Güncelleme Tarihi:
İki yıl önce bir odada 50-60 kişiye söylediğiniz bir şarkı (‘Sadece’), kısa sürede milyonlara ulaştı. Bugün, müzik otoriteleri albümünüzün, ‘2016’nın en iyisi’ olduğunu söylüyor. Şarkılarınız radyolarda, dizilerde, reklamlarda çalıyor. Alternatif bir tarzı ana akıma kabul ettirdiniz. Bu, nasıl oldu?
- Ben sadece gitarımı çalıp şarkılarımı söyledim. Bana ait ‘bir şey’, o odadaki pırıl pırıl yüzlerde çok tatlı bir karşılık buldu. Ve hep birlikte şunu gördük: Hani denir ya; “İnsanlar bunu istiyor”, öyle bir şey yokmuş. Hangi duyguları ne şekilde paylaşacağımızın keskin kuralları yok bana göre. Neden milyonlarca insanı aynı yere tıkıştırdık ve “Al, senin beklentin bu” deyip onlara hep benzer şeyleri verdik, bilmiyorum. Öte yandan ben bunun alternatif bir tarz olduğunu da hiç düşünmedim.
Şarkının sözleri çok içtendi (“Hiçbir şey istemedim / Ne yatak ne oda / Ne de ev / Sen de bırak her şeyi / Sadece beni sev”). Bunun etkisi de olmuş mudur?
- Benimle birlikte söylemeyi tetikleyen bir şey var o şarkıda. Diğer şarkılarımda da var. Bu yüzden biz bütün şarkıları birlikte söylüyoruz.
ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ HEP SAKİN OLMAMI SÖYLEDİLER
Dinleyeni bir anlamda ‘yoldan mı çıkarıyorsunuz’?
- Bu yoldan çıkalım zaten! Bizi her sabah uyandırıp bir yerlere yollayan, oralarda bize istemediğimiz emirler verdiren, ne ürettiğimizi unutturan, akşam eve gittiğimizde sevdiğimiz insanlara ayıracak sadece beş dakikalık halimizin kalmasına sebep olan o yoldan çıkalım. Ve bu yolda olalım biraz da... Birlikte şarkılar söyleyelim...
Müzikle ciddi olarak ilgilenmeye nasıl başlamıştınız?
- Çocukluğumdan beri insanlar bana hep daha sakin olmamı söyledi. Daha fazla gülmemi, daha iyimser, daha sempatik, daha komik olmamı... Aslında nüktedan biri olduğumu düşünürüm ama şakalarım karanlık geliyordu insanlara belki... 28 yaşında şunu keşfettim; beni üzen şeyleri ‘dan’ diye söylemek yerine derdimi başka türlü de anlatabilirim. Kendimden yorulmuştum. O tezcanlı, fevri, bir şeyleri değiştirmek için çok fazla mücadele eden, bir türlü kendini anlatamayan… O sürekli tırnaklarıyla masayı çizen çocuk olmaktan çok sıkılmıştım. Yeni bir alana ihtiyaç duydum, müzik öyle geldi.
Yine de müzikle ilgili büyük hayalleriniz olmamış hiç...
- Ben aslında müziği saklamak istiyordum. Küçük bir caz barda, kafelerde, arkadaş ortamlarında çalıyordum. Hiç “Müzikle ilgili bir şey yapayım” demedim. Zaten çok yorucu bir ofis hayatım vardı. Bir gün bir arkadaşım, Sofar’ın Türkiye’ye geldiğinden bahsetti. O organizasyon ne kadar cool’muş, oradan çıkan şarkılar nerelere ulaşıyormuş, hiç düşünmedim. Anlık bir karar verdim. Video çekileceğinden haberim bile yoktu. Çaldım, söyledim, o bir yerlere gitti. Üç hafta sonra işimden ayrıldım.
O gün orada o şarkıyı söylememiş olsaydınız, bugün nerede, ne yapıyor olurdunuz?
- Ofisi yine bırakmış olurdum. Çünkü artık ofiste çalışabilen insanların hakkını yediğimi hissetmeye başlamıştım. Oraya saatlerini verebilen insanlar var. Onlardan olamıyorsan gideceksin. O insanlar emeğinin karşılığını alacak, senin ekmeğin başka bir yerde, git kendi yolunu ara. Ben aramaya başlamıştım. O yol ya çocuk kitaplarına çıkacaktı, ya bir romana ya da bir şiir kitabına... Yine gitarımı çalacaktım, birilerine şarkılarımı söyleyecektim... Beni ya 10 kişi bilecekti, ya 100 kişi... Ya da hiç kimse bilmeyecekti ama ben ısrarla bir şeyler yapmaya devam edecektim.
