Güncelleme Tarihi:
“Kafam Bozuk” dil zenginliği ve kurgusuyla dikkat çekiyor. Kendinizi Türk edebiyatında nereye oturtuyorsunuz?
-Türk Edebiyatını bir şehir olarak düşünelim. Bense dur duraksız yirmi dört saat kesintisiz ring seferi yapan bir otobüsteki uykusu gelmeyen bir yolcuyum. Şoförler arada bir değişiyor ama benim yolculuğum devam ediyor. Şehre kendimi yabancı hissediyorum. Otobüsün nereye gittiği konusunda ise hiçbir fikrim yok.
-Romanın içinde var olan kadınları yazarken kimleri düşündünüz? Sizin hayalleriniz hakikate dönüştü mü?
-Ben kadınsız bir evde büyüdüm. Yani beş altı yaşına kadar annem ve halam vardı ama sonrasında babaannem büyüttü beni. O yüzden midir bilmiyorum, kadınlara karşı çok hassastım küçükken. Onlarla bir arada olmak ve konuşmak çok hoşuma giderdi. Bu yüzden her zaman erkeklere karşı kadınların yanındaydım. Onları melek gibi görürdüm. Sonra kadınlar tanıdıkça tıpkı romanımdaki Matilda gibi bulanık karakterlere can verebilir oldum. Eski naif halimle kadınları “meşum” karakterler halinde yazmakta zorlanırdım. Fakat hayatta tanıdığım kadınlar bana kötücül kadın yazmayı öğrettiler. Sorunun ikinci kısmının cevabını da verdim, sanıyorum.
-Kendimizi savunmak için mantığımızı da kullanırız ama hayaller insanlara gerçeklerden daha fazla yol gösteriyor, öyle değil mi?
Yol gösteriyorlar mı bilmem ama ben sanki hayata karşı koyabilmek için kendime hayali bir ev yaptım gibi geliyor. Gençlik yıllarımda bu evde otururdum. Orta yaşlarıma doğru evin sıvası dökülmeye, duvarları çatlamaya başladı. Sanıyorum 1999 depremiyle beraber evin temelleri de sarsıldı. Evden dışarı çıktım. Hayatın evin penceresinden göründüğü gibi olmadığını fark ettim. Şoka girdim. Çıkmaya çalışıyorum. Belki yazmak da gerçekle yüzleşmeyi kolaylaştırıyordur, bilmiyorum.
-Kafam Bozuk bizzat kahramanın ağzından anlatılan, felsefe, siyaset, toplum bilim gibi farklı alanlardan beslenen bir eser. Romanı nasıl bir ortamda yazdınız? Okuyanlar nasıl tepki veriyor?
-Genelde şaşırdıklarını söylüyorlar. Kitaplarım türdeş olmadığı için bu şaşırmaları bir bakıma olağan ama bu kitap onları fazlasıyla şaşırtıyor. Hem tuhaf bir dünya var, yazarın fantezisinden doğmuş gibi görünen, hem de Türkiye’nin gerçekleri fantazyanın her tarafından fırlayıveriyor. Sersemliyorlar bir bakıma. Edindiğim izlenim bu.
-Romana giremeyen ya da aklınızı hâlâ kurcalayan bir hikâye var mı? Kitapta keşke şunu da yazsaydım dediğiniz şey oldu mu?
Kitabı yayınevine gönderdikten sonra bile eklemeler yapmaya devam ederim. Yani bir bakıma ben değişiklikler yapmayı sürdürürüm. Bu kitapta olmadı. Ben yaşadığım bazı olayları zihnimde sürekli tekrar ederim. Bu yüzden 8-9 yıl sonra sebebini anladığım olaylar olmuştur. Kendi kendime ilintisini o kadar yıl sonra kurduklarımdan bahsediyorum. Aynı durum anlattığım hikâyeler için de geçerli. Fakat bu kitabın yazımının bitmesiyle yayınlanması arasında yaklaşık bir yıl geçti. Noktasına, virgülüne bile dokunmadım.
BEN ASLINDA FİLM ÇEKİYORUM
-Sizce kitabın kahramanı Ayaz’ın içinde katledilmiş bir duygu var mı? Roman karakterlerini yazarken kimleri düşünüyorsunuz?Ayaz’ın içinde katledilen bir duygu var, evet; masumiyet duygusu. Karakterlerin hepsini kendi içimden; yaşadıklarımdan ve gözlemlediklerimden çıkarıyorum.
- Suç unsurunun bu kadar fazla olduğu bir ülkede polisiye okumamak, insanın gözüne perde çekmesi gibi bir şey sanırım. Polisiye roman denilince aklınıza kimler geliyor?
Ben birkaç Agatha Christie romanı, George Simenon romanı okudum. Raymond Chandler ya da Dashiell Hammet gibi Amerikan menşeli yazarlardan da okudum. Fakat benim asıl beslendiğim kaynak sinemadır. Benim yazma tarzımı Hitchcock filmleri ve sonraki tüm suç ve macera filmleri etkilemiştir. Mesela Kara Kadife romanımda zamanı parçalara ayırma fikri eğer Pulp Fiction filmini izlemeseydim olur muydu, emin değilim. Ben klasik anlamda bir polisiye yazarı olarak görmüyorum kendimi. Özellikle son romanımda yakaladığım tarz hayata dair felsefesini macera, gerilim ve suç unsurları arasında bize aktaran bir adamın hikâyesidir. İşin içinde suç olunca, kurgu da iyi çatılınca sanıyorum bunun adı polisiye oluyor. Ben yazarken keyif aldığım bir anlatım tarzı yaratıyorum ve aslında film çekiyorum. Türe falan kafa yormuyorum. Ona rafa dizenler kafa yorsun.
-Son olarak “Kafam Bozuk” adlı romanınızın devamı olacak mı? Ne kadar kendimizi soyutlamaya çalışsak da ülkemizdeki gerginliklerden etkilenmemek mümkün değil. Türkiye’deki bu olan bitenler bir yazar olarak seni ne kadar etkiliyor?
Bu kitabın devamını yazmak isterim. Çünkü bu kitabın tarzı bana geniş bir kendimi ifade etme imkânı sağlıyor. Okuyucuyu da sade bir maceranın ötesinde felsefi boyutlara sürüklüyor. Ülkenin manzarasının belgeselini yazıyoruz aynı zamanda. Beni çok etkiliyor ki, zamanın ruhu var kitapta. Çok açık ve net yaşadığımız yılların bir resmi var. Ben devamını yazmak istiyorum. Çünkü hala tüketecek bir nefesim var.
Sayım Çınar - sayimcinar@gmail.com