Güncelleme Tarihi:
Ülkemizde vizyon tarihi henüz netlik kazanmamış olan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen festivalde izlediğimiz Arjantin Şili ortak yapımı olan “La Novia Del Desierto” (Yalnız Kalpler) filminin yönetmenleri Cecilia Atán ve Valeria Pivato ile uzun ve detaylı bir söyleşi gerçekleştirdik. Yönetmenler Türkiye-Arjantin proje yapımı konusuna sıcak baktıklarını dile getirdiler.
Göçmen olarak sıradan yaşam süren ve kısa süreli aşkı tadan Şilili bir kadının hikayesine yelken açtınız ve filmi onun gözünden izledik. Arjantin’de yaşayan çok fazla göçmen var mı? Aşkın bir insanı farklı yöne çekeceğini düşünüyor musunuz?
“La Novia del Desierto” (Yalnız Kalpler) bir aşk hikayesi olmakla beraber aynı zamanda da bir sürgün hikayesidir, zira asıl mevzu karakterin başka bir yere “nakil olmak /göç etmek” zorunda kalışıdır. Bu hiç şüphesiz yaşamlarını başka yerlerde sürdürmek için, bulundukları yeri terk etmek zorunda kalanların da yaşadığı bir duygudur. Ülkesine veda eden Teresa, yeni yuvasında daha önce hiç öngörmediği şeylerle mücadele edip onlara teslim olmuştur. Mesela arzusunu yeniden keşfetmesi için, yolunun aşk ile kesişip onu mutlu etmesi gibi… İçgüdüsel bir hayat sürmekle eşdeğer olan aşk; Teresa’nın (Paulina Garcia) bakışlarını genişletip, kaderine meydan okumasını mümkün kılan bir etmendir.
Sizin de belirttiğiniz üzere film aslında bir aşk hikayesiydi ve Teresa’nın yolda yaşadığı deneyimleri anlatıyordu. Yol hikayeleri hakkında ne düşünüyorsunuz? En beğendiğiniz yol filmleri hangileri?
Genellikle yol filmlerinde genç karakterler rol alır. Filmde, bize ilginç gelen yaklaşım, 50 yaşın üzerindeki insanların ilk yolculuklarına çıkıyor oluşlarıdır. Bu husus; söz konusu filmi şekillendirmeye geldiğinde çok önemli bir başlangıç noktası olmuştur. Karakterlerin yaşlarını göz önünde bulundurduğumuzda, hayatlarında aldıkları önemli kararlardan etkilendiklerini gördük ve ona göre bir tercih yaptık. İşte bu nedenle, filmimizi belirli bir türe yerleştirmekle ilgilenmedik, çünkü hikâyenin beslendiği yer burasıydı. Onu eşsiz kılan ve ona ses veren şey farklı dünyaları ve nüansları oluşuydu.
Wim Wenders’ın çektiği “Paris, Texas, (1984)” en sevdiğimiz yolculuk filmlerinden biri. Aynı kategoriye dahil edeceğimiz Ridley Scott tarafından çekilen “Thelma and Louise” de favorilerimiz arasında. Ama her ahvalde yolculuk meselesinin, bir bahane olduğuna inanmaktayız. Sinemada herhangi bir tür kullanmanın en büyük zorluğu, hikayeleri anlatmak için yeni bir bakış açısı sunuyor oluşudur.
“60'larına ulaşan insanlar için her zaman tazelik ve doğallıktan bahsedemeyiz.”
Orta yaşlı insanlar da âşık olabilirler mi?
Her hikâye kendine özgüdür, ama hiç şüphesiz ki en çok motive edici şeylerden biri âşık olmaktır. Aşk sürpriz yapma, entrika ve şu ana kadar hiç tanışmamış olduğunuz insanda ilk anın yarattığı cazibe ile ilintilidir, insan işte o zaman başka bir tür samimiyete geçmek isteyeceğini düşünür. Açıkça ifade etmek gerekirse, Teresa (Paulina Garcia) ve Gringo (Julio Alfredo Corvalán) kendi yöntemleriyle tanışabilirler belki ama onlar gibi 60'larına ulaşan insanlar için her zaman tazelik ve doğallıktan bahsedemeyiz.
Peki, ortaya koyduğunuz hikâye gerçek miydi, yoksa sadece salt bir kurgudan mı ibaretti?
Bir kurgudan ibaret olan hikâye, gerçeklerden beslenerek, çevremizdeki gerçeklerle sarar ve dünyaya nüfuz eden iyi niyetli insanlar olarak, bunu görebilir ve hissedebiliriz. Arzuları, acıları ve hayalleri ifade etmek için, karakterlerin seslerini kullanarak kaleme döken biri, elbette bu çapraz geçiş ve kurgu arasındadır ve dolayısıyla hikayedeki gerçeklik bir şekilde seyirciye ilgi çekici gelmeye başlar. Samimi ve umut dolu bir ortamda her zaman cinsiyete, yaşa ve sosyal statüye bakmadan, bağımsız bir biçimde insanlarla bağlantı kurulabilir. Bu vesileyle, Cannes Film Festivali'ndeki dünya prömiyerinden ve birkaç uluslararası festivaldeki gösterimler sonrası, filmimizin evrensel oluşunu kabul ettik.