ORALARA GİRMİYORUM, BİRAZ UTANIYORUM
Israrla bir şeyler yapmaya devam etmenize rağmen hiç kimse sizi bilmeseydi öfkelenmez miydiniz?
- Onu bir kere yaşadım. Senaryo yazdığım dönemde... Çok yetenekli olduğun alanda mutlaka parlayacağını düşünmek, yırtmaya çalışmak... Bunlar bana hayal kırıklığı olarak döndü. Ben de onları paketledim ve içimde bir yere kaldırdım.
Müzik eleştirmenleri, radyocular, Bülent Ortaçgil gibi müziğin efsaneleri... Hakkınızda hep çok güzel şeyler söylediler. Bunların nasıl bir etkisi oldu size?
- Sağ olsunlar. Nasıl bir etkisinin olduğunu bilmiyorum. Çünkü düşünmüyorum, oralara çok girmiyorum Güliz, biraz utanıyorum. Daha büyük bir ailem oldu, öyle bakıyorum... Her güzel yorumda çok heyecanlanıyorum. İnanamıyorum hatta bazen. Ne kadar şanslı biriyim. Bir de bu şans bana müzikle layık görüldü… Bu beni çok umutlandıran bir şey. Herkesin sevdiği, inandığı şeyi böyle utanmadan, sansürlenmeden, özgürce yapabilmesini diliyorum.
Öte yanda ününüz arttıkça sosyal medyada hakkınızda çok acımasızca şeyler yazanlar da oldu...
- Rahmetli anneme bile kötü şeyler söylüyorlar. Ya da çok anlamsız bir şey bulup oradan geçiriyorlar. İçimden; “Ya canım benim, bir buçuk sayfa yazmışsın ama o iş öyle değil, keşke bir çay içebilsek de sana anlatabilsem” diyorum. Gerçekten de isterim onlarla yüze yüze gelmeyi. “Niye böyle yalan yanlış şeyler yazıyorsun? Senin canını ne sıktı? İşte mi tatsız bir şey oldu? Sevdiğin kıza ya da oğlana duygularını mı söyleyemiyorsun? Ben söyleyebiliyorum diye mi bana kızıyorsun? Saçımı mı beğenmedin? Gözlüklerimi mi? Sen hep kendine baktın, yine de istediğin gibi olmadı ama bu pasaklı kadının bütün hayalleri gerçek oldu mu zannediyorsun” diye sormak isterim.
Annenizi de çok erken kaybetmişsiniz. Ölümle meselenizi hallettiniz mi?
- Bir anlamda hallettim, bir anlamda ölüme her zaman inanılmaz gıcığım. Nefret ediyorum ondan. Vakitsiz ölümün, rastgele ölümün karşısındayım.
KÜSSÜNLER, NE GÜZEL... İNSAN SEVDİĞİNE KÜSER
Sizi erken keşfedenlerin şarkılarınız her yerde çalmaya başlayınca size küseceğini tahmin ediyor muydunuz?
- Evet. Küssünler, ne güzel, insan sevdiğine küser. Ben de sevdiğim şarkıları kimseyle paylaşmazdım. O yüzden çok iyi anlıyorum. Engin Abi en başta, “Kalben, bir yerlere ulaşmaktan utanacaksan bu yola hiç girmeyelim, niş kalacaksak niş kalalım ama kalmayacaksak da söylenmeyeceksin. Çünkü bize küsecekler, taş atacaklar, bizi çok seven insanları bile tanıyamadığın, seni reddetmiş insanların seni aniden kucaklayacağı bir dünyanın içine giriyoruz” dedi. Ben de buna tamam dedim. Güliz, çünkü gitmek istediğim bir yer var benim. Ben İskenderun’da doğdum. Bebekken Van Gölü’ne düştüm. Osmaniye’de büyüdüm. Babam askerliğini Arpaçay’da yaptı. Annem Tatvan Kız Lisesi’nde resim öğretmeniydi. Babamla Ankara’da tanıştılar. Evlendiler, balayına Marmaris’e gittiler. Ben buralardan geçtim, Galata’daki ‘Sadece’yi söylediğim evde büyümedim. Başka şehirlerde, başka evlerde büyüdüm. 10 yaşında bir çocukken Zeytinli Köyü’nde babaannemlerin televiyonunda Nazan Öncel’i, Sezen Aksu’yu, Nilüfer’i gördüm, Bülent Ortaçgil’in anlattığı hikâyeleri dinledim. Benim şimdi babaannelerin o evlerine girmem lazım. Kendi kalıbımda bu net ve tutarlı bir istek. Rahatım istediklerimle ilgili.
