Güncelleme Tarihi:
Rogue One’ı iki kere 2D, iki kere 3D izledim. (Not: Filmi 2D izlemenizi hararetle öneririm, 3D her şeyi biraz “bilgisayar oyunu” kılıyor ve filmin müthiş sinematografisini yansıtmıyor). Filmi her izleyişimde eksilerini de artılarını da daha iyi görme şansı elde ettim. Sonra The Force Awakens’ı tekrar seyrettim ve ikisi arasındaki farkları çıkarmaya çalıştım. İşte The Force Awakens’a burun bükerken Rogue One’a neden eski bir dost gibi sarıldığımızı -en azından bana- anlatan 10 fark:
1) ALT METİN ve POLİTİK TEMEL
En sıkıcı ama en önemli konuyla başlamak istiyorum. Biliyorsunuzdur; George Lucas Star Wars’u yazarken mitolojik hikayelerin ortak yanlarını deşifre eden Joseph Campbell’ın meşhur kitabı “Bir Kahramanın Yolculuğu”nu rehber olarak kullanmıştı. Star Wars’un bir uzay operasından çağımızın mitosuna dönüşmesinin ardındaki en büyük sırlardan biridir bu. Fakat bu yeterli değildi elbette. Tüm mitolojik öyküler gibi Star Wars’un da zamanın gerçeklerinden esinlenmesi gerekiyordu. Bu noktada Lucas’ın en büyük esin kaynağı 1955-1975 yılları arasında gerçekleşen Vietnam Savaşı oldu. Galaktik İmparatorluk aslında Amerikan emperyalizmini, asiler ise Viet Cong’u yani, Amerika’nın desteklediği Güney Vietnam’a karşı savaşan komünist Kuzey Vietnamlıları sembolize ediyordu. Star Wars, Lucas’ın gizli Vietnam protestosuydu. İmparator Palpatine ise Richard Nixon’ın yansımasıydı. George Lucas bu analojinin kasıtlı yapıldığını “Empire Strikes Back”ten sonra resmen açıkladı.
Lucas’ın elinde bir başka alegori daha vardı, o da 2. Dünya Savaşı. Nazilerin izlerini özellikle klasik üçlemede Vader’ın kaskından tüm İmparatorluk sembollerine kadar birçok yerde görebilirsiniz. Lucas, 1999’da başlattığı ikinci üçlemede (prequeller) bu tarihçi bakış açısına daha da ağırlık verdi. Filmlerin görsel dokusu CGI teknolojisinden dolayı çocuksu gözükse de aslında “alt metin” ve hatta “üst metin” olarak son derece politik senaryolar söz konusuydu. Sevin ya da sevmeyin, dünyanın dört bir yanında, hatta Türkiye’de olup biten politik gelişmelerin halen daha prequellerle karşılaştırılması bu yüzdendir.
“The Force Awakens”a baktığımızda ise maalesef böyle bir politik bakışın kırıntısını dahi göremedik. J. J. Abrams’ın hiçbir işinde göremeyiz zaten çünkü adam ne kadar yaratıcı bir nerd olsa da politik bir sanatçı değil. Gelelim “Rogue One”a... Biraz derinlemesine baktığınızda, uzak, çok uzak değil, bildiğiniz yakın, çok yakın bir coğrafyadayız. Arap kostümlü teröristlerden kutsal şehir Jedha’daki dil yapısına, çöl ortamından Scarif’te gördüğümüz hurma ağaçlarına kadar nereye düştüğümüz açık: Orta Doğu!
Jedha’yı yerle bir etmiş –ve birkaç saat sonra komple yok edecek olan- İmparatorluk askerleri tanklarla caddeden geçerken anons yapıyor: “İmparatorluk kuvvetleri Saw Gerrera'nın Jedha'daki korku krallığıyla usanmadan savaşıyor. Doğruluk ve adalet İmparatorluk'un parçasıdır." Buram buram politik ironi. Peki burası Suriye mi, Irak mı, yine yakınlarımızda başka bir yer mi? Bu noktada Saw Gerrera kilit bir karakter. Bu karakterin yaratımında Che Guevara’dan esinlenildiği sır değil, sette diğer oyuncuların Forest Whitaker’a Castro diye seslenmeleri de. Alegoriler farklı coğrafyalardan ama tanıdık durumlardan doğmuş.
