Ertuğrul ÖZKÖK
Oluşturulma Tarihi: Aralık 11, 2014 02:07
Russell Crowe’un ‘Son Umut’ filmini bir kadın grubu içinde seyrettim.
Film hakkında görüşler farklıydı.
Bir bölümü çok beğendi, bir bölümü hiç beğenmedi.
Ben severek seyrettim.
KONUYU sevdim. Çocuklarının cenazelerini getirmek için Türkiye’ye gelen bir babanın psikolojisini iyi anlatıyordu.
YAKLAŞIMINI sevdim. Bir savaşı anlatıyordu ama barış filmiydi.
ÖNYARGISIZLIĞINI sevdim. Ne Türklere haksızlık ediyordu, ne Avustralyalılara.
‘CASTING’İNİ sevdim. Russell Crowe’un oyunu ölçülüydü. Yılmaz Erdoğan’ın duruşu sahiciydi. Cem Yılmaz’ın oyunu tam kendisiydi. Olga Kurylenko’nun oyunu sıcaktı.
Olga Kurylenko
SAHNELERİ sevdim. Çanakkale için seçilen mekân güzeldi. İstanbul’a dönemin biraz Indiana Jones’vari havası verilmişti. Renkler iyidi.
‘Gece Yarısı Ekspresi’ filminden kalan kötü hatıraları sildiği için de çok sevdim.
FİLMDEN AKLIMDA KALAN ŞAHANE ANLAR
Kuva-yi Milliye’ye katılmak için Anadolu’ya geçerlerken vagonda elbise değişip üniforma giymeleri...
Yunan bir çetecinin Cem Yılmaz’ı vurduğu sahnede Yılmaz Erdoğan’ın “Bugüne kadar yaşaması mucizeydi” demesi.
Kuva-yi Milliye’ye katılma kararı alanların
Atatürk için kadeh kaldırmaları.
Yılmaz Erdoğan’ın Russell Crowe’a “Söyle oğluna bana bir paket sigara ve bir çakmak borcu var” deyişi.
Russell Crowe, “Oğlumu öldürdünüz” diyerek Yılmaz Erdoğan’ın üzerine yürüdüğünde onun “Biz sizin ülkenizi değil, siz bizim ülkemizi işgale geldiniz” demesi.
Atatürk’ün adı geçtiğinde, salondaki seyircilerden kopan büyük alkış.