Ünlü insanlarda “Herkes beni sevsin” beklentisi gelişir. Sizde böyle olmamış...
- Beni sevmeyen insanlar hep oldu hayatımda. İlkokulda, daha önyargılarımız yok, marka kotlarımız, ayakkabılarımız yok, yine bana gıcık olan çocuklar vardı. Beni sevmeyen arkadaşlarım, öğretmenlerim oldu. Bununla baş ettim. Başta kırıldım, yıkıldım, üzüldüm, ezildim. Ve sonra dedim ki; “N’apalım hayat böyle yani… Eziliyorsun, eziliyorsun da ne oluyor”. Bana gıcık olan ya da olma olasılığı bulunan milyonlarca insanı değiştiremeyeceğime göre kendim bundan etkilenmemenin bir yolunu buldum. Sürekli kendimi açıklamak zorunda hissetmediğim, bana inanan ve güzel hisleri karşılıklı paylaştığımız dostlarla yola devam etmeyi seçtim. İnsanlar birbirlerini sevmiyor. Birbirimize pasif agresif oyunlar oynuyoruz, karşımızdaki insana dargın olup bunu itiraf etmiyoruz, “Seninle şöyle bir derdim var canım kardeşim” demek yerine yıllarca konuşmamayı tercih ediyoruz. Bunu en yakınlarımıza bile yapıyoruz. Sonra da “herkes beni sevsin” biraz havada kalıyor.
Ekşisözlük’te biri “Çok da fazla ünlü olma tamam mı Kalben” yazmış. Hayranların hep sevdikleri ünlülerin ‘kendilerini bozmalarından’ korkuyorlar...
- Ne güzel bir şey... Ama kendini bozmak dediğin şey nedir ki? Ünlüleri görünce fotoğraf çektirmek için yanlarına gidiyoruz. Ama o, belki inanılmaz kötü bir gece geçirdi, sevdiği biriyle kavga etti, canı çok sıkkın, çok gergin... Bilmiyoruz ki... Hep güzel kıyafetler içinde, havası yerinde olmasını bekliyoruz. Ünlüler de bunu veremediklerinde “Ünlü olunca kendini bozdu” oluyor. Ya da bunu veremeyeceğini anlayan ünlü ortalardan kayboluyor.
Albümle birlikte birileri “O gözlükleri çıkarman lazım. Biraz kilo vermelisin” gibi şeyler demeye başladı mı?
- O klişe senaryoların hiçbiri yaşanmadı. DMC’den Samsun Demir’i de menajerimiz ve idari yapımcımız Engin Abi’yi de çok seviyorum. Beni ben yapan şeyleri anlayan ve yargılamadan tanımayı seçen dostlarım var şu an. Elbiseler değişir, saçlar değişir, gözlükler, tırnaklar değişir, insanın kemikleri bile zamanla erir. Bu değişimleri her seferinde ünlü olmaya bağlamak çok tutucu geliyor kulağıma.
Bir hayranınız olarak büyük bir yapım şirketinden albüm çıkarmanıza, şarkılarınızın her yerde çalmasına karşı değilim. Sevdiğim müzisyenlerin şarkılarını reklamlara vermesine de alıştım. Ama rol aldığınız bir banka reklamı var. O reklamı izleyince -niyet bu olmasa bile- fakir bir çocukla dalga geçildiğini hissediyorum. Oysa ben sizi o çocuğun yanında konumlandırmıştım, bankanın yanında değil...
- Biz o reklam için Serdar Abi (Erener’le) ve Nil’le (Karaibrahimgil) konuştuğumuzda, benim oradaki müzisyen olmama karar vermiştik. Ama çekimlerde o kadar eğlenildi ki, ben reklamda rol de aldım. Böyle işlerde daha önce yazar, editör, oyuncu gibi çeşitli pozisyonlarda çalıştığım için set ortamı bana keyifli geliyor. Şu ana kadar markalarla yaptığımız çalışmalarda ortaya çıkan ürünler içime sindi. Müziğimi yapıyorum, çok sevdiğim, saygı duyduğum insanlardan inandığım bir proje geldiğinde de evet diyorum.