Filmin içsel bir yolculuğu temsil ettiği kanaatindeyiz. Sizce film böyle bir yolculuğu anlatıyor olabilir mi?
İnanıyoruz ki bu hikâye kesinlikle bir iç keşif, Teresa onu nereye götürdüğünü bilmeyen bir yolculuğa çıkmak zorunda, (kelimenin tam anlamıyla çöl) çünkü yolculuğun sonunda öze varışın, kendi kaderi haline dönüşeceğinin çok önemli bir karar olduğunu onaylıyor ve bu süreçte kış uykusundan uyanarak kendindeki içsel gücü keşfediyor
Göçmenlerin hayat şartları oldukça zor olmalı… Sizce de öyle mi?
Göçmenlerin yaşam koşulları her zaman göçmenler için zor olmuştur, çünkü göçmen olma hali sürgün hissi uyandırır. Hikayemizde ayrıntılı olarak ortaya koyduğumuz; Teresa karakteri bize güçlü görünüyordu ve Teresa koşullar gereği neredeyse 30 yıl sonra yeni ve belirsiz bir kader için, köklerini tekrar kesmek zorunda kalır. Onun içinde yankılanan bu “eko”, filmin işlediği iki zaman çizgisi arasında ilişki kurmayı sevdiğimiz benzersiz bir özelliktir.
İnsanların kaderlerine razı gelmeleri gerektiğini düşünüyor musunuz ve insanlar hayatlarını olduğu gibi kabul ederlerse nasıl olur?
Filmimizin bu çift anlamlılığa ilişkin net bir tutum aldığına inanıyoruz. Bize dokunan şeylere uyum sağlamanın yolu aslında basit, bunun hem kendini tanımakla hem de gelişimle ilgili olduğuna ikna oluyoruz, çünkü bu durum kaderimize her gün meydan okuma ihtiyacı ile ilintili…
“Tesadüfsüz kader yoktur.”
Kader mi, yoksa tesadüf mü?
Her iki durumda da tesadüfsüz kader yoktur ve her insanın hayatında karşılaşması gereken kişisel tesadüflerin her birimizin kişisel kaderine yazılmadığına inanmak zor. Eğer kader bir arama motoru olarak düşünülürse, bir insan en iyisine sahip olmak ister.
Film kırsal bir bölgede geçiyor ve biz de bu sebeple şunu sormak istiyoruz: Kırsal bölgede yaşayan insanlar sizce daha sıcak ve daha mı samimiler?
Kırsal kesimde yaşayanların daha sıcak ve samimi olduklarını dile getiremeyiz aslında. Şehir dışında yaşayanların doğa ile daha farklı bir ilişkiye sahip olduğunu düşünüyoruz, çünkü bu durum boşlukla ve zamanla bağlantılılar. Aslında onları diğerlerinden daha fazla ilgi göstermeye eğilimli yapan, insanları dinlemeleri ve onlara özenli davranmalarıdır, tesadüfen veya kaderin öngördüğü biçimde insanlar birden kapılarının önünde beliriverirler.
Filmin baş rol oyuncusu Julio Alfredo Corvalán’ın “Gringo” isimli bir lakabı vardı. Neden kendisini “Gringo” diye tanıtıyordu? Bize “Gringo” hakkında ne söylersiniz?
Erkek karakterimizin adı Miguel Alfredo Corbalán, takma adı ise Gringo idi. Bu takma adın fikri üç farklı kaynaktan geliyor: birincisi, karavanda sattığı ürünlere ilişkin olanıdır ve sattıklarının çoğu diğer ülkelerden ithal edilmektedir. İkincisi, göçebe bir hayat süren bir adam statüsüyle bağlantılıdır, çünkü kendisi daima yabancı görülen biridir. Gerçekten de başka hiçbir yere ait değildir. Üçüncüsü ise; canlandırdığı karakterin belli bir kalıba bağlı oluşundan ötürü sarf ettiği “De gringo no tiene nada” (Gringo’nun hiçbir şeyi yok) repliğidir, zira “Gringo” fiziksel olarak aşina olduğumuz diğer Arjantinli gringolardan farklıdır.
“Paulina ile Teresa beraber hareket ettiler”
Şilili ünlü tiyatrocu Paulina García ile çalışmaktan memnun kaldınız mı? Hikâyeye nasıl bir etkisi oldu?
2013 yılında Paulina’ya ilk defa senaryoyu okuttuğumuzda, karakteri çok sevmişti. O zamandan beri bu güzel yolculukta filmi ortaya koymak adına beraber yol alıyoruz.
