Ezgi ATABİLEN
Oluşturulma Tarihi: Aralık 07, 2014 11:11
2009 yılında kurulan bağımsız tiyatro topluluğu Tiyatroperest, bu sezon Behiç Ak’ın ‘Tek Kişilik Şehir’ini oynuyor. Rejisi Kerem Ayan’a emanet oyun, kafayı mantık hatalarına pek takmayacak olursanız, keyifli bir seyir vaat edebilir.
Behiç Ak’ın ilk kez Işıl Kasapoğlu rejisiyle 2001 yılında sahnelenen ‘Tek Kişilik Şehir’i bir distopya anlatır. Teknolojinin baş döndürücü hızla geliştiği bir zamanda, yalnızca kendi ihtiyaçlarına odaklanan insanların içinde yaşadıkları kentten, doğadan ve birbirlerinden uzaklaşmalarını mizahi bir dille gösterir. ‘Tek Kişilik Şehir’ bu, adı üstünde. Kentte her şey tek kişilik örgütlenmiştir. Parklardaki banklar tek kişiliktir. Lokantalardaki masalar tek kişiliktir. 3D sinema filmleri bile tek kişiliktir filan... İnsanlar ölesiye yalnızlaşmış ve şehir öylesine betonlaşmıştır ki, tüm ürünler gibi sadece alınıp satılmak için üretildiğinden çürümeye mahkum edilmiş gökdelenler artık birer intihar kulesidir sadece. İnsanlar teknolojinin hızına kapılıp çılgına dönmüş. Sadece et, kan ve kemikten oluşan bedenlerinin basitliğine tahammül edemediklerinden kendilerini boşluğa bırakmaya başlamışlar. Hatta zamanla intihar sektörü diye bir şey bile doğmuş!
Şimdi biz de o intihar kulelerinden birindeyiz. Binaya intihar etmeye gelenlere son kez
yemek servisi yapan bir lokantanın içinde. Oyunda bir Adam, bir Kadın bir de Garson’umuz var. Şehirde yaşayan kimsenin gözleri bir başkasının bakışlarına değmiyor artık. Ama Adam yalnızlıktan çıldırayazmış. Ne pahasına olursa olsun, dört senedir internetten yazıştığı kız arkadaşıyla yüz yüze görüşecek. Gerçi Kadın’ın bu riski göze alıp randevuya gelip gelmeyeceği belirsiz.
İlk perde âşık olduğu bir kadınla “kanlı canlı” seks yapmayı bırakın, bir limonu bile avuçlaya avuçlaya sıkmaya hasret Adam ile Garson arasındaki diyaloglarla geçiyor. Bu kısımda hem karakterler hakkında bilgileniyor, hem de şehirle birlikte değişen yaşam alışkanlıkları, tek kişilik ihtiyaçlar üzerinden işleyen ekonomi, insanla doğa arasındaki ilişkinin kopukluğu hakkında bilgileniyoruz. İkinci perdede hikâyeye Kadın’ın da dâhil olmasıyla birlikte, ikili uzun süre sonra ilk kez başka bir insanla yüz yüze konuşma, birisine dokunma ve ona duygularını açma deneyimlerini yaşayacak. Böylece yavaş bellekleri tazelenecek ve aradıkları kimliklerine kavuşacaklar...
Bugünün abartılmış bir izdüşümü
Son derece komik, meselesini kör gözüm parmağına anlatmayan, muzip bir oyun. Onur Özaydın, Zeynep Dinsel ve Burak Türker kimyası tutmuş bir oyuncu kadrosu. Özellikle Zeynep Dinsel, yarattığı sosyal özürlü Kadın karakterinin tereddütlerini yansıtmakta (hele ki o tek kişilik dans sahnesinde!) çok başarılı. İyi oyunculuğuyla oyundaki güldürünün asıl unsurunu oluşturuyor. Gelgelelim, oyundan çıktıktan sonra kafamda tonla soru var... Adam ve Kadın dört sene internetten yazışmışlar da kelimeleri evrenin boşluğunda kaybolup gitmiş galiba. Öyle olmasa, Adam’ın en gizli sırlarını Kadın’a anlattığından bahsetmesinin ardından yüz yüze gelen ikili birbirine dair en ufak bilgi kırıntısına sahip olurdu. Ya da Adam Garson’a tirbuşonun yaşadıkları ‘dokunmatik’ çağda ne kadar geri kalmış bir teknoloji olduğunu söylüyor da, önündeki bugünün teknolojisine bile yetişemeyen netbook’una ne demeli? Teknoloji almış başını yürümüş. Ama karakterler anlatmasa insanların günlük alışkanlıklarının değiştiğini anlamamız mümkün değil. Her şey lafta... Peki, Kadın’ın Adam’ı ilk karşılaşmada don atlet gördüğünde veya eski kocasının intiharına şahit olduğundaki tepkisizliğiyle, bir yağmur yağdığında verilen tepkinin büyüklüğü arasındaki devasa çelişkiyi nasıl açıklayacağız? Sonra, 65 metrekarelik evde 9 kişiyle yaşayan Garson, neredeyse bütün oyun boyunca diğerleriyle göz teması kurmaksızın oynuyor da, evinden dahi çıkmayan Adam’ın bu üstün sosyal becerisi nereden geliyor? Ya da hizmet sektöründe çalışan bir ‘işçi’ olan Garson, bir yatı olsa hemen denize açılıp gidecek kadar kaçmak istiyor da, neden bir ara sistemin savunucusu gibi dikiliyor karşımızda?..
Kerem Ayan’ın akılcı çözümlerle halledebileceği bu mantık hatalarının hepsi bir olup üzerine yürüyünce, izlediği performansın keyfini sürmek filan haram oluyor insana. Ama diyorsanız ki, ben mantık hatalarına pek takılmam, oyunumu izler çıkarım. O zaman ‘Tek Kişilik Şehir’ tam size göre. Zira geleceğe dair bir hikâye gibi dursa da anlattığı, sadece bugünün abartılmış bir izdüşümü aslında.
* Oyun, aralık ayı boyunca her çarsamba saat 20.30’da Emek Sahnesi’nde. Emek Sahnesi ise metrobüsün Uzunçayır durağından beş dakikalık yürüme mesafesinde. Adres: Uzunçayır Cad. Doğançay İş Hanı No.29, Hasanpaşa, İstanbul.