Rogue One’da günümüzde olup biten her şeyin bir karşılığı var. Otoriteye karşı mücadele eden asiler, o asilerden daha da radikal eylemlerde bulunan terör örgütleri, faşist yönetimler, muhbirler, ajanlar, güvenlik tartışmaları, kitle imha silahları... Dezenformasyon bile var. İmparatorluk yöneticileri, Death Star’ın tek reaktörlük atışıyla kutsal şehri yok ettiğinde halk ayaklanmasın diye “maden kazası” diye bilgi geçiyorlar. Peki Trump var mı? Bu çok tartışıldı. Rogue One senaristi Chris Weitz Trump seçildikten sonra Twitter’da “İmparatorluğun beyaz seçkinci bir organizasyon olduğunu unutmayın” diye yazdı. Bunun üzerine Trump taraftarları “#DumpStarWars” hashtag’inde buluşarak bir anti-kampanya başlattılar. Kampanyayı da Star Wars’un yeni öyküsünün anti-Trump olduğu üzerine kurdular. Evet, İmparatorluk ofislerindeki bazı diyaloglarda Death Star ile Trump’ın Meksika Duvarı arasında benzerlikler kurabiliriz ama çok bariz bir Trump göndermesi filmde mevcut değil. Yine de senaristlerin, tıpkı Lucas’ın genç ve politik olduğu dönemdekine yakın bir tavır almaları filme anlam katıyor.
Peki bu alegoriler bir filmi iyi yapar mı? Çocukken izlediğimiz Star Wars’u Vietnam alegorisi olduğu için mi sevdik sonuçta? Tabii ki hayır. Tek başına, her şeyden bağımsız olarak iyi öyküler anlattıkları için sevdik. Ama yaşımız ilerleyince bu ve benzeri anlamlarını keşfedince onu gerçekten sahiplenmeye başladık. Yoksa biz çocukken en az Star Wars kadar sevdiğimiz başka filmler de vardı. Bitmeyecek Öykü, Geleceğe Dönüş, Superman, E.T. gibi filmleri de çok seviyorduk ama büyüyünce onları Star Wars kadar sahiplenmedik. Benzer bir durumu The Force Awakens’ta da yaşadık. Filmi izledikten sonra “Demek ki bu kadar çok sevdiğimiz bir film serisi aslında bir çocuk masalından ibaretmiş” dedik kendi kendimize. İşte Rogue One tam bu noktada imdadımıza yetişti ve Star Wars’un sadece bir çocuk masalından ibaret olmadığını, dünyaya bir ayna tuttuğunu, iyilik ve kötülük arasındaki savaşı anlattığını tekrar hatırlattı bize.
2) SÜRPRİZLİ GİDİŞAT
Evet, Rogue One’ın da sonunu biliyoruz, sonuçta bu filmin Episode 3.5, hatta Episode 4’e çok yakın olmasından dolayı Episode 3.9 olduğunu biliyorduk. 4’ün hemen öncesinde biteceği de açıklanmıştı. Ama buna rağmen filmin başından itibaren bir sonraki sahneyi tahmin edemedik. Size bir örnek: Jyn annesinin öldürülüşüne, babasının Krennic ile gidişine şahit oluyor. Mağarada Saw’un bulacağı yerde saklanıyor. Bir süre sonra Saw geliyor, kapağı açıyor, “Gel çocuğum” diyor. Rogue One yazısı giriyor ve sonraki sahnedeyiz. Jyn büyümüş. Düşünüyorsunuz ki, herhalde Saw’un mekanında. Hayır, bir hapishanede. İmparatorluk hapishanesinde. Sonra asiler onu kurtarıyor, Jyn onlarla birlikte kaçacak derken, Jyn onlarla da dövüşüyor. Hep bir şaşırtmaca... Örnekleri çoğaltalım. Kaçak pilota zihin okuyucu ve akıl bozan ahtapotumsu varlık yaklaşıyor, sanıyorsunuz ki ona rağmen Pilot kendini ispatlayacak, hayır o kuponunuz da yatıyor. Pilot da, Jyn de kendi görüşlerini finale kadar ispatlayamıyorlar. Ve tabii ki final. “Disney, Star Wars’u çocuk filmine döndürecek” diyenler “The Force Awakens”ta haklı çıkmışlardı, bu defa ise tamamen yanıldılar. Tek bir kahramanımız bile “mutsuz son”dan kurtulamıyor Rogue One’da. Bunun Hollywood’daki adı “ticari intihar”dır. Tahminen sadece bu yüzden bile Rogue One, “The Force Awakens”ın çok gerisinde kalacak gişe yarışında. Fakat tıpkı “Empire Strikes Back” gibi yıllarca anımsanacak bir kült filme dönüşme şansına sahip olacak.