Paulina'nın yorumu ve çekim öncesi sürecinde ortaya koyduğu iş Teresa’yı bedenen hassas biri haline getirdi ve sessiz kalmasını sağladı. Hala bugün filmi izlediğimizde
inşa ettiğimiz karakterine ait enfes ayrıntılarını bulmaya devam ediyoruz ve bu bizi şaşırtıyor.
Süreç boyunca Paulina ile Teresa beraber hareket ettiler, Bunun nedeni ise uluslararası eleştirmenlerin Paulina’nın çalışmalarına değer vermiş oluşlarıdır. Fenix (Amerika ve İber Yarımadası’ndaki 500’den fazla filmin dahil olduğu sinematografik sanatlar performans ödülü) ödülüne olan adaylığı, bunu açıkça ifade eder.
Arjantin sineması ve dünyadaki önemi konusundaki fikirlerinizi merak ediyoruz. Arjantin’de film yapmak zor mu? Kısıtlamalar oluyor mu?
Bu yıl yayınlanan filmlerin büyük çoğunluğu INCAA- “Instituto de Cine y Artes Visuales Argentino” (Arjantin Sinema ve Görsel Sanatlar Enstitüsü)’nün projeleriydi. Referans ettiğimiz enstitü, üretilen projenin büyüklüğü ve gelişimi için ayrılan sabit bir miktardaki parayı kapsıyor/içeriyor. Bu, demek oluyor ki son yıllarda ülkemizde ortaya konan türler giderek büyüyecek ve tekliflerin artmasına vesile olacak.
Bugünlerde aynı Film Enstitüsü, aynı şekilde bir yasa yürürlüğe koydu, bu yüzden orta ve küçük ölçekli yapımlar, temelde hiçbiri resmi tarafın desteği olmadan yapılamayacağı için büyük bir risk altında.
Bir gün Türkiye ile ortak film yapmak ister misiniz? Hiç Türk filmi seyrettiniz mi?
Deneyim yaşadığımız Arjantin-Şili ortaklığındaki Latin Amerika filmimiz başarıya ulaştı ve bu bir sinerjinin sonucuydu. Başka bir ülkeyi filmimize katma fikri ise yıllar önce film için seçtiğimiz oyuncu Paulina García ile çalışmamıza vesile oldu. Bu süreçte, filmin yaygınlaşması adına ortak yapımı gayet doğal karşıladık ve bunu gerçekleştirmek istediğimizde Türkiye ile ortak proje konusunda da herhangi bir kısıtlamaya sahip olmadığımızı anladık. Bildiğimiz en son Türk yapımının da “Kış Uykusu” olduğunu söyleyebiliriz. Üzülerek belirtiyoruz ki, henüz filmi izlemedik, ama işlediği tema ve eşsiz doğa manzarası ilgimizi çekiyor.
“Asıl düşüncemiz bir sonraki filmimiz için iki katı yaratıcılıkla daha fazla çalışmaya devam etmektir.”
Seyirciler filmi beğendi mi? Tepkileri ne yönde oldu?
Film, tanıtımını yaptığımız tüm ülkelerde güzel sonuçlar aldı, inanıyoruz ki
özellikle 20'den fazla alanda geniş çaplı ticari gösterim yapıyor olmak sahip olduğumuz niteliksel bir özellik. Özellikle Türkiye, Çin, Amerika, Almanya, Yunanistan, Brezilya ve halkın kültürel çeşitliliğine örnek olarak filmimizi kabul eden daha birçok devlet gibi…
İzleyicilere söylemek istediğiniz bir şey var mı? Son olarak bir sonraki projeleriniz hakkında bilgi verirseniz röportajımıza noktayı koyarız…
Açıkça belirtmek gerekirse, bir film gelişme sürecindeyken, uğraştığınız hikayelerle/konularla ilgili birçok fikriniz olacaktır ve bu fikirler, filmin montajı tamamlandığı zaman şekillenmeye başlar, sonra halka sunulur. Kesinlikle, bir eserin anlamını tamamlayan bir izleyicidir. Film gösterimlerinde topladığımız umut dolu his ve hayatla kurduğumuz bağlantı, hikâyenin evrensel ayrıntısı ile meselelerin başkaları üzerindeki üstünlüğünü garanti eder. Bu teşvik edici özellik, bizi geri kalan uluslararası festivallerdeki filmlerden ayırır.
Asıl düşüncemiz bir sonraki filmimiz için iki katı yaratıcılıkla daha fazla çalışmaya devam etmektir. Bir sonraki projemizde, yetişkin bir anne ve çocuğu arasındaki ilişkiden yola çıkarak, her ikisinin de dahil olduğu şefkat ve bağışlama sınırları içindeki bağlara dalış yapmayı istiyoruz ve halen araştırma sürecindeyiz.