Güncelleme Tarihi:
Onur Sinan Güzaltan uzun yıllarını Mısır’ın başşehri Kahire’de geçirmiş biri. Üniversite eğitiminin bir kısmını da burada almış, Arap Baharı sürecini yaşamış, sokaklardaki isyanı görmüş, yoksul halktan zengin kesime, laiklerden Müslüman Kardeşler’e, Kıptilerden Selefilere kadar Mısır’da boy gösteren her kesimle içli dışlı olmuş; görüşlerini öğrenmiş.
Güzaltan “Tanrı bizi ister mi?” kitabında, Kahire sokaklarının en can alıcı yerlerinde gezmiş. Halkın ve aydınların bakış açısıyla süreci anlamaya çalışmış. Arap Baharı’na uzanan süreçte, iktidarın baskılarına yıllar yılı ses çıkarmayan, 30 yıllık Mübarek iktidarına boyun eğen halkla ve baskı iktidarıyla gizlice mücadele eden grupların nasıl bir araya geldiği büyük bir tartışma konusu. Fitil ateşlenirken, daha önce sokağa hiç çıkamayan halk nasıl oldu da birden sokaklara döküldü? Peki, bu durum kendiliğinden mi oldu? Toplumun en örselenen kısmı kadınlar, nasıl cesaretlendi?
Mısırlı sivil direnişçiler sosyal medya ile halkı sokağa davet ederken çatırdamaya başlayan Mübarek iktidarı art arda baskıcı önlemler almaya çalışıyordu. İşin ilginç yanı Mübarek 30 yıldır Batı tarafından destekleniyordu. Arap Baharı sürecinde ise Batı tarafından desteklenen başka bir grup vardı. O grup, sivil direnişçi gençlerden oluşuyordu. Yani Batı, bir elinde tuttuğu Mübarek’i yere bırakırken, diğer elinde tuttuğu sivil direnişçileri masaya koyuyordu.
Sivil direnişçilerin içyüzü bilinmeden Arap Baharı anlaşılamaz
Sivil direnişçilerin özellikleri oldukça ilginç! Hepsi de Batı tarzı eğitim kurumlarında yetişmiş, sosyal medyayı iyi kullanıyor ve hepsi de iyi derece İngilizce biliyor. Arap Baharı sürecinde ‘özgürlük’ ve ‘demokrasi’ gibi kavramları talep ediyor, ama hiç antiemperyalist söylemde bulunmuyorlardı. Ülkelerini düzenli olarak Batı’ya şikâyet ediyorlar ve Mübarek ile türevlerinin baskıcılığına böyle çözüm üretebileceklerine inanıyorlardı. Mübarek sosyal medya yasakları uygulayınca ‘sesli tweet’ uygulamasını hayata geçiren Twitter’a teşekkür yağdırmışlardı. Sivil direnişçilerden Esma Mahfuz renkli giysiler giyip bütün duygusallığıyla halkı sokaklara davet etmiş, sonra da Hillary Clinton’dan ödülünü almıştı. Başı çeken diğer sivil direnişçiler de benzer özelliklerdeydiler. Bu sivil direnişçilerden Ahmed Maher ve Muhammed Adel’in ise önce ABD’deki Albert Einstein Enstitüsünde sonra da Sırbistan’daki Otpor/Canvas merkezlerinde eğitim aldığı biliniyor. Orada ‘şiddet içermeyen eylem yöntemlerini’ öğrendiklerini ve Tahrir Meydanı’nda uyguladıklarını kendi ağızlarıyla söylediler. Ancak kitapta bu ayrıntılara pek değinilmiyor. Hâlbuki sivil direnişçi gençlere ‘kucak açan’ Batı’nın onlara ne verdiği ve sonrasında da onlardan ne istediği Arap Baharı sürecini anlamak için oldukça önemli. Bu düğüm, belki de Arap Baharı'nı daha iyi anlamamız için anahtar rolu görüyor.