Şarkıları dizilere vermek, reklamlarda oynamak gibi kararlar maddi kaynak yaratmak için mi alınıyor?
- Maddi kaynak için değil, mandalina soyup çekirdek çitleyerek dizi izleyen anneannelerin, babaannelerin evlerine de girebilmek için... Henüz hiç çok para getiren bir iş yapmadım. Ama yaparsam söyleyeceğim, “Bu işten 4.5 milyon dolar aldım” diyeceğim. Bizim maddi hedeflerimiz çok küçük şeyler. Biz müzik için, sevdiğimiz uğraşlarımız için, çocuklar için, bu hayatta eşit yaşam koşullarına sahip olmayan insanlar için ne yapabiliriz buna bakıyoruz.
Mona Lisa da neymiş!
Mutlu musunuz?
- Mutlu olmaya kararlıyım. Gün içinde o kadar farklı duygu durumlarından geçiyoruz ki… Yüzümüz binlerce kez değişiyor. Mona Lisa da neymiş! Her gün yeniden mutlu olman gerekiyor. Önce kendimizi, sonra en yakınımızdakileri, sonra umursadığımız ama uzağımızda olanları mutlu etmeye çalışmalıyız. Böyle bir teori geliştirdim; ilk dokunabildiğim yerden hiç dokunamadığım yere kadar nasıl hep birlikte mutlu olabiliriz, buna bakacağız.
Bu albümdeki şarkılar ilkgençliğin zor günlerinden çıkmıştı. Şimdi işinizde başarılısınız, âşık olduğunuz biriyle evlendiniz... Yine güzel şarkılar çıkacak mı?
- İnsanın hissettiği her duygudan şarkı çıkar. Saksıya da çok güzel bir şarkı yazılabilir, o saksının içindeki çiçeğe de, o çiçeği götürmek istediğim sevgiliye de, o sevgilinin beni bırakışına da, o sevgiliyle evlenişimize de... Şu anda çok farklı şeyler yaşıyorum. Adaletsizliği çok daha net görebiliyorum. Artık kendi hayatımla uğraşmaktan çıkıp insanların hayatlarına daha açık gözlerle bakmam gerekiyor. Dünyada bunca şey olurken kendi mutluluğuna odaklanmış, kafasında kavak yelleri esen biri olmak istemem. O şarkılar bir gün biterse de çıkar “Pilim bitti” derim ama içimde bunca sessiz şarkının varlığını hissederken sırf âşık olduğum insanla evlendim diye biteceksem, vay halime!
Peki başarı bir baskı yaratıyor mu yeni albüm için?
- İkinci albümün şarkılarını kafamda ve kalbimde hazır ettim sanıyorum. Omzumdaki baskı, müzikle ilgili olmadı hiç. Baskı, başka şeylerden kaynaklanıyor: Ağzıma geleni söyleyemiyorum, kadınca alıp başımı yürüyemiyorum, insanca hakkımı arayamıyorum...
‘Recm’ diye bir şarkınız vardı, siyaset tınılarını daha açık duyduğumuz... Albüme girmedi. Öyle şarkılar yapmaya devam edecek misiniz?
- Tabii. Bu hislerden, yaşadıklarımızdan soyutlanmak; gerçeğin üstüne çıkmak bana göre değil pek. İçinde olmak, kendimce anlatmak nefes aldırıyor.
BUGÜN İPTAL EDİYORSAK KONSERLERİMİZİ YARIN ÇALACAĞIZ. AMA ÇALACAĞIZ...
Çok karanlık günlerden geçiyoruz. Nasıl görüyorsunuz olan biteni?
