TV8’in iddiası önemli ama gerçekçi mi?

Güncelleme Tarihi:

TV8’in iddiası önemli ama gerçekçi mi
Oluşturulma Tarihi: Eylül 08, 2014 09:02

Siyasal söylemin şu sıralar dillere pelesenk etmeğe çalıştığı sözcük hiç şüphesiz “Yeni Türkiye!” Bir şeylerin değişmekte olduğu iddiası, ki hiç de küçümsenecek bir iddia değil esasında, ama yine de henüz bir “iddia”, neticesi ne olacaktır bilinmez.

Haberin Devamı

Bu sezondan itibaren, henüz farkında değiliz belki ama, anaakım TV’lerde oluşmakta olan bir “değişim” de bize “yeni” bir kavram getirmekte olabilir. Çünkü, anaakım TV düzenini sarsabilecek yeni ve önemli bir “iddia” ile tanışacağız bu sezon ve iddia neticelenirse, Türkiye anaakım TV düzenini yeniden tekrar tarif etmemiz gerekecek. Bu da nereden çıktı diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Tabii ki, Acun Ilıcalı ve TV8 yüzünden. Eğer iddia edildiği (en azından, Ilıcalı’nın böyle bir arzusu olduğunu biliyoruz) gibi anaakım ligindeki sıralamaları değişecek olursa, temelde bir türe odaklanan bir kanalın anaakım yayıncılık anlayışını değiştirmesi, global TV yayıncılığı anlamında bir “devrim” olarak nitelendirilecektir. Çünkü anaakım TV yayıncılığının esası bir tür süpermarket dükkan anlayışına benzer. Farklı reyonları olan ve aslında tam da bu nedenle her tür müşteriye hitap edebilen, o dükkana adımını atan herkese mutlaka bir şeyler satabilme kapasitesi olan bir seçenekler çeşitliliğine tekabül eder.

TV8’in iddiası önemli ama gerçekçi mi

Haberin Devamı

Acun Ilıcalı ile Star TV işbirliği aslında böyle bir çeşitlilik sunuyordu. Özellikle, TV yayıncılığının en kârlı saat dilimini oluşturan primetime’da haftanın 3 gecesinde bir dizi devreye girerken, diğer dört gününde reality şovlarla ilginç bir mönü oluşuyor ve böylece, yıllardır birinciliği kimselere kaptırmayan Kanal D’nin en çok izlenen kanal olması güme gidiyor, Star birinciliği rahatça ele geçiriyordu. Geçen sezonu hatırlayanların çok iyi bildiği gibi, Kanal D çözümü dizilere yüklenmede buldu ve birçok dizisi ekran çöplüğünde kaybolmasına rağmen, örneğin Küçük Ağa gibi bir Yeşilçam replikasıyla çok iyi iş yapan bir diziyi de yaratmayı bildi. Ama ne yazık ki, reality şov işinde işler hiç de iyi gitmedi, örneğin bu yaz devreye alınan Alabora, görünüşte bir Survivor replikası olmasına rağmen, hiç bir işe yaramadı, kısa sürede yitip gitti.

Haberin Devamı

İşe biraz daha teorik yaklaşabiliriz. Öncelikle, süpermarket metaforunu tekrar düşünelim. İyi bir anaakım kanalın başarısı, reyonlarının sayısını azaltmasında ya da sadece bir reyonunu güzelleştirmesinde, oradaki ürünlerin kalitesini artırmasında formüle edilemez. Bu nedenle, sadece dizilere yüklenen kanalların, o “reyondaki” acımasız rekabet nedeniyle para kaybetmeleri kaçınılmazdır. Mühim olan, her reyonda asgarî standartları tutturabilmek, dengeli bir mönü sunabilmektir. Gelelim işin diğer yanına, reality şovlara odaklanmanın avantaj ve dezavantajlarına. TV8’in bu sezon neler sunacağına bakmak için sitesine girince bazıları tanıdık, bazıları ise ilk kez devreye girecek çok zengin bir reality şov mönüsünden (ilaveten, erkek izleyiciler için kapsamlı bir futbol yayıncılığından) başka bir şey görmüyoruz. Etler konusunda uzmanlaşmış iyi bir “kasap dükkanı” ya da taze ve farklı meyve ve sebzeleriyle çok iyi bir “manav” gibi bir konseptle giriyor anaakım dünyasına Ilıcalı’nın kanalı. İddia da bu aslında. Süpermarket yayıncılığa karşı, odaklandığı türde uzmanlaşmış bir yayınla anaakım yayıncılık anlayışını yerle bir etmek, Yeni Türkiye’nin Yeni TV’si olmak. Apolitik (haberler olmayacak örneğin), tamamıyla popüler kültürü temel alan, reality şovlarıyla öne çıkan ve futbolda fark yaratacak ve herhâlde, iyi “magazin” programları da olacak bir kanal.