Arap Baharı’nı anlamak için tarihi sürece de bakmak şart
Yazar Güzaltan’ın, aydınlarla ve halkla yaptığı konuşmaların önemli bir kısmını Mısır’ın efsanevi önderlerinden biri olan Cemal Abdül Nasır oluşturuyor. Onun oluşturmaya çalıştığı ‘bağımsız Mısır’ düşüncesinin nerelerde tıkandığı, İsrail ile olan savaş ve ‘Mısır ulusu’ kavramına yapılan iç ve dış saldırılar hem halkın hem de aydınların kafa yorduğu konular arasında. Güzaltan’ın konuştuğu Mısırlılardan birinin cümleleri bu anlamda oldukça ilgi çekici: “Nasır, büyük bir hayalin peşindeydi, fakat var olan durumu reddetmeyecek kadar da gerçekçiydi. İslam’ın kullandığı yöntemleri günümüzde uygulamak zor. Batı’nın yöntemleri ise Sanayi Devrimi sonrasının ürünü ve halen kullanılabilir durumda. Nasır ne yapsaydı peki… Ülkenin ve bölgenin önündeki sorunlara çözüm bulmaya çalıştı. Elbette ki her yaptığı doğru değildi, fakat insanların iyiliğini istediği tartışılmaz bir gerçek!”
“Mısır garip bir ülke! Hizmetçi çalıştıran devrimciler, antiemperyalist aristokratlar…”
Mısır’da aydınlar, zenginler, yoksullar, orta halliler parça parça… Mısır’da dinler, mezhepler, siyasi görüşler parça parça… Güzaltan’ın ziyaret ettiği ‘zengin’ devrimcilerin ve ‘antiemperyalist’ aristokratların söylemleri ile eylemlerinin farklılaşması her ne kadar inandırıcılığı örselese de Mısırlılar, 2011 yılında Tahrir Meydanı’nın Mısırlıları birleştirdiğini düşünüyor. Ancak Güzaltan yine de “Mısır garip bir ülke! Hizmetçi çalıştıran devrimciler, antiemperyalist aristokratlar…” demeden edemiyor. Çelişkiler Mısır’ın en büyük sorunlarından biri. Yazar, bu konuyu Türkiye üzerinden de düşünüyor ve iki ülke arasındaki benzerliklere dikkat çekiyor.
Arap Baharı sonrasının Mısır'ı ile Arap Baharı öncesinin Mısır'ı
Güzaltan’ın kitabının girişi şu sözlerle başlıyordu: “Devrim sokaktadır. Mübarek’i sokakta devirdik. Fakat sonra evlerimize döndük. Sokağı terk etmeseydik İhvan, iktidarı kolayca ele geçiremezdi. Müslüman Kardeşler iktidar boşluğunu doldurmayı becerdi, fakat iktidarı sürdürmenin yollarından bihaberdiler.” Bu sözler Mısır’ın içine düştüğü durumu açıkça gösteriyor. Devrimin sokakta olduğunu düşünenler, evlerine erkenden dönünce devrimi başkaları ele geçiriyor. Bir futbol oyununda olduğu gibi topu alan koşmaya devam ediyor. Sonuca ulaşamayan parçalanmış gruplar arasında Mısır ne bir adım ileri gidebiliyor ne de sorunlarına bir çözüm üretebiliyor. Bu anlamda kitabı bitiren şu cümleler de çok dikkat çekici: “25 Ocak ‘halk ayaklanması’ olarak başlayan bir hareketti. Sonrasında farklı kuvvetler bu dalgayı yönlendirmeye çalıştı. Başta Beyaz Saray ve İhvan… Obama’nın bu süreçte Kahire’ye gönderdiği özel temsilci Frank Wisner’in geçiş döneminde ‘Mübarek iktidarda kalmalı’ sözleri, ABD’nin Tahrir’deki insanlara verdiği cevaptır. Keza Mübarek’in devrilmesinden sonra da İhvan’a destek verdiler.”
ABD’nin Mısır’a düzenli olarak para yardımı yaptığı göz önünde bulundurulursa, bu cümlelerin neyi ifade ettiği daha net anlaşılacaktır.
Kitap: Tanrı Bizi İster mi?
Yazar: Onur Sinan Güzaltan
Yayınevi: Kaynak Yayınları
Sayfa sayısı: 197
Fiyatı: 16 TL