Güncelleme Tarihi:
◊ Yeni bir kitap, yeni bir heyecan. Bu kez okurlarınızın karşısına “Yağmurun Gelini” adlı romanla çıktınız. Bu roman bize neler anlatıyor?
- “Yağmurun Gelini”, umudun ve umutsuzluğun, töreyle aşkın, her şeye rağmen mücadele etmekten vazgeçmeyenlerin hikayesi... 1950’lerin Türkiye’sinde, kaçakçılığı önlemek için tüm sınırın mayınlarla kaplandığı bir dönemde, bir yandan yöre halkının yaşadıklarını, kayıplarını, çaresizliklerini tüm gerçekliğiyle yüzümüze vuruyor; diğer yandan da güzeller güzeli Delal’in töreyle olan mücadelesini anlatıyor.
◊ “Yağmurun Gelini” aslında umudun romanı, doğru mu?
- Çok doğru. Roman zaten şöyle bir giriş cümlesiyle başlıyor: Hz. Adem cennetten kovulup yeryüzünde yapayalnız kaldığı günlerden birinde, Allah’a kendisini affedip tekrar cennetine kabul etmesi için diz çöküp yalvardı. Yakarışı biter bitmez yağmur başladı ve bir hayli uzun sürdü. Yağmur dinince Allah, Hz. Adem’e bir gökkuşağı gönderdi ve ayağa kalkmasını işaret etti. Eğer gökkuşağının altından geçmeyi başarırsa cennete ulaşacağını söyledi. Ve Hz. Adem, umut etmeyi öğrendi...
◊ Peki, Hz. Adem geçmiş midir gökkuşağının altından?
- Kimse geçememiştir. Hz. Adem, oğullarına umut vasiyet etmiştir. Oğulları onu anlamamıştır. O da anlasınlar diye, gökkuşağının altından geçerlerse dileklerinin kabul olacağını söylemiştir.
KÜÇÜK ÜZÜNTÜLER KONUŞUR
BÜYÜK DERTLER DİLSİZDİR
◊ Romandaki ana karakterlerinizden biri olan Mamo da oğluna hep umut vasiyet ediyor...
- Mamo, Halepli bir bilge adam. Oğlu Baran’ın ayağında bir türlü iyileşmeyen yaralar var. O da oğluna şu öğüdü veriyor: “Umut güzeldir oğul. İnsanın bir dileği beslemesi güzeldir. Sen de umut et...”
◊ Romanınızda bir şey dikkatimizi çekti. Hikaye 1959 yılında geçiyor. Bu yılda geçmesinin nedeni var mı?
- Elbette var. Bu yıl tesadüf değil. Çünkü Suriye sınırına yakın şehirlerin kaderi bu yılda değişmeye başladı. 1959’da ilk kez Suriye sınırı mayınlanmaya başlandı. O dönemde ipekli kumaş, naylon, esans, çay, tütün gibi şeylerin sınır kaçakçılığı yapılıyordu.
◊ Ana karakteriniz Delal’in hikayesi insanın yüreğine oturuyor...
- Ben de Delal’in hikayesini ilk dinlediğimde çok etkilenmiştim. Hatta o gün şu söz aklıma gelip takılmıştı: Küçük üzüntüler konuşurlar, büyük dertler dilsizdir. Delal’in de yaşadığı çok acı bir şeydi ve aynı zamanda büyük derdi dilsizdi. Ben bu romanla onun hikayesinin dili olduğuma inanıyorum. Düşünün ki yukarıda bir yerlerde melekler nişanlısının yaşamına son noktayı koyup divitlerini kırarken, aynı melekler bu sefer de ellerine tüylü uçlu divitlerini alıp onun alınyazısını yeniden yazmaya koyulmuşlar...
ROMANI YAZDIĞIM
4 AY BOYUNCA
AİLEMİ GÖRMEDİM
◊ Ne kadar sürdü yazma aşaması?
- Tamı tamına 4 ay... Bu süre zarfında sadece tek bir gün yazmadım. O da İstanbul’da imza günüm olduğu içindi.
◊ Ya aileniz?
- Doğrusu bu 4 aylık zaman diliminde eşimi ve çocuklarımı hiç göremedim. Zaten onların bu toleransı olmasa romanlarımı yazamazdım.
Sağ olsunlar yazma konusunda bana her defasında açık çek veriyorlar. Onlara ne kadar teşekkür etsem azdır.
◊ Sizin için zor olmuyor mu aylarca bir odaya kapanıp yazmak?
- Bu dünyada hangi iş kolay ki? Her işin kendine göre bir zorluğu var tabii. Ama işinizi zevkle yapıyorsanız, zorluklar sizin gözünüze batmıyor. Ben de işimi zevkle yapıyorum.
Çünkü yazdığım kitaplar sayesinde bir sürü insana kitap okumayı sevdiriyorum.
Onlardan aldığım mail’ler, mesajlar benim tüm yorgunluğumu alıyor.