3) KARAKTERLER VE KARAKTER GELİŞİMİ
“The Force Awakens”taki karakterleri kısaca hatırlayalım: Çölde tek başına yaşayan, pilotluktan ışın kılıcı kullanımına, dövüşmekten tamirciliğe her konuda mükemmel olan Rey başrolde. Ailesi tarafından terk edildiğinden bir özlemi ve arayışı söz konusu. Ailesi onu neden terk etmiş, annesi babası kim, hayattaki amacı ne, hepsi muamma. İmparatorluğa gıcık olduğundan isyana sorgusuz sualsiz katılıyor ve hiçbir konuda bir ikileme sahip değil. Film boyunca değişmiyor, gelişmiyor. Her konuda uzman. Han Solo’yla tanıştığında bir usta – çırak, mentor – öğrenci ilişkisi kurulacak sanıyorsunuz ama Han’dan öğreneceğine Han’a öğretiyor. Sıklıkla yapılan eleştiride olduğu gibi bir Mary Sue karakteri o. Yani ucuz filmlerde olduğu gibi bir filmin en başından sonuna kadar kusursuz olan iki boyutlu bir kahraman.
Eski stormtrooper Finn’e bakalım. Pişman olup asker kaçağı oluyor, asilere yardımcı oluyor. Film boyunca sadece tek bir yerde değişiyor, o da zorlama: barda durduk yere, tam da abayı yaktığı Rey’e yaklaştığı sırada kaçmaya karar veriyor, nedeni belli değil, çünkü karakteri belli değil. Poe Dameron, asilerin kıdemli pilotu, çok fazla sahnesi olsa da dümdüz bir karakter, film boyunca gelişmiyor, değişmiyor. Ve Force Awakens’ın en ilginç karakteri Kylo Ren. Efsanevi ebeveynlerine rağmen karanlık tarafa geçmiş bir "kötülük şövalyesi". Film boyunca gelişiyor ve değişiyor da. Ama ne karanlık tarafa geçişinin ardındaki sebepleri ne de babasıyla yüzleşmesindeki duygu değişimlerini tam olarak anlayamıyoruz. Her şey bilmecelerle gölgelenmiş durumda.
Rogue One’da ise Jyn Erso ile karşı karşıyayız. Annesi gözleri önünde İmparatorluk askerlerince öldürülmüş. Babası ise İmparatorluk’a çalışan bir bilim adamı. Küçükken aşırı uç isyancıların içinde yaşamış ve sonra onların da ihanetine uğrayıp yalnız kalmış. Bu olayları yaşamış bir karakterin perdede güçsüz kalma ihtimali var mı? Hele onu Felicity Jones gibi bir oyuncu oynarsa bu ihtimal sıfır. Saw Gerrera “İmparatorluk bayrağı her yerde dalgalanınca ne hissedeceksin?” diyor, Jyn’in yanıtı “Yukarı bakmazsam problem yok” oluyor. Bu diyalogdan sonra babasının ölümüne şahit oluyor, ondan duydukları ve diğer yaşadıklarıyla kendini isyana adıyor. Karakterin kurulumuna, gelişimine ve değişimine bakar mısınız? Tabii şunu da eklemeliyim: Anladığım kadarıyla Jyn filmin ilk senaryosunda / kurgusunda farklı bir şekilde konumlandırılmış. Bunu fragmanda olup da filmde olmayan repliklerden ve sahnelerden anlayabiliyorsunuz. Tahminim o ki, Gareth Edwards’ın ilk kurgusunda Jyn, Saw Gerrera’dan bile daha uç, yalnız kurt gibi takılan “serseri mayın” bir karakter olarak çizilmiş. Filmin başında hapishanede olma sebebi de, fragmanda Saw’un “kavga ede ede neye dönüşeceğini sanıyorsun” repliği de bu teoriyle örtüşüyor. Revizyon * yemiş senaryoda bu yüzden karakterin yalpalandığı fark ediliyor ama sonuç olarak Jyn’in geçmişini, neler yaşadığını görüyoruz, değişimine ikna oluyoruz. Rey’de ve Kylo Ren’de olduğu gibi soru işaretleriyle, bilmecelerle, bulmacalarla kafamız karışmıyor.