Haberin Devamı

İnsanın aklına ister istemez, reality şovlarla güçlendirilmiş bir “Televole TV” fikrini getiriyor ve ne yalan söyleyelim, kağıt üstünde neden olmasın bile dedirtiyor. Tutup tutmayacağı meselesine gelirsek, global yayıncılık tecrübeleri ve TV çalışmalarının teorik çerçevesinde analiz etmeye çalışarak yazıyorum, bana bu iş çok zor görünüyor. İlk olarak, anaakım bir kanalın olmazsa olmazı olan tür ve format çeşitliliği gerekliliğini TV8’in sağlanmadığı ortada, haftanın her gecesi farklı bir reality şov izleyiciye sunulacak. Herhâlde bu da yetmeyecek, bu şovların izlenemeyen bölümleri, kamera arkası çekimleri “dolgu malzemesi” olarak günün daha az izlenen saatlerine dağıtılacak. Ve böylece, “reality şov” denen formatın asıl sorunu da görünür hâle gelecek.

Haberin Devamı

“Reality şov” kavramını uzunca bir süredir “hakikat gösterisi” olarak Türkçede kullanıyorum. Son onyılın tartışmasız yükselen formatı olan reality şovların en önemli avantajının, dizilerin aksine, esas “kahramanlarını” sokaktan, gündelik hayattan ekrana getirmelerinde olduğu söylenebilir. Böylece, denk ve ortak bir “hakikat hissi” ortaya çıkar. Bu şovları izleyenler, hiç de farkında olmadıkları “ustalıkları” (örneğin, yemek yapma) ya da kimselerin bilmediği “yetenekleri” (örneğin, şarkı söyleme) olduğu “hakikatıyla” karşılaşırlar. Buna ilaveten, toplumsal yükselme, “köşeyi dönme”, ünlüler dünyasına katılabilme arzuları da körüklenir. En kötü ihtimalle, “15 dakikalık” bir ün edinilebilir, ilerde torunlara, eşe, dosta anlatılabilecek. Ama aynı zamanda, formatın yetersiz kalabileceği nokta da tarif bulmaya başlar. Ne yazık ki, bir TV anlatısı (tabii ki, reality şovlar da sokaktaki insanların “anlatılarından” oluşur) anlatılanın “sıradanlaşması” ve birbirine “benzemesiyle” çözülmeye başlar. Örneğin, Biri Bizi Gözetliyor gibi, sıradan insanların kameralardan yansıyan karakterleri artık ilgi çekmez bir hâle gelmiştir. Şimdilerde, izlenilebilir olması için, sıradan insanların “sıradışı” hayatları kurgulanır ekranda. Bu nedenle, survivor adasına konur örneğin bu insanlar. Bu da yetmez, aralarına mutlaka arıza çıkarabilecek “kahramanlar” ya da modası geçmiş “ünlüler” de serpiştirilir. Ya da, bir başka popüler reality şov formatı olan yetenek yarışmlarında sadece “katılımcılar” yarışmaz, jüri üyeleri de “yarışmanın” bir parçası olur, birbirleriyle rekabete girer.

Haberin Devamı

Velhâsıl, sürekli “yenilenmesi”, sıkıcılıktan kurtarılması gereken bir formattır “hakikat gösterileri”. İnsanların sıradanlıktan çıkarılmasının ne yazık ki tek bir yolu vardır, o da olabildiğince “tuhaflaştırılması”, ki Türkiye TV’lerindeki reality şovlar böyle tiplerden bolca yaratmıştır. Ama bu, nereye kadar devam edebilir? ABD TV’sindeki “ucube şovlar” (“freak show”) denen formatın da bir reality şov olduğunu unutmayalım. Böylesi şovlara ne muhafazakâr izleyici ne de RTÜK izin verir. Hâlbuki, örneğin dizilerde, yani “kurgusal anlatılarda” asla böyle bir sorun yoktur. Öncelikle, kahramanlar kurmacadır, hayata benzerlik gösterseler de, asla hayattan doğrudan alıntılanmazlar, zaten çoğunlukla “yaptıklarını” ekran başındaki izleyicinin yapabilmesi mümkün bile değildir. Aslında fark, edebî anlatılarla, mahalledekilerin birbirlerine anlattıkları “hikayeler” kadar farklıdır. İkisi de “hikayedir” ama, birisinde (dizilerde) hikaye kafada yeni hikayeler uyandırır, hayal kurdurur, hakikatle rüya arasında gezinilirken, diğerinde (reality şovlarda) en iyi ihtimalle, şaşırılır. Ama şaşırtan, ekran başındakilerden biri olduğu sürece, hemen her zaman “kanıksanma” ihtimali de olacaktır. Sıkıntı neredeyse kaçınılmazdır.

Ben, global TV yayıncılığının uzun yıllar içinde evrildiği “süpermarket tipi” yayıncılığın öyle kolayca yıkılamayacağını düşünenlerdenim. Ama belki de Acun Ilıcalı haklıdır, Türkiye TV’sinin kodlarını belki de çok daha iyi çözmüştür ve projesi başarılı olacaktır. Merakla bekliyorum TV8’in anaakım TV mecrasındaki serüvenini ya da eğer, başarırsa, reality şovların dizilere diz çöktürmesini!

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!