Güncelleme Tarihi:
90’lardaki pop patlamasının bize kazandırdığı en büyük yıldızın Tarkan olduğuna hiç şüphe yok. Sadece bu kadar da değil; 60 ve 70’li yıldızların gücüyle kıyaslanabilecek ve altta kalmayacak tek yıldızıdır da son 20-25 yılın.
Daha da ötesi ya da mühimi, yurtdışında dört başı mamur bir başarı kazanmış tek isimdir. Rusya ve Kuzey Afrika’dan başlayarak bütün Avrupa’yı etkilemek, hatta sallamak, kimselerin başaramadığı bir şeydi. Denediği ama başaramadığı... Üstelik Türkçe ile yaptı bunu. Bir mucize gibiydi her şey. Türkçe şarkılarla başta Fransa, Belçika, Hollanda olmak üzere, listelerin tepesindeydi Tarkan. ‘Şımarık’, ‘Şıkıdım’ ve ‘Bu Gece’; anadili ister Fransızca, Almanca, İngilizce ya da İspanyolca olsun fark etmez, her yaştan, her milliyetten insanın dilindeydi.
Kendi ülkesinde de hep el üstünde tutulmuştur. 1993 yılında yaptı ilk albümünü. Müzik dünyamıza girişi Kenan Doğulu, Suat Suna, Bendeniz ve Levent Yüksel gibi iyi ses ve vokalistlerle aynı zamana rastlar. Ama o bambaşkaydı. Öyle olmalıydı ki onu hemen ayırdık diğerlerinden. Üstelik ilk albümü (‘Yine Sensiz’) o kadar da iyi değildi. Buna rağmen herkesi birden tavladı, bütün memleketi. Bunun adını sonraları koyabildik. Star ışığı vardı onda; yokluğu, ne yaparsanız yapın, sizi yıldız yapmaya yetmeyecek o sihirli ışık.
KADEHİNDE ZEHİR OLSA
O yıllarda henüz işin görüntü kısmına o kadar takık değildik. Dünya takılmaya başlamıştı ama biz her zamanki gibi geriden gelmekteydik. Televizyonlarda bir magazin patlaması vardı ve işte o programlar sayesinde öğrendik Tarkan’ın müzik ile çok daha eski bir ilişkisi olduğunu.
Tarkan’ın popülerliği yükseldikçe, o yarı amatör-yarı profesyonel günlerin de görüntüleri yer almaya başladı magazin programlarında. Türk müziği söylüyordu bu görüntülerin bir kısmında. Sonraki (ya da şimdiki) görüntüsünden fersah fersah uzakta bir kılıkta -takım elbiseli bir halde, düğün salonuna benzer mekânlarda söylüyordu şarkılarını. Ama ne de güzel söylüyordu. “Boşuna değil” diye düşünmüştük, “Bu başarısı boşuna değil; çocuk, başlangıcından beri iyiymiş demek.”
Sezen Aksu’nun devreye girmesiyle birlikte, ortalığı resmen kasıp kavurmaya başladı. İkinci albümü ‘Aacayipsin’in, memlekette ulaşmadığı mahal, yakalayamadığı insan kalmamıştı. Arkası da hep böyle geldi. Aksu’dan sonra Nazan Öncel girdi devreye ve Tarkan daha da güçlü çırpmaya başladı kanatlarını.
Yeni albüm klasik Türk müziği şarkılarından oluşuyor. O çok sevdiğini, söylemekten mutlu olduğunu bildiğimiz ve günümüzde kimselerin hissiyatına cevap vermiyormuş gibi gözüken şarkılardan. Ağır, hatta çok ağır bir biçimde açıyor yeni sayfasını; ‘Rindlerin Akşamı’ (Dönülmez Akşamın Ufkundayız) ile. Bu ilk şarkı ile birlikte, Tarkan’ın niyeti anlaşılıyor zaten; üzerinde oynamadan, değiştirmeden, yeni bir şey eklemeden, Türk müziğinin klasiklerinden bir şarkıyı, ne kadar iyi ve ne kadar doğru söylediğini dosta düşmana göstermek, hatta ispatlamak.
Sonra gelen ‘Olmaz İlaç Sine-i Sad Pareme’ gibi bir başka klasik, niyetin altını çiziyor. ‘Enginde Yavaş Yavaş’ da öyle. ‘Söyleme Bilmesinler’ ve ‘Kadehinde Zehir Olsa’ gibi şarkılarla direksiyon daha eğlenceli şarkılara kırıldığında da durum değişmiyor. Bir tek ‘Islak Daha Islak Öp Beni’de bu klasik ve ağır hava biraz dağılır, beyaz gömlek yeniden fora edilir gibi oluyor.
Bu albüm bir ‘ahde vefa’ olabilir gerçekten, niyetin samimiyetinden şüphelenmek için hiçbir sebep yok ortada. Ama tarihi yüz yıllara uzanan bir müzikal anlayışı olduğu gibi kopyalamanın dişe dokunur bir anlamı var mı gerçekten?
Eğer üstüne bir şey katmayacak, yenileyemeyecek olduktan sonra, şarkıları neden olduğu gibi kopyalayasınız ki? Geçen zaman içinde (mesela) Ahmet Özhan’ın, Yaşar Özel’in, Mustafa Sağyaşar’ın, Behiye Aksoy’un (hem de defalarca) mükemmelen seslendirdikleri bu şarkıları, şimdi günümüzün bir pop yıldızı da mükemmelen seslendiriyorsa, bunun (pop ya da Türk müziğine) katkısı ne olacaktır? Mühim olan, bu eski malzemeyi değiştirmek, dönüştürmek ve bundan bambaşka, tamamıyla yeni bir şey çıkarmak değil midir? Tarkan için değilmiş demek ki. Bu nedenle albümü, 70’lerin ikinci yarısında Sezen Aksu’nun, 80’lerin ilk yarısında Nükhet Duru’nun yaptığı Türk müziği albümlerinin bile gerisinde. Bu albüm bir kopyalama, hatta hatta bir kes-yapıştır işi.