Cassian’a ne demeli peki? 6 yaşından beri kendini isyana adamış olan Cassian filmin başında gözünü kırpmadan muhbirini öldürürken Jyn ile yaşadıklarının sonucunda yaptıklarını sorguluyor, Scarif’ten önce ise bir vicdan muhasebesine girişerek, “tüm savaşları sona erdirecek savaş” için kendini feda eden bir karaktere dönüşüyor. Filmin esas kötüsü Krennic de başka bir vaka. Hırslı bir İmparator hayranı, Ben Mendolsohn’un müthiş sesi ve vücut diliyle unutulmaz bir karakter çıkmış ortaya. Bir de küçük karakterlerimiz var. Rogue One onların da karakter kurulumunu ve gelişimini ihmal etmiyor, ince dokunuşlarla da olsa onları tanımayı başarıyoruz. Huysuz ve aşırı rasyonel robot K-2SO da dahil bunlara. İmparatorluk üssünde Jyn ve Cassian ile yürüyor. Yanından aynı model başka bir robot geçiyor. Ona bakıyor K-2SO. Sadece bir saniye süren tek bir bakış ve alın size karakterin tamamlanışı. Force Awakens’ta böyle bir çabayı dahi göremedik maalesef.
* Rogue One'ın çekimleri tamamlandıktan sonra Disney ve Lucasfilm yapımcılarının itirazı nedeniyle çok sayıda ek çekim yapıldı. Ek çekimler için atanan senarist Tony Gilroy'a sadece bu revizyonlar için 5 milyon dolar verildi. Gilroy'un sadece son yarım saatlik bölümde değil, filmin tamamında önemli değişiklikler yaptığı düşünülüyor. Fragman ile film arasındaki farklar bu teoriyi destekliyor.
4) DUYGU
The Force Awakens’ta Han Solo’nun ölümü gibi ikonik sahneler olmasına rağmen yeterince duygulanamamıştık. Rogue One’da ise hiç tanımadığımız karakterler için neredeyse ağıt yakacaktık. Nesli tükenen Jedi’ların dinini canlı tutmaya çalışan kör samuray Chirrut ve Roberto Rodriguez filminden çıkmış gibi duran bazukalı kankası Baze’in dostluğu filmin başından itibaren çok güzel kuruluyor. Filmin finalinde ise dokunaklı bir hal alıyor. Chirrut’un inancına film boyunca katılmayan Baze’in finalde onu kendi duasıyla uğurlaması ve ardından gelen intikam sahnesi Rogue One’ın duygusal olarak zirve yaptığı anlar.
Şimdi Force Awakens’taki Chewbacca’nın Han Solo’nun ölümünden sonraki intikam atışlarını hatırlayın. Force Awakens’ın belki de en güçlü sahnesiydi ama tamamlanmıyordu. Nerede tamamlanabilirdi? Chewbacca ile Leia birbirlerine sarılsaydı, tamamlanabilirdi. Fakat asilerin üssüne döndüğünde Chewbacca, Leia’nın yanından anlamsızca geçiyor, bir bakışma bile olmuyor, sonra da Leia nedense Rey’e sarılıyordu. Abrams politik bilince sahip olmadığı gibi duygu geçirmekte de başarısız bir yönetmen. Kadrajlarla düşünüyor, Leia ile “yürüyen halı” sarılsa işlemez gibi düşünüyor, oysa tam tersi. Şimdi tekrar Rogue One’a dönelim, intikam sahnesinin sonunda, stormtrooper’ın bombası patlamak üzere Baze yerde yatan Chirrut’a bakıyor. Halka tamamlanıyor, duygu bizi ele geçiriyor.
