş saatlerde röportaj yaptığı kimse kim, çevirir telefonu, bu sefer de okuma faslı.
Verse şu yazıyı dersin, verse de bitse. Yook, daha sayfayla ıncık cıncık oynanacak.
Bütün bunları, sorumsuzluğundan yapmaz.
Tersine işine olan aşırı sorumluluktan yapar.
Çok randevu iptal etmişliği, çok sevgili kızdırmışlığı vardır bu gecelerde.
Hepimizin birer patlayıcı maddeye dönüştüğü o geceyarısı saatlerindeki bu hali için tek mazereti var:
Ortaya çıkardığı benzersiz röportajlar.
Kitap ortaya çıkınca, inanamadım.
Tam 10 yıl olmuş. Hiçbiri yabana atılmayacak sıkı 500 röportaj.
O 500 röportajın Kanlı Cuma'larında bir o kadar da mesleki tatmin, gurur var bizim için.
Hürriyet Pazar, birçok şeyle bugün olduğu gibi zirvede. Ama onların arasında Ayşe Arman röportajlarının, onun röportajcılığının yeri apayrı.
DEKOLTE Mİ DEĞİL Mİ TARTIŞMASIBu elbise Demirel röportajıyla olay oldu, Alman Cumhurbaşkanı Johannes Rau’da kimse ses çıkarmadı!
Eğer Süleyman Demirel muhafazakársa ben de ne olayım! Herkes kıyafetimi eleştirirken o son derece normal karşıladı. Pekçok gazeteci bir kere daha beni gazetecilik ciddiyetine yakıştıramadı. Süleyman Bey ise ‘‘Sen aldırma onlara, yoluna devam et’’ dedi.
Alman Cumhurbaşkanı Johannes Rau ve eşi:Berlin'de görüştük. Üzerimde Demirel elbisem vardı. Burada hadise olmuştu orada bir şey olmadı. Türkleri sevdiğini söyledi, beni diğer Türklerden daha fazla sevdi, çünkü bana göre tam Türk ona göre yarım Almanım!
AKLANDI MI AKLANMADI MI?Ne sorulduğuna bile bakılmadan ‘‘Neden bu insanlara soru soruldu’ diye kıyamet koparıldı!
Offffffff. Ne röportajdı ama. Ne sorduğumdan çok, neden onunla röportaj yaptığım konusu gündeme getirildi. Hálá diyorum ki yeryüzünde röportaj yapılamayacak insan yoktur. Yeter ki anlatacakları bir şey olsun. Takdir edersiniz ki Mehmet Ağar'ın çok vardı .
Ayhan Çarkın:
En beğendiğim röportajlarımdan biridir. Bir özel timciye ‘‘Sen katil misin?’’ diye nasıl sorduğumu hálá bilmiyorum.
KİMSE ONUNLA NİYE KONUŞTUN DEMEDİSusurluk kamyoncusu hiç aklına gelmediği bir anda meşhur oldu.
Hasan Gökçe: Susurluk skandalı patlamış, herkesin hayatı kaymış ama Susurluk kamyoncusunun hayatı bir başka kaymış. Yılbaşıydı, yapacak daha iyi bir şeyim yoktu. Yılbaşını Susurluk'ta geçirdim, bir de röportaj yapıverdim!
Bakanın bekáreti kıyamet kopardı
Işılay Saygın’ın, ‘‘52 yaşındayım ve bakireyim’’ açıklaması çok ses getirdi. İsteyerek mi açıkladı? Hayır, ağzından çıktı. Peki beni neden ilgilendirdi? Çünkü Işılay Saygın, Kadından Sorumlu Bakan'dı. Ve bekáret kontrolünü savunuyordu. 18'in altındaki genç kızlar, gerekli görülürse, onun da rızasıyla bekáret kontrolüne yollanıyordu. Benden bu röportajı yalanlamamı ve röportaj kasedini de geri vermemi rica etti. Kabul etmedim. Emin Çölaşan da ‘‘Ortada böyle bir bant varsa tabii...’’ diye yazınca, yalan
haber yapmadığımı kanıtlamak için kasedi Basın Konseyi'ne yolladım. Haber, günlerce ana haber bültenlerini işgal etti. O günden beri Saygın'ı görmüyorum ve röportaj kasetlerimi, ‘‘Yalan haber yaptı, kafasından uydurdu’’ gibi saldırılara maruz kalmamak için saklıyorum.
