Güncelleme Tarihi:
◊ 1985’te yayımlanan romanınız ‘Damızlık Kızın Öyküsü’, Trump seçilmeden, hatta şimdi herkesin konuştuğu televizyon dizisi çekilmeden önce yeniden çok satmaya başladı. Bu, karanlık bir dünyada yaşadığımızın işareti mi?
- ‘Damızlık Kızın Öyküsü’, Trump’tan önce, uzak bir erken uyarı işareti gibi rağbet görüyordu. Seçimin ertesi sabahı, kitapta yazılanlar her an yaşanabilir gelmeye başladı.
◊ Peki bu rağbet sizi şaşırtıyor mu?
- Çok değil. Birçok genç insan distopyalar yaratıyor.
◊ Neden?
- Çünkü gelecek hakkında endişeliler. Bu da çok anlaşılır bir şey.
◊ Peki kimi kınamalı? İnsan doğasını mı?
Basit bir ‘kim’ yok. İnsan insandır. Para ve güç bir noktada çok yoğunlaştığında, illaki bir reaksiyon doğar ve sonuçlar, öyle veya böyle, pek sevimli değildir. Her zamanki hikâye...
◊ ‘Damızlık Kızın Öyküsü’nde geçen olayların tümünün tarihte, bir yerlerde gerçekten yaşandığını söylüyorsunuz. Yani romanınızdaki kadın bedeni üzerinde baskının kurumsallaştığı Gilead Cumhuriyeti bir gün gerçek olacak mı?
- İnsanların geçmişte diğer insanlara yaptığı her şey, bu olaylara yol açan veya yol veren şartlar tekrar ortaya çıkarsa yeniden tekrarlanabilir. Düşünün, iyi günümüzde ne kadar nazik, adil, mütevazı, sevecen ve iyi niyetliyizdir! Ama işler kötüye gittiğinde vahşi, kindar, hakkaniyetsiz, intikamcı ve mağruruz! Ama işte bakın, eski yazar, şair ve filozoflar bunu bize binyıllardır anlatıyor.
◊ Siz o romanı, o meşum yılda, George Orwell’ın aynı isimli kitabıyla ünlenen 1984’te yazdınız. O dönemle karşılaştırdığınızda, nasıl buluyorsunuz dünyayı? Daha iyi miyiz?
-Dickens’ın da dediği gibi, “Zamanların en iyisi, zamanların en kötüsü” bu. Bazı şeylerde daha iyiyiz, bazı şeylerde daha kötüyüz. Muazzam bilimsel gelişmelerin çağındayız. Bir yandan da canlı türlerinin ve çevrenin mahvoluşunun çağındayız. Yaşadığımız riske uyandığımız çağdayız. Ama gerçekliği giderek daha çok reddettiğimiz bir çağdayız da. Böyle gidiyor bu liste...
Ben bir kâhin değilim
◊ Peki Trump bu çağın bir sembolü mü? Romanlarınızda bir karakter olur muydu?
- Zamanımızın sadece bir bölümünün sembolü o.
◊ Hangi bölümünün?
- ABD tarihinde belli bir dönemin bugünden daha ‘muhteşem’ olduğunu söyleyen ve o günlere dönmeyi arzulayan nostaljik inancın sembolü. Burada tabii bir soru daha var: Hangi dönem daha muhteşemdi? Kölelik günleri mi? Yoksa ‘hırsız baronların’ çağı mı? 1950’ler mi? Sonuçta Trump hikâyenin bütününü temsil etmiyor. ABD’de birçok insan da Trump’ın örneğin sağlık sistemini ya da çevre hareketini yerle bir etmeye yönelik girişimlerine karşı canlı bir muhalefet yürütüyor.
◊ ‘Nolite te bastardes carborundorum’... Bu p.çlerin seni ezmesine izin verme... ‘Damızlık Kızın Öyküsü'nü okuyanlar, romanın kilit bir noktasında geçen bu Latince mesajı dövme yaptırmaya başladı. Şaşırdınız mı?
- Aslında o hakiki Latince sayılmaz. Bir okul şakası, kitapta da böyle geçiyor zaten. Ama umudun sloganına dönüşmesi beni çok etkiledi. İnsanlar anlamını kavradı.
◊ ‘Damızlık Kızın Öyküsü’nden uyarlanan televizyon dizisini nasıl buldunuz? Sevdiniz mi?
- Böylesi adanmış bir ekiple, böyle iyi aktörler, yönetmenler ve tasarımcılarla çalışılması kitabın şansına oldu. Ve tabii kitabın temel önermelerine saygı duyan bir senaryo ekibinin varlığı da diziye çok katkıda bulundu.
◊ Şu an ne yazıyorsunuz? Bugün gelişen olaylar ileriki romanlarınızın parçası olacak mı?