- Gece sokakta bir kadının başına neler gelebileceğini, annesi-babası olmayan çocukların ne durumda olduğunu, öğretmenlerin, memurların neler çektiğini, Güneydoğu Anadolu’da, Doğu Anadolu’da, Karadeniz’de, İç Anadolu’da neler olup bittiğini biliyordum. Biliyorsun çünkü. Kültürel miras... O yüzden şimdi sadece “Hâlâ nasıl böyle olabilir” diyorum. 30 yaşındayım, hâlâ beş yaşında bir çocuk gibi uçağın kanadında sihir var, öyle uçuyor sanıyorum. Bizi bu kadar şaşırtan güzellikleri yapan da insan, elleriyle parçalayan da... Ankara’ya gittik 800 metre ötemizde oldu patlama, Bursa’ya gittik, Ulu Camii’de yaşandı ilk kez. Kahramanmaraş’a geçeceğiz, Kayseri’de oldu… Bu yılın içinde böyle o kadar çok olay var ki. Sırf Türkiye içinde bu bir de…
Bütün bunlara rağmen devam etme gücünü nerede buluyorsunuz?
- Bir genç kızı biri kovalarken onu durduracak üç insanın varlığına inanmaktan başka, küçük bir çocuğun başına bir şey geldiğinde onu koruyacak beş bakanın varlığına inanmaktan başka yapabileceğim hiçbir şey yok. Bugün iptal ediyorsak konserlerimizi yarın gideceğiz. Ama gideceğiz. Ben inanarak ne yapıyorsam onu yapmaya devam edeceğim. Sevdiğim insanlarla kendimi çevreleyeceğim. İnsanlara kötü şeyler söylemeyeceğim. Arkalarından sadece iyi konuşacağım. Kötü konuşacaksam hiç konuşmamayı tercih edeceğim. Beğenmediğim insanlardan uzak duracağım. Hiç kimseye saygısızlık etmeyeceğim. Hiç anlaşamayacağım düşündüğüm birine derdimi sakince anlatmayı seçeceğim. Kadınlara, çocuklara, insanlara zarar veren herkesin mutlaka adil bir şekilde cezasını alması için uğraşacağım. Çocukların sağlıklı yaşayabilmesi ve eğitim alabilmesi için çalışacağım.
KENDİMLE UĞRAŞMAYI BIRAKTIM, BEN MÜKEMMEL ÜRETİM DEĞİLİM
30 yaşına gelince neler değişti?
- Kendimle uğraşmayı bıraktım. “Bu vücutla doğan benim, yaşayan benim, çürüyen benim, sana ne oluyor kardeşim” dediğim yer, bu yaş. Bu da kümülatif bir bıkmanın sonucu galiba. İnsan zamanla kendini biricik yapan yerleri keşfetmeye başlıyor. Çok mutsuz olduğunu, çok yorgun olduğunu, kendini hiç sevmediğini, bu yüzden ilişkilerini berbat ettiğini görüyor. Niye hoşlanmıyor kendinden? Annesine, babasına yetemediğini düşündüğü için, sevgilisine göre yeterince güzel olmadığını düşündüğü için, kadın bedeninde erkek olduğu için, erkek bedeninde kadın olduğu için… Ne gerek var? Bunu dedim galiba ilk defa. Ne mutlu dünyaya ki mükemmel insanlar üretilmiş. Ben mükemmel üretim değilim. Ama benim de kendimce çok güzel hissettiğim, çok iyi olduğum, beni çok rahatlatan, bana “Vay be Kalben sen de fena değilsin” dedirten taraflarım var. Ben onlara odaklanmayı seçtim.
Ama bunu diyene kadarki sürede müthiş bir kendiyle alay etme becerisi geliştiriyor insan değil mi? Sahnede de sık sık kendinizle ilgili şakalar yapıyorsunuz...
- Eskiden kendimle alay ettiğimi düşünüyordum, meğer “Birileri benimle alay etmeden ben kendimle alay edeyim” diyormuşum. O başka bir şey. Şimdi gerçekten alay ediyorum. Çünkü artık birileri benimle alay etse ne olur etmese ne olur. Çocukluğundan beri gözlük takan, kendi cinsine göre biraz büyük kalıplarda olmuş, insanlarca her zaman biraz standart dışı olduğu hissettirilmiş biriyim. Şimdi sahneye çıkıp da havalı havalı takılmam başta bana komik gelirdi. O yüzden çıkıyorum, kötü şaka yapıyorum, pot kırıyorum... Çünkü bence kötü şakalar yapmam komik. Sahnede gözlüğümün buğulanması komik. Göz kalemimin akması komik. Ne yapayım yani, gitar çalıp şarkı söylerken göz kalemin akıyor. Çünkü çok terliyorsun. Bizi ‘çirkin’ yapan, özgüvensiz kılan, birilerinin bize bakıp da beğenmediği her şey aslında bizim için çok özel bir hikayeye dönüşebilir.
