Güncelleme Tarihi:
The Rolling Stones’u bu denli önemli yapan; son 30 yıldır ‘Dünyanın en büyük rock grubu’ olmalarını, hem de yılları hiçe sayan bir enerjiyle, zirvede kalmalarını sağlayan sır olsa gerek. ‘The Rolling Stones, Rock’n roll’un aslen bir ruh olup zaman zaman bazı vücutlara büründüğünü yaşadığı her saniye kanıtladı. Grup, ‘Motörhead’ efsanesi Lemmy Kilmister’ın tabiriyle, “Eğer rock’n roll için çok yaşlı olduğunu düşünüyorsan çok yaşlısın demektir” sözünü doğrulamaktan hiç usanmadı.
Biz, grubun taptaze albümü ‘Blue & Lonesome’a odaklanalım. Ve öncelikle şunun altını çizelim; bu bildiğiniz türden bir The Rolling Stones albümü değil. Sebebi de şu: Chicago dolaylarından ve neredeyse kendileriyle yaşıt blues klasiklerini yorumluyorlar albümde. Bunu yaparken de parçaların ruhunu koruyup The Rolling Stones dokunuşunu eksik etmiyorlar. Geçen yıl bu zamanlar sadece üç günde kaydettikleri şarkıları kendi aralarında çok uzun zamandır çalıp söylediklerine ve bu albümü çıkarmaya dair gündemlerinin çok eskilere dayandığına inanıyorum.
Niyet iyi olunca ortaya harika bir iş çıkmış. Şarkıları dinlerken gözünüzün önüne efsane olmuş bir grubun şatafatlı hayatı; güzel kadınlar, kırmızı halılar, parlak ışıklar, özel jetler, dev sahneler değil; bir araya gelip çatır çatır çalan şahsına münhasır bir blues grubu geliyor. Bu da yapılan işin ne kadar iyi sonuç verdiğinin temel göstergesi.
Elbette bu şovun yıldızı da Mick Jagger. Ancak küçük bir farkla... Bu kez o kadar iyi söylüyor ki; o sesin gruptaki tutkulu adamın bağrından kopup geldiğini iliklerinize kadar hissediyorsunuz. ‘Dil’ yine dışarda ama dudaktan dökülen nağme, gitardan çıkan yakarış çok samimi.
Bir blues cover’ları albümü yapmak için neden bu kadar beklediler dersiniz? Galiba bir blues üstadı gibi çalıp söylemek için alınacak yollara, yaşanacak yıllara ihtiyaç var da ondan.