5) UZUN REPLİKLER
Yukarıda Cassian karakterinin tam olarak kurulduğu, Jyn’le zıtlaştığı o diyalogdan söz ettik. İşte tam o diyalogda Rogue One’ın bir diğer farkı ortaya çıkıyor: Uzun replikler. Bir sanat filminden bahsetmiyoruz tabii ki ama Force Awakens’ın senaryosunda 5 satırı aşan bir replik duyamamıştık (Tek istisna Hux’ın ordu karşısındaki konuşması olabilir, o da tek başına anlamlı durmuyordu). Oysa Rogue One’da bunlardan birkaç tane var. İlk uzun uzun konuşan karakter, bir Terry Gilliam filminden çıkmış gibi duran Saw Gerrera. En uzun diyalog ise Galen Erso’nun hologramına ait. Erso uzun uzun Ölüm Yıldızı’na neden döndüğünü ve nasıl bir plan yaptığını anlatıyor. Mads Mikkelsen’in adeta bir Shakespeare tiradı okur gibi oynadığı bu repliğin uzunluğu gerçekten şaşırtıcı. Son izleyişimde saydım, tam 39 cümle var o monologda. Shakespeare demişken, “The Force Awakens”ta replikler “gündelik dil” tınlarken Rogue One’da Lucas’ın filmlerindeki gibi daha İngiliz, daha tiyatral bir dil söz konusu. Jyn Erso, “The time to fight is now!” diyor mesela. “Force Awakens”ta buna benzer bir replik olsa “It’s time to fight” derdi karakter.
“The Force Awakens”taki gündelik dil, Star Wars sihrinden götüren önemli bir unsurdu. Han Solo ile Leia’nın karşılaştığı sahneyi düşünün: “Han Solo: Saçını değiştirmişsin”, “Leia: Ceketin aynı.” “Hayır, yeni.” Sarılırlar... Yıllarca tüm Star Wars hayranlarının hayal ettiği sahnenin bu amatör diyalogla geçiştirilmesine inanmak güç!
6) RİSK ALMASI
“The Force Awakens”ı en çok sevenler bile Abrams’ın bu filmde hiç risk almadığını söylüyordu. George Lucas da bıyık altından bunu “Hayranlar bu filmi çok sevecek” sözüyle eleştirmişti. Çünkü kariyerine “deneysel sinemacı” olarak başlayan Lucas için Star Wars aslında deneysel bir seriydi. 1999’daki yeni trilojide yoğun CGI kullanımı eleştirilse de, bu yöntem Lucas için film çekim tekniklerini geliştirme yolunda bir deneydi ve Star Wars için hayati bir unsurdu. Lucas ayrıca orijinal Star Wars’ta çok az yer alan siyasi tartışmaları öne çıkarmış ve ilk izlemede zor anlaşılan politik komplolarla örülü zor senaryolara imza atmıştı.
Abrams’ın ise bir şeylere meydan okuma gibi bir gayesi yoktu. Tek amacı hayranları ve serinin yeni sahibi Disney’i memnun etmekti. Bu tavrı onu “A New Hope”un neredeyse aynısını çekmeye kadar götürdü. Gareth Edwards ise, çok büyük bir cesaret örneği sergilemese de yer yer risk alan hareketlerde bulunuyor. Filmin başındaki yazı akışının olmaması bu anlamda karşılaştığımız ilk risk. En büyük risk ise Star Wars denince akla gelen ilk “şey” olan ışın kılıçlarının neredeyse hiç görünmemesi. Gareth Edwards, Abrams gibi sadece fanları memnun etmek adına hikayeye hizmet etmeyen herhangi bir fazlalığa filminde yer vermemiş.