Bu çağ da ‘böyle bir çağ’ aslında...
- Olabilir. Adele’in burnunu çekerken “Faranjit oldum arkadaşlar, sizi çok seviyorum” diye bir video paylaştığı bir dünyada olmak beni mutlu ediyor. İnsanların robot gibi oldukları, kendilerini paketleyip “Ben buyum” diye yutturmaya çalıştıkları bir dünyadan bıkmış olmamız gerekiyor.
ONU TANIMASAYDIM O ŞARİLERİN ANLATTIKLARI ŞEYLER HEP BİRAZ SAHTE GELECEKTİ
Her fırsatta, özellikle sahnedeyken eşinizin adını sevgiyle anıyorsunuz...
- Artık bunu yapmayacağıma dair ona söz verdim. Sevmez öyle adı çok geçsin… Yaptığı işlerin altına imza atmayı seven biri değil. Sadece bir şeyler üretmeyi seven biri. O yüzden inanılmaz tatlı ve candan ve gerçek ve harika biri... Ben de o yüzden sürekli onun adını anıyorum. İnsanlar “Kıza bak âşık olunca ayakları yerden kesilmiş” diyorlardır. Ama ben bu kadar güzel emek veren bir insanımın adını anıyorum aslında. Ali, gerçek fedakarlıkların olduğu bir yerden, denizden geliyor, denizci. Sorumluluk alan, bir kadını, biri insanı olduğu gibi seven, ona “Sen bunları yanlış yapıyorsun” diyecek kadar da cesur, onu kaybetmekten korkmayan ama kaybetmemek için her şeyi de göze alabilen, gerçek bir insanı anlatmaya çalışıyorum aslında. Bana yağmurluğunu veren, ben açken yemek yemeyen… O yüzden anıyorum adını, “Benim o!” demek için değil.
Nasıl kesişti yolunuz?
- Fırtınalı bir Kadıköy akşamında...
Aynı sahneyi paylaşıyorsunuz, o da sizinle çalıyor değil mi? Birlikte çalışmak zaman zaman zor oluyor mu?
- Bazen çok aksi biri olabiliyorum. Bana “Benim dilimin kemiği hiç yok” dedirten şeyler söylüyorum. Ama hayatında böyle sevdiğin insanlar varsa kendini törpülemek zorundasın. O insan, bütün hırçınlıklarından, seni sen yaptığına inandığın ama aslında bağımlılığa, takıntıya ve kötücül inançlara dönüşmüş her şeyden daha önemli. Ali’yi tanımamış olsaydım, o şairlerin anlattığı, sevdiğim şarkılarda duyduğum şeyler hep bana biraz sahte gelecekti. Onu tanıyınca onların hepsinin gerçek olduğunu anladım.
Darbe günü evlendiniz değil mi?
- Evet. Bizim tarihimize darbe kelimesiyle değil; hüzünle, aşkla, umutla, kaybetmekle ve en mutlu anında dahi yas tutabilmekle girdi.
Sürekli şikayet ediyorsan, değiştirmen gereken şeyler var demektir
Uzun süre sevmediğiniz işlerde çalışmışsınız, ofis hayatından koşar adım kaçmışsınız. Sizinle aynı durumda olanlara ne tavsiye edersiniz?
- Güzel bir restoranda yemek yemek istiyoruz, bir araba istiyoruz, ev istiyoruz. Bunlar için bazı sözler veriyoruz, borçların altına giriyoruz. O zaman risk alma özgürlüğümüz azalıyor. Ben böyle azalmaya varım. İnsanın hayattan almak istediği tatlar uğruna gününün 10 saatini bir yere adamasına ben gerçekten varım! Ama bundan mutsuzsan ve sürekli şikayet ediyorsan, değiştirmen gereken bir şey var demektir. Çünkü parayı bir şekilde bulursun ama zamanı bulamazsın.
Kalben’in 2016’sı
ÂŞIK OLDUĞUM BİRİYLE EVLENME ŞANSINA ERİŞTİM, UMARIM DÜNYA, BU HAKKI HERKESE TANIR
2016 size neler getirdi?