Süreyya Ayhan’ı nasıl parçalamışlardı
Süreyya Ayhan: Şimdi bakmayın herkesin Süreyya Ayhan'a bayıldığına. O zamanlar Türkiye ikiye ayrılmıştı. Ve başta Fatih Altaylı olmak üzere pekçok insan bu kızı parçalamıştı. Röportajın bir yerinde Yücel Kop'un 14 yaşından beri antrenörü olduğunu söylüyordu, bir başka yerinde ise ‘‘O benim her şeyim. Arkadaşım, dostum, sevgilim...’’ gibi bir ibare vardı. Sivri zekalılar bu ikisini birleştirdi, Yücel Kop sübyancı, Sürreyya ise ahlaksız ilan edildi. Gereksiz, manasız bir tartışmaydı, en çok yıprattıkları insan da Süreyya oldu. Benim için bu haber ardından yaşananlar, yaşadığımız toplumun ikiyüzlülüğünü görme açısından çok önemli bir göstergeydi. Neyse ki Süreyya hiç onlara aldırmadı, yoluna devam etti...
Bu fotoğraf için çok kızdılar bana
En yakın arkadaşım Jack Nicholson'la laubali pozlarımızdan biri! ‘‘Ne işin vardı adamın üzerinde?’’ diye çok kızdılar bana.
Dünya Kupası'ydı ve bizim hemen önümüzde oturuyordu. Evet haklısınız, üzerine atlamaktan başka şansım yoktu. Jack Nicholson bu ya! Atlamayıp ne yapacaktım.
Çıplak ayaklı diplomat Karen Fogg
Bir dönem Türkiye'nin AB ilişkileri ondan soruluyordu. Neredeyse, ‘‘persona non grata’’ ilan edildi. Hálá çok sevildiği söylenemez. Ben? Sevdim. Ortalıkta korumasız dolaşan ve röportaj sırasında ayakkabılarını çıkaracak kadar rahat olan insanları seviyorum!
Nevin Sungur’la: Budur yani insanların ‘‘Yaşlı görünüyorsun değiştir artık’’ diye tutturduğu o fotoğrafın aslı.
Ölü yıkayıcısı:
Hepimizin sonu o taş işte! Günün birinde, ‘‘Ben neden bir ölü yıkayıcıyla röportaj yapmıyorum’’ dedim ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na gittim. Beni sarsan bir röportaj oldu. Ama çok şey öğrendim. Bütün ölü yıkayıcılara saygılarımı sunuyorum ve işlerini son derece özenle yaptıklarını biliyorum.
Ercan Arıklı:
Patronumdu. Unutulmaz adamdı. Ölmeden önce kendisiyle yapılmış son röportaj. Onu hálá rüyalarımda görüyorum. Hınzır hınzır gülüyor.
Benim Adım Kırmızı çıkacaktı. Bir Orhan Pamuk röportajının zamanıydı. Edebiyatçı ama ben onu Harrison Ford'a benzettim. Zeki, esprili, yetenekli ve çekici. Biraz da paranoyak ve şüpheci...
Başka kimler yoktu ki...
FADİME ŞAHİN HINCAL ULUÇ REYYAN UZUNER AHMET ALTAN MURATHAN MUNGAN PERİHAN MAĞDEN RUS FAHİŞE PİYANO TAŞIYICISI ESRARENGİZ TOSYALI ERTUĞRUL ÖZKÖK SADUN TANJU EMİN ÇÖLAŞAN FATİH ALTAYLI DAUM Kurye Dilek Meral Akşener SABRİ DOĞAN RAUF TAMER FATİH TERİM HAGİ İLHAN MANSIZ ZAFER MUTLU ZEKERİYA BEYAZ VOLKAN VURAL CEM YILMAZ CLAUDIA SCHIFFER DAVİD COPPERFIELD