Güncelleme Tarihi:
İkinci kitabı “Anne-Babayı İstismar”da ise Prof. Dr. Üstün Dökmen, yılların deneyimiyle toplumumuzun çözümsüz kalmış sorunlarına ışık tutuyor. Bu çarpıcı kitapta aile içi ilişkilere ve bunların toplumdaki yansımalarına yepyeni bir bakış açısı bulacaksınız: Göz ardı edilen gerçekleriyle anne-babanın istismar edilmesi.
“Bir genç elinde olmayan nedenlerle eve ekmek getiremiyor olabilir fakat hiç olmazsa ekmeği mutfaktan yemek masasına getirmeli, ev işleri konusunda annesinin yükünü azaltmalıdır. Ne yazık ki erkek egemen düzenin kültürel atmosferi, yaşları kaç olursa olsun özellikle erkek çocukların annelerine yardım etmelerini engelliyor” diyen Prof. Dr. Üstün Dökmen ile yeni kitaplarını konuştuk.
Son romanınız “Direksiyon” adını taşıyor. “Direksiyon”dan söz eder misiniz?
Direksiyon on birinci romanım. Tür olarak kişisel gelişim romanı olduğunu düşünüyorum. Ancak Direksiyon bir kişisel gelişim kitabı değil, bir roman. Tarihsel roman veya polisiye roman gibi bir de ‘Kişisel Gelişim Romanı’ olduğunu düşünebiliriz. Romanımın ana fikrini tartışmayacağım. Ana fikri, ana fikirleri sevgili okuyucularıma bırakmak istiyorum. Burada yalnızca romanın konusundan kısaca söz edeyim. Direksiyon’da beş temel kahraman var. Üçü erkek, üç kuzen bunlar; Mülayim, Ateş ve Dumrul. Dördüncü kahraman bir bilge köpek, Canbal. Beşinci kahraman ise romanın sonlarına doğru ortaya çıkan bir kadın, çobanlık yapan Lalehan öğretmen.
Bu kahramanları bize tanıtabilir misiniz?
Memnuniyetle. Mülayim, üniversite mezunu, pek çok şey biliyor, becerikli ancak hiçbir şey yapmıyor; iş de aramıyor, annesinden aldığı harçlıkla geçiniyor. Ateş de eğitimli fakat hiçbir konuda derin bilgisi, becerisi yok. Buna rağmen Ateş abartılı bir özgüvene sahip, adeta bir kifayetsiz muhteris, yerinde duramıyor, ateş gibi yani. Üçüncü kuzen Dumrul ise Dede Korkut Destanı’ndaki Deli Dumrul gibi, girişimci bir ruha sahip. Bu durumda üç kuzen de isimleriyle müsemma kişiler.
Canbal, bilgili ve bilge bir köpek. Belki gerçekten yaşıyor, belki Ateş’in iç sesi. Sonlarda ortaya çıkan Lahehan ise bozkırda yaşayan bir köylü kızı. Lalehan, üniversitede matematik bölümünü birincilikle bitirmiştir, bölümüne araştırma görevlisi olarak girmek istemektedir. Ancak araştırma görevlisi sınavına üniversite rektörünün oğlu da girer. Lalehan bölüm birincisi, rektörün oğlu ise bölüm sekizincisidir. Jüri üyeleri ellerini vicdanlarına koyarlar, sekiz birden daha büyük olduğu için Lahehan’ı değil rektörün oğlunu araştırma görevlisi olarak alırlar. Lalehan pes etmez, öğretmen olmak için ilgili bakanlığın yazılı sınavına girer, kazanır, fakat sözlü sınavda meslekî beceri dışındaki soruları yeterince bilemediği için öğretmen de olamaz. Sonuçta Lalehan köyüne dönüp çobanlık yapmak zorunda kalır. Özgüvenli, güçlü, Kibele Ana’nın, Süyüm Bike’nin, Nene Hatun’un, Halide Edip’in torunu olan bir Anadolu kadınıdır. Ateş onunla iş birliği yapacaktır.
“BAZEN BİREYLER ÇEMBER ÇİZİP DURURLAR”
Romanda direksiyonun rolü ne?
Ateş’e bir gün durup dururken bir ilham geliyor, Çin’e gitmeye karar veriyor, “Ben Çin’e bir gidip geleyim” diyor. Hazırlığı yok, arabasının bakımı eksik, motor hakkında hiçbir bilgisi yok. Ama kendine güveni hat safhada; yola çıkıyor. Başlangıçta bir bozkırda gitmektedir. Kısa süre sonra belli aralarla aynı yerden geçtiğini fark ediyor. Aslında ileriye gitmemekte, direksiyonunu bir çember çizecek şekilde kullanmaktadır. Bazen bireyler çember çizerler yaşantılarında, kısır döngüye girerler, bazen de toplumlar kendi hatalarından ve kötü yönetimler yüzünden ileriye gidemezler, çember çizip dururlar.