Filmin müzikleri, Edwards’ın yenilikçi bakışını pekiştiren bir diğer unsur. Michael Giacchino, John Williams temalarından esinlenerek yaptığı bestelerle efsaneye taze bir soluk getiriyor. Bundan sonraki Star Wars filmleri ona emanet edilse kimse buna itiraz etmez sanırım.
7) DAHA ÇOK LUCAS
Lucas’ın ikinci trilojisindeki görsel yapıdan dolayı Lucas’a karşı gelmek moda olmuştu fakat “The Force Awakens”ta Lucas’ın eksikliği büyük oranda hissedildi. Sonuçta bu evrenin, bu karakterlerin yaratıcısı o. Lucas’ın Episode 6 sonrasında meydana gelecek olayları yazdığını da biliyoruz, yani hikayenin asıl devamı bir yerlerde mevcut. Fakat Disney, Lucas’ın öyküsünden yararlanmak istemedi, Abrams’a güvenerek yeni zihinlere Star Wars’u emanet etti. “The Force Awakens” tam da bu yüzden “yüksek bütçeli bir fan filmi” olarak algılandı.
Evet, Lucas Rogue One’da da söz sahibi değil. Fakat Rogue One tamamen Episode 4’ün başındaki akış yazısından esinleniyor: “İç savaş dönemi. Asiler gizli üslerinden yaptıkları saldırıda İmparatorluğa karşı ilk zaferlerini kazandılar. Muharebe esnasında ittifakın casusları, imparatorluğun bir gezegeni yok edecek güçteki korkunç silahı, zırhlı uzay istasyonu Ölüm Yıldızı’nın planlarını çalmayı başardı...” diye yazıyordu o yazıda. Rogue One’ın özeti de bu. Yani filmin öyküsü Lucas’a ait diyebiliriz.
Rogue One’da Lucas’ın başka izlerini de görebiliyoruz. Saw Gerrera karakteri Lucas’ın 2000’lerde bahsi geçen Star Wars TV dizisi için yarattığı bir karakter. Bu TV dizisi iptal olunca karakter çizgi dizi Clone Wars’ta yerini buluyor. Lucas’ın bir diğer izi de finaldeki uzay savaşında. X-Wing pilotları konumlarını bildiriyorlar ya. Buradaki bazı X-Wing pilotlarının çekimleri bizzat Episode 4’ün film şeritlerinden çıkartılarak Rogue One’a eklenmiş.
Kısacası Rogue One’ın “klasik üçleme” hissinde –doğrudan olmasa da- Lucas’ın da parmağı var diyebiliriz.
8) İNANDIRICILIK
The Force Awakens’taki en büyük problemlerden biri bence “inandırıcılık”tı. Rey’in mükemmel kahraman olması inandırıcılığı en baştan baltalıyordu. Fakat sadece bununla kalmıyordu mesele. Daha iyi anlatabilmek için iki filmden benzer sahneleri kıyaslamanızı isteyeceğim: Force Awakens’ta Han Solo, Chewbacca ve Finn, First Order üssüne giriyorlar, sonra orada Rey’le buluşuyorlar. İçinde Kylo Ren’in de olduğu üssün içinde ellerini kollarını sallaya sallaya yürüyorlar, kıdemli komutan Captain Phasma’yı rahatlıkla yakalayıp kalkanı açtırıyorlar... Bu sahnelerde en ufak “eyvah yakalanacaklar” endişesi yaşamıyorsunuz. Oysa A New Hope’u düşünün, stormtrooper kılığında girip Chewbacca’yı kelepçeli dolaştırmışlardı. Abrams böyle bir oyuna gerek bile duymuyor. Şimdi Rogue One’a bakın: Kılık değiştirerek üsse giriyorlar, yanlarında İmparatorluk robotu var. Buna rağmen her an yakalanabileceklermiş hissiyle olanları izliyoruz. Bu sahnelere örnekleri arttırabiliriz. Tabii diğer yandan AT-AT araçlarının (Her ne kadar bu filmdekiler aslında AT-ACT olsa da) ve Star Destroyer’ların biraz kolay parçalanması serinin bütünlüğü açısından inandırıcılığa gölge düşürüyor.
