Yeryüzü o kadar tekinsiz ki ağaçların tepesi en güvenli yer gibi

Güncelleme Tarihi:

Yeryüzü o kadar tekinsiz ki ağaçların tepesi en güvenli yer gibi
Oluşturulma Tarihi: Aralık 23, 2016 16:10

“Bu bir özgürlük ve aşk hikâyesidir. İki hasta gencin hikâyesi. Birisi benim.” Şebnem İşigüzel’in son romanı, bu cümleyle açılıyor. Kahramanıysa tüm dünyadan saklanmak, yaralarını iyileştirmek için Gülhane Parkı’ndaki bir çınarın dallarına sığınan genç bir kız. ‘Ağaçtaki Kız’, Türkiye’nin son üç yılının ve ülkenin bugüne kadar yüzleşilmemiş yalanlarının romanı. Satırlar arasında bir yerde “Bir ailenin hikâyesi, eninde sonunda kadınların hikâyesidir” diyor İşigüzel.

Haberin Devamı

Bu kez kahramanınız, başına gelen türlü trajediden sonra ağaçta yaşamaya karar vermiş bir genç kız. Bu fikir nasıl geldi?

- Fikir adım adım geldi ama kızın yerinde olsam, ben de ağaca çıkarım. Yeryüzü çok tekinsiz artık. Orası en güvenli yer gibi.

Fikri getiren adımlar neydi?

- Bizim için dedem, Yalova’daki bahçesine doğduğumuzda hep ağaç dikmişti. Benim için okaliptüs dikmişti örneğin. “İnsan ağaca benzer” derdi. Herkesin bir ağacı olduğunu düşünürdü. Beni de hep okaliptüse benzetirdi. Dalları gibi ince ellerimi, onun topraktan suyu çekişi gibi bitmek bilmez bilgi merakımı... Ağacım sararıp solsa arar, bir derdim olup olmadığını sorardı. Dedemin ağaçlarla bu ilişkisi cebimdeydi zaten.

Yeryüzü o kadar tekinsiz ki ağaçların tepesi en güvenli yer gibi

Haberin Devamı

Ya ikinci adım?

- Gezi isyanı... Komşum Rum madam bir sabah geldi, “Ağaçları kesiyorlarmış” diye. Ev terlikleriyle koşarak gittik. Madam ağaçların dikildiği zamanı biliyordu, romandaki babaanneyle aynı yaştaydı. Korkusundan Atina’ya döndü. Çünkü 6-7 Eylül’ü görmüştü ve bir şehir isyanını daha kaldıramayacağını düşündü. O gün onunla, Cihangir Camii’nin avlusunda oturduk. İlk kez orada anlattı 6-7 Eylül’de tanık olduklarını. Giderken de bana albümlerini bıraktı çünkü 1955’te onu en çok üzen şey, yola saçılan aile fotoğrafları olmuş. Atina’da öldüğünde, başucuna bir erguvan dikildi. Bu hikâye de bir kenarda duruyordu. Sonuncusu şu: 2015’te böbrek enfeksiyonundan 10 gün hastanede yattım. Kocaman bir ağaç, odanın penceresinden içeri giriyordu. Bir gün hemşire, “Ne güzel değil mi ağaç, insanın dallarına çıkıp orada yaşayası geliyor” dedi. Bunu da duyunca, “Roman geldi” dedim.

Romanı getiren hastanedeki hemşire oldu yani...

- Ondan bir adım evvel, Alman çevirmenim, Alman basınında hakkımda çıkmış bir eleştiriyi gönderdi. Övgü dolu bir yazıydı. Benim de hep çok bildik klasik bir romanı yeniden yazma arzum vardı. Çevirmenim ona gönderme yaparak, “Ağaca Tüneyen Baron’u yazamazsın” dedi. “Evet, tabii ki onu yazamam” dedim. Ama ağaç teması o kadar gelmişti ki... Bir adım sonrası karakterlerimi oluşturmak oldu. Günceli yazacaktım ama nereden, nasıl başlayacaktım? O sırada, bir yakınımın kızları Suruç’a gidecekti ancak okul işleri nedeniyle gidemediler. Evlerinde, Suruç’a götürecekleri oyuncaklar vardı. Onları almaya bir çocuk geldi, su gibiydi. Kızlar Suruç’a gidemedikleri için kurtuldular ama bir yanlarıyla da öldüler. Böylece karakterler oluşmaya başlamıştı. Ekimde tüm akışı değiştiren Ankara Barış Yürüyüşü patlaması oldu. Ben de kendimi romana kapattım.

Haberin Devamı

Yeryüzü o kadar tekinsiz ki ağaçların tepesi en güvenli yer gibi

“Teselli buldum” diyorsunuz ama teselli veren bir roman yazmamışsınız. Özellikle finaliyle yumruk gibi iniyor insanın midesine.

- Evet, irini akıttım. Doğrusu öyle kaptırdım ki kendimi, elimde güçlü bir şey vardı. Güçlü bir şey yazıyor olmaktan gelen bir teselliydi benimki.

Romanda son üç yıldır başımıza gelen her şey var. Gezi olayları, Suruç ve Ankara katliamları... Savcı Kiraz cinayeti, işsiz gazeteciler, kutuplaşma... Bunu kasten mi yaptınız?

- Suruç o kadar büyük bir acı ki, ona dokunamazdım. Kıyısından çevresinden dolaştım. Gezi bütün gücüyle girdi hikâyeye. Bazı kahramanlar kendi seçiyor kaderini. Yalanlar üzerinden ilerleyen bir tarih var ve hiç açıklığa kavuşmuyor. Hep üzeri örtülüyor ve başka taraflara çevriliyor. Tarih, elimizde bir at gibi; nereye sürersen oraya gidiyor. Bedeller ödenmediği, yüzleşilmediği için daha büyük şeyler patlıyor. Yerlerine oturtmak zordu tabii. İnandırıcı kılmak sıkıntılıydı. Bu yüzden o sahneleri biraz tiyatrovari yapmaya çalıştım. Benim için önemli olan, ağacın üzerindeki kızın varlığına inandırmaktı. O zor bir eşikti. Bu kadarı çok fazla ama bu kadarını yaşıyoruz. 2013’ten bugüne olmayan kalmadı. Yürek dayanmaz.

Haberin Devamı

Kahramanınız hayatta kalmakla lanetlenmiş gibi ve siz romanı öldürülen çocuk ve gençlere adadınız...

- Mağduriyet, geride kalmak bazen insanlara bir bilgelik, güç veriyor. Mesela Ali İsmail’in annesi. O çocuğu döverek öldürdüler. Bütün o ailelerin mahkemelerde yaşadıkları çok acıklı. Annesi, şimdi başka çocuklar için didiniyor. Geride kalanların hikâyesi başka bir şeye dönüşüyor. Mesela Berkin Elvan’ın ailesi, bütün ezilenlerin yanında. Ben böyle olabilir miydim, bilmiyorum. Yıkılıp giden aileler de var. Nihat Kazanhan’ın ailesi mesela. Ama onlara sahip çıkmak için Ali İsmail’in annesi var. İnsanların içinde gizli bir direnme gücü olduğuna inanıyorum. Ağaçlardan öğrenecek çok şeyimiz var; biz gidiyoruz, onlar kalıyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!