Ateş bozkırda çember çizerken Canbal adlı bir köpeğe rastlar, yanına alır onu. Canbal yaşamı yorumlama şekliyle Ateş’in içinde yaşamı daha iyi tanıma konusunda, önceleri küçük olan, sonra büyüyecek olan bir ateş yakar. Bozkırda gezici bir tiyatro topluluğuna rastlar Ateş, onlara “Niçin bozkırda dolaşıyorsunuz, burada seyirci yok” der. Onlar ise “Seyirci şehirde de yok, orada dolaştığımız zaman da seyirci bulamıyoruz, burada hiç olmazsa açık havada dolaşıyoruz” derler.
En ilginci Ateş köylerinden göç eden bir grup köylüyle karşılaşır. Bu köylüler köylerinde yerli tohumu ekmeleri yasak olduğu, hibrit tohumla da geçinemedikleri için göç etmektedirler. O güne kadar toplumsal olaylarla ilgilenmemiş olan Ateş, köylülerden öğrendikleri karşısında hayrete düşer, üzülür. Sonra Lalehan ile tanışır. İnsanlar için, bu topraklar için, bozkır için el ele verip çalışmaya karar verirler. Bu kararla Ateş, çemberini kırmış, içinde dönüp durduğu kısır çemberin dışına çıkmış olur. Öncelikle Lalehan’dan, bozkırın, başkalarının sandığı gibi boş bir yer olmadığını, bozkırda yüzlerce bitkinin, çiçeğin, onlarca tür hayvanın yaşadığını öğrenir.
Romanınızdaki mesajlardan bir tanesini söyleyebilir misiniz?
Tabi. Romanda yer alan çok sayıdaki iletiden bir tanesi şu: Hayatınızın direksiyonunu başkalarının eline vermeyin.
“X, Y, Z KUŞAĞI DİYE BİR ŞEY YOK”
Biraz da en son kitabınızdan söz eder misiniz? Anne babaların istismarı ne demek?
Başlangıçta psikoloji kitapları yazdım. Sonra çok sayıda roman, masal, tiyatro, şiir kitabı yayımladım. Anne-Babayı İstismar adlı kitabım uzunca bir aradan sonra yazdığım bir psikoloji kitabı oldu. Bu kitapla ilgili olarak özellikle şunu belirtmek isterim: Bu kitapta ergenlik dönemindeki gençlerden söz edilmiyor. Z-Kuşağından filan da söz edilmiyor. Kitabın içinde Z-Kuşağı yoktur, zaten dünyada da Z-Kuşağı diye bir şey yoktur. X, Y, Z kuşakları psikoloji alanında bilimsel değeri olmayan, magazin nitelikli bir sınıflamadır. İnsanları, ırklarına, dinlerine, mezheplerine, renklerine göre sınıflara ayırıp yönetme çabasının bir benzeri de doğum tarihlerine göre onları sınıflamaktır. Elinizdeki kitabım gençleri sınıflamayı, topyekûn eleştirmeyi amaçlamamaktadır.
Peki kim bu talepkâr ve öfkeli gençler?
Kitabın konusu olan talepkâr ve öfkeli gençler, ellerinde olmayan nedenlerle iş bulamamış, anne babalarıyla birlikte oturmak zorunda kalmış 25-35 yaş civarı gençlerdir. İş bulamadıkları için bu gençleri suçlamamalıyız; çünkü ciddî bir işsizlik vardır. Ancak bu grubu oluşturan bazı gençler annelerine ve babalarına, daha çok da annelerine karşı, zaman zaman öfkeli bir tavır sergilemekte, bunun yanı sıra onları mecburcu yerine koyup, bütün ev işlerini üzerlerine yıkmaktadırlar. Bu gruba giren kimi gençler, herhalde farkında olmadan annelerini eski zamanların halayıkları yerine koymaktadırlar.
Söz konusu gençlerle ilgili kitaptaki temel önermeniz nedir?
Kitabın içeriğini özetleyecek iki temel önermenin şu olduğunu söyleyebilirim: Bir genç yetişkin işi olmadığı için ayrı ev tutamıyor olabilir ancak lütfen dilini tutsun, önüne konulan yemeği, anne babasının davranışlarını olur olmaz şekilde eleştirmesin. Yine bir genç elinde olmayan nedenlerle eve ekmek getiremiyor olabilir fakat hiç olmazsa ekmeği mutfaktan yemek masasına getirmeli, ev işleri konusunda annesinin yükünü azaltmalıdır.
Ne yazık ki erkek egemen düzenin kültürel atmosferi, yaşları kaç olursa olsun özellikle erkek çocukların annelerine yardım etmelerini engelliyor. Bu ve benzeri sıkıntıların aşılması için toplumdaki erkek hegemonyasının kırılması ve çocukların ailelerde birtakım sınırlar konularak yetiştirilmesi gereklidir. ‘Erkektir, öz bakımdan bile muaftır’ anlayışının eğitimle giderilmesi, içimizdeki talepkâr ve öfkeli genç erkeklerin sayılarını azaltacak, daha da önemlisi giderek artan ka