9) VADER
Lucas her zaman söyler, Star Wars, Anakin Skywalker’ın hikayesidir diye. Vader olmadan da bir Star Wars hikayesi elbette anlatılır ama Vader kadraja girdiği anda işlerin değiştiği de bir gerçek. Force Awakens’ın fragmanında en heyecan verici an Vader’ın yanmış maskesinin göründüğü andı. Filmde ise fragmanda gördüğümüzden daha fazlasını göremedik. O sahnedeki monolog Hamlet’in Yorick’le (kurukafa) sahnesi misali daha uzun olabilir, maskeyi daha uzun süre görebilirdik. Force Awakens’ta Rey’in düş sahnesi Vader’ın nefes alıp verişi ile başlar mesela, böyle başka dokunuşlar çok daha fazla olabilirdi.
Rogue One, Vader faktörünü tam dozunda ve olabilecek en etkili şekilde kullanmasıyla da takdiri hak ediyor.
10) UMUT
İlk maddede Star Wars’un toplumsal çerçeveden iyilik ve kötülük savaşını anlatışından bahsetmiştim. Fakat belki de daha önemlisi Star Wars’un kişisel dünyamızla kurduğu ilişkiydi. Star Wars, benim kuşağımdaki insanlar için bir filmden çok daha fazlasıydı. Okuldaki öğretmenden, evdeki baskıdan, mahalledeki kabadayıdan ve benzeri “güç”lerden yıldığımızda, kendimizi onlardan korurken yanımızda hissettiğimiz hayali bir arkadaş gibiydi Lucas’ın klasik üçlemesi. Hayatımızın her alanında karşımıza çıkan otoriteye veya her türlü engele kafa tutarken aklımızdan geçen bir öğretiydi. Zorlu zamanlarımızda Obi-Wan’ın Luke’a öğütlerini hatırlardık.
Star Wars bize umuttan bahsederdi, ne olursa olsun karanlıkla ve kötülükle mücadele edersen umut vardır, derdi. İşte Force Awakens’ta olmayıp Rogue One’da olan ve bize klasik üçleme hissiyatını yaşatan en önemli şeylerden biri de buydu. Rogue One ile yeniden hatırladık: İsyanlar umuda dayanır ve o hayali yaşatmak bizim elimizde.
PRENSESİN VEDASI
Rogue One'ın en çarpıcı numaralarından biri tanıdığımız insanlar için yapılan ve gerçeklerinden ayırt etmekte zorlandığımız CGI karakterler. 1985'te kaybettiğimiz Peter Cushing bunların ilki. Filmin finalinde ise daha büyük bir sürprizle karşılaşıyor ve Carrie Fisher'ın gençliğini görüyoruz. Prenses Leia, A New Hope'ta R2-D2'ya yükleyeceği kartı alıyor ve gülümsüyor. İzlediğiniz seansta filmin sonunda alkış koptuysa bunun başlıca sorumlularından birinin CGI ile yeniden yaratılmış bir insan olması Carrie Fisher'ın bu rolde ne kadar kalıcı bir iz bıraktığının adeta bir kanıtı gibi. Carrie Fisher gerçekten de Star Wars hayranları için sadece bir aktristen fazlasıydı. Fisher'ın Star Wars filmlerinin senaryolarında yaptığı revizyonlar filmlerin duygusal tonuna çok şey katmıştı. Zaten Fisher daha sonra önemli yapımlarda senaryo doktorluğu yapmaya devam etti. Senaryosunu kendi otobiyografisinden uyarladığı Postcards from the Edge epey ses getirdi. Carrie'nin bir diğer önemi de ben ve benim neslimdeki birçok Star Wars hayranının ilk aşkı oluşuydu. Rogue One'daki sahnesini izleyip onayladığı söyleniyor. İzlediyse onu ve Leia'yı hiç unutmayacağımızı da anlamış olmalı. Küçük bir teselli... Güç seninle olsun Carrie Fisher...