Oluşturulma Tarihi: Eylül 08, 2019 15:47
Kerem Akça, The Report’u Kanada prömiyerinde izleyip yazdı.
5-15 Eylül 2019 arasında düzenlenen 44. Uluslararası Toronto Film Festivali’nde gösterilen “The Report”, CIA'in 11 Eylül sonrasında gizli kalan işkence raporunu ele alıyor. Ocak’ta Sundance' deki dünya prömiyerinden sonra Oscar canavarı Telluride veToronto’ya da uğrayarak, artık zamanı gelen Annette Bening için ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ını 5 ay önceden kutlamamızı sağlıyor.
POST-11 EYLÜL’ÜN POLİTİK FİLMLERİNE YENİ BİR EKLEME
Scott Z. Burns, Soderbergh filmlerinin senaristi olarak bilinen bir isim. Özellikle “Salgın” (“Contagion”, 2011) ve “İspiyoncu!”nun (“Informant!”, 2009) ‘derin Amerika’ damarlı arka planlarında büyük pay sahibiydi. “Pu-239”da (“The Half Life of Timofey Berezin”, 2006) ilk kez senarist-yönetmen olarak çalışıp Rusya’daki radyasyondan çeken bir İngiliz fabrika
işçisinin öyküsünü ele almıştı. Film o kadar kalıcı olmasa da kendi için tutarlı bir gerçekçilikle anlatmak istediğini seyirciye geçirmeyi becermişti.
Hem senaryosunu hem rejisini üstlendiği ikinci eseri “The Report”ta (2019) Burns, gerçek bir hikayeden yola çıkıyor yine. Senato’da çalışan idealist ve hırslı Daniel Jones'u ise Adam Driver canlandırıyor. 11 Eylül sonrasında fazlasıyla politik film izledik. Bunlar arasında ‘yetersiz’ dedirtenler de, ‘politik açıdan tutarsız’ dedirtenler de oldu. Dramaya da, gerilime de
kayanlar oldu. Gazetecilerin, muhbirlerin ve daha nicesinin öyküleri anlatıldı.
Ama sanki “The Report”, teröre yaklaşma sistematiğiyle “Yargısız İnfaz”la (“Rendition”, 2009) akrabalık kuruyor ucundan. 2006'da De Niro, yönetmenlik koltuğunda “Kirli Sırlar” (“The Good Shepherd”) adlı 167 dakikalık hantal bir CIA biyografisine imza atarken siyasi açıdan ortadan bakmıştı her şeye. Genelde CIA, devletin örgütü olduğu için güzellenen bir kurumdur. Elbette ‘Bourne’ serisi son dönemde bunun tersini furyaya dönüştüren bir istisnaydı.
SADECE BEYAZ AMERIKALILARIN PROBLEMİBurada sanki Tim Blake Nelson’ın köstebek tiplemesinin belirmesiyle Burns, “Başkanın Bütün Adamları”nın (“All the President’s Men”, 1976) android kuşağından ardılına imza atmak için çok kasıyor. Ama o sorumluluğu 2009 tarihli “Devlet Oyunları” (“State of Play”) çoktan üstlendi. Hatta Pakula’nın başyapıtına bir de “The Post” (2017) adlı başarılı bir ön
bölüm geldi.
Senarist-yönetmen iddialı olsa da o kadar da muhalif, sinema diliyle ve türsel yapısıyla mest eden bir filme imza atmamış. Ama Senato'nun Beyaz Saray ve CIA ile ilişkisini 'hepsi Beyaz Amerikalıların problemi’ diye vermek için kasmak bilinçli bir tercih. Böyle bir bakış olabilir.
BENING OSCAR’A KOŞARKEN ADAM DRIVER’A DERS VERİYORAçıkçası kumral Daniel Jones gibi kilit bir tiplemenin, oyunculuğu genelde konuşmaktan ibaret zanneden esmer Adam Driver’a verilmesi tartışılası bir karar. Ama deneyimli Senatör Diane Fenstein'de Bening filme damga vuruyor. Adeta bütün oyuncular beyaz ten haricinde bir şey yapmazken o; gözlüğünden aksanına, iyi-kötü ayrımını yaparken ortaya çıkan
şaşkınlık verici ifadesine kadar kelimenin tam anlamıyla kusursuz. Kariyerinde eksik kalan Oscar’ı bu rolüyle alacaktır.
Jon Hamm, Tim Blake Nelson gibileri de fena değil. Açıkçası burada Snowden kıvamındaki muhbirin El Kaide’nin kayıtlara geçen işkence raporunu kabul ettirme süreci sancılı geçiyor.
CIA güzellemesi “Zero Dark Thirty”nin (2012) yanı sıra kurumun istediği başkana göre hareket ettiği de gözler önüne seriliyor. Bu durum karşısında etkili bir final var.
İNSANLIK SUÇU İŞLEYENLER HALEN GÖREVDEJones'un raporun senatoda okunmasıyla birlikte istifasını vermesi ama adı geçenlerin, insanlık suçu işleyen ırkçıların CIA Müdürü konumuna yükselmesi gibi trajik bir durum var. Burns, Obama ve diğer başkanları özellikle karaktere dönüştürmemiş. 11 Eylül sonrası kurulan CIA’in terör karşıtı biriminin Maura Tierney önderliğinde bilinçli karikatürize çizildiği de net.
Filmin görsel yapısında beyaz renk ve pan hareketi öne çıkıyor. Ama özellikle işkenceleri sarı tonu arttırılmış, sarı ışık içeri fazla girmiş bir belge gibi sunarak ‘docudrama’ya yaklaştığı görülebiliyor. Ama bu ton ‘kör kör parmağım gözüne’ olduğu için tartışmalı. CIA’den kimsenin adının sızdırılmaması da filmi ‘liberal’ sulara yönlendiriyor. Gizli bilgi
verilmesinden korkulması siyasi açıdan Burns’ün dürüstlüğünü sorgulatıyor.
BİR ‘AVUKAT’, BİR ‘DEVLET OYUNLARI’ OLABİLİYOR MU?“The Report”, 11 Eylül sonrası dönemde farklı açılardan değerli “Avukat” (Michael Clayton 2007), “Kartal Göz” (Eagle Eye& 2008), “Devlet Oyunları” gibi kalıcı eserler kadar güçlü bir politik sinema örneği değil. Ama Driver, senato, Beyaz Saray ve nice siyasi binanın önüne geldiğinde hafif çarpık açıyla aslında bürokrasinin çarpıklığına vurgu yapılıyor.
Film ise hedefi yüksek koymadan belge niteliğinde kalmayı kabul ediyor.
George Washington’ın meşhur özlü sözüyle kapanması da üzerine düşünerek kapanıyor. CIA’in anti- terör biriminin insanlık suçu işlediğini ve bunun göz göre göre sürdürüldüğüne dikkat çekiyor.
Derin Amerika’nın her zaman Araplara ve Müslümanlara karşı ‘ırkçı’ ve ‘şiddet yanlısı’ bir zihniyetle hareket ettiğinin üzerini çiziyor. Bunun da ‘teatral’den mümkün olduğunca uzak durup kendi içinde tutarlı bir rejiyle çözme çabasında. “The Report”, daha ziyade tartışmaya açtıkları ve Bening’in performansıyla akıllarda kalacak.