- Hayal bile edemeyeceğim kadar fazla sevgi. Çok tatlı genç kız yüzleri, çocuk yüzleri, anne-babalar, mektuplar, hediyeler... Müthiş bir iyimserlik sonra... Bize haberler aracılığıyla ulaşan -ya da ulaşmayan- acıların, yasın, kanın olmadığı günlerin umudunu ispat eden bir hayatın ihtimalini bana gösterdi 2016. Düşüp yükseldim, düşüp yükseldim... Ne ağladığımı saklayabildim ne güldüğümü. Saklamak da istemiyorum bundan böyle. Saklanmak için çok az ömrümüz var, bunu anladım.
Bir albümle bir de evlilik getirdi sonra... Siz bizim kadar rahatça kızamıyorsunuzdur geçen yıla…
- Hiçbir yıla kızmayalım. Her yılın bir öncekinden daha güzel olması için ne yapabileceğimize bakalım. Dünyanın daha adil, eşit ve güzel bir yer olabilmesi için, birbirini seven bütün insanların özgürce yaşayabilmesi için, annesi-babası olmayan çocukların doğru yuvalar bulması için, kitabı olmayan çocuklar için, atayamadığımız öğretmenler için, öğretmensiz okullar için ne yapabiliriz, bunlara odaklanalım. Ben âşık olduğum, birlikte üretebildiğim biriyle evlenme şansına eriştim. Umarım dünya, bu hakkı herkese tanır. Berkant Ali’yle birlikte albümümüzü yaptık, kavuşmayı bekledik, kavuştuk, evlendik, turnemizi tamamladık. Kimi yerlerde ülkece acı çektik, kimi yerlerde acıyı nasıl onarabiliriz, umudu nasıl hissedebiliriz, ona baktık...
Kalben’in hikâyesi
* İskenderun’da resim öğretmeni bir anneyle emekli asker bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukken bir süre piyano dersi aldı. Lisede, okulun orkestrasında gitar çaldı, şarkı söyledi.
* Bilkent Üniversitesi’nde burslu olarak Uluslararası İlişkiler okudu. Medya ve kültür alanında yüksek lisans yaptı. Tezini hayatını kaybeden yakınlarımızdan kalan yadigârlar üzerine yazdı.
* Marka müdürlüğü, senaryo yazarlığı, sosyal medya direktörlüğü, sigorta satıcılığı yaptı. Müzikle profesyonel olarak ilgilenmeye başladığında bir reklam ajansında yazar olarak çalışıyordu.
* İki çocuk kitabı var: ‘Lulu Güneşi Arıyor’ ve ‘Lulu Okula Başlıyor’.
Başımıza ne gelirse gelsin YALNIZ DEĞİLİZ
Müziğimizi dinleyenlerin tam ortalarında olmak istiyorum her zaman. Şöyle sağ kolumu birine, sol kolumu birine atıp “Bütün bu dertlerimizde, özgüvensizliklerimizde, kayıplarımızda yalnız değiliz” demek istiyorum onlara, “Başımıza ne gelirse gelsin, yalnız değiliz”...
“O ilk Sofar videosundaki kadar kızgın ve kırgın değilim artık. Ondan sonra o kadar çok güzel insanla buluştum ki… Bir şarkımda; “Dinlemiyor insanlar / Bence anlatamadım” diyorum ya, artık o şarkıyı hep bir ağızdan bağıra çağıra söylerken içimden şöyle geçiyor: ‘Bak dinliyoruz birbirimizi, artık anlaştığımız yerdeyiz”.
Cover yapmaktan ziyade kendi şarkılarımı söylemeyi seviyorum. ‘Haydi Söyle’yi bir arkadaş meclisinde söyledim. Seneler sonra bir kere de konserde çaldım. Benden habersiz Youtube’a kondu. Sağ olsunlar, çok sevdiler, albüme almaya karar verdik. İbrahim Bey (Tatlıses), bu şarkı karşılığında sadece çocuklar için bir iyilik yapmamızı istedi. Şarkılarla insanlara güzellik yapabilmişizdir belki diye düşününce içim ısınıyor.
Çok fazla yeni şarkımız var. Geçen hafta dayanamayıp bir tanesini Soundcloud’dan paylaştık. Çünkü tanımadığımız ama sevdiğimiz insanların bir yerlerde yitip gittiğini bilmek bizi sarsıyor. Kalbimiz kırılıyor. “Bir dakika, böyle olmaz, insanlara bir şey söylemeliyiz” dedik. “Savaşsız, sakin akşamlardan” söz ettiğimiz bir şarkımızı koyduk. Ama artık o akşamlardan sadece söz etmek değil, o akşamları yaşamak istiyoruz.