- Ne üzerinde çalıştığım yönündeki soruları hiçbir zaman cevaplamam.
◊ Peki ne okuyorsunuz? Önümüzdeki çağa ayak uydurmamıza rehberlik edecek kitaplar önerebilir misiniz?
- Ne yazık ki kâhin değilim. ‘Önümüzdeki çağın’ ne getireceğini bilmiyorum.
◊ Reddit’de okurlarınızdan gelen soruları yanıtlarken, ‘kadın yazar olmak nasıl’ gibi sorular yerine şu soruya muhatap olmak istediğinizi söylemiştiniz: “Kürek çeken ya da bahçeyle uğraşan hatta örgü ören bir yazar olmak nasıl bir his?” Nasıl gerçekten?
- Aslında yazar olmak çok da özel bir şey değil. Yazar dediğin, yazan bir insandan ibarettir. Hikâye yazar çünkü herkes sonuçta bir hikâye anlatıcısıdır; düşüncelerini yazar, ki herkes düşünür; fikirlerini yazar, eh, herkesin bir fikri vardır. Her insan yaratıcıdır. Bu yaratıcılık birçok forma bürünebilir. Bahçeyle uğraşmak ve örgü örmek de buna dahil. Yazmak, hepimizde olan bir yeteneğin bir tezahürü sadece.
Doğum kontrolü baskı altına alınırsa yeraltına geçer
◊ Aslı Erdoğan tutukluyken ona bir mektup yazdınız. Serbest bırakılmasının ardından konuşma şansınız oldu mu?
- Henüz konuşamadım...
◊ 2006’da Orhan Pamuk’un ‘Kar’ romanı için The Guardian’da yazarken, bir Türkiye değerlendirmesi de yapmıştınız: “(...) Türkiye nereye gidiyor? Bir zamanlar görkemli ama çoğunluk belalı tarihiyle nasıl hesaplaşacak; eski ve yeni arasındaki çatışmayı nasıl çözecek; İslamcılar ve laikler arasındaki güç mücadelesiyle nasıl başa çıkacak? Özgüven kazanacak mı? Huzur bulacak mı? Bir iç bütünlüğüne ulaşacak mı?” 11 yıl geçti; Türkiye’yi şimdi nasıl görüyorsunuz?
- Türk seçmenler şu an için, negatif özgürlüğü pozitif özgürlüğe tercih etmiş gibi duruyor.
◊ Neden?
- İnsanlar, kurulu düzeni bozmaya hazır görünen güçlerin tehdidini hissettiğinde böyle yapar. Ama bu sonsuza dek sürüp giden bir hal değildir. İnsanın yaratıcılığı bir şişede kapalı tutulmayı sevmez.
◊ Siyasetçilerin kürtaj hakkındaki negatif söyleminin ve devlet hastanelerinde üstü örtülü kürtaj yasağının ardından, Türkiye’de kadınlar “Benim Bedenim Benim Kararım” sloganı altında, çok büyük ve etkili bir sosyal medya kampanyası yürüttü. ‘Damızlık Kızın Öyküsü’nde kadın bedeni üzerinde tahakküme dair bir hikâye... Peki bu aynı zamanda bir direniş noktası da sayılabilir mi?
- Otokratik ve totaliter rejimler, kadın bedenini kontrol ederek üremeyi öyle veya böyle kontrol altına almak ister. Dediğim gibi, her zamanki hikâye işte... Trump yönetimi de belli ki bu yönde gidecek. Ama doğum kontrol yöntemleri devlet tarafından baskı altına alındığında, iş yeraltına geçer. Bu da daha çok kadının ölmesi, daha çok anasız çocuk ve daha çok yetimhane anlamına gelir. Yani insanların istediği buysa, ödeyecekleri bir bedel de var demektir.
Birçok insan kendini çaresiz ve küskün hissediyor
◊ Bugünün en önemli konularından biri göç. Gelişmiş ülkelerin vatanlarını terk etmek zorunda kalıp oralara sığınmak isteyen mülteciler hakkında üzerine düşeni yaptığını düşünür müsünüz?
- Yapılacak en iyi şey o ülkelerdeki koşulları iyileştirmek; ki bu insanlar hayatlarını korumak için topraklarından kaçmak zorunda kalmasın. Maalesef, iklim değişikliği, gıda kaynaklarına olan etkisi üzerinden daha fazla toplumsal karışıklık ve savaş çıkarıyor. Ve yine maalesef, ‘gelişmiş ülkeler’deki birçok insanın durumu da pek iyi sayılmaz. Buralardan çatışma doğuyor işte. Ne yapılırsa yapılsın, hiçbir şeyin yetmeyeceği hissi de doğuyor. Birçok insan kendini çaresiz ve küskün hissediyor.