Güncelleme Tarihi:
Sarkis, Türkiye’de çağdaş sanatın yaşayan en büyük isimlerinden biri. 1960’lardan bu yana Paris’te yaşıyor. Bu yıl Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil edecek. Bu haber iki sebeple heyecan uyandırdı. İlki sanatsal; Türkiye’nin kalıcı pavyonunu Sarkis gibi büyük bir sanatçının açacak olması. Diğeri ise politik; 1915 olaylarının 100. yılı dolayısıyla tartışmalar alevlenmişken, Türkiye’nin ulusal pavyonunu bir Ermeni sanatçıya emanet etmesi anlamlı karşılanıyor. İşin daha da ilginç yanı, Sarkis’in aynı zamanda Ermenistan Pavyonu’ndaki karma sergiye de katılacak olması... Sarkis
ve serginin küratörü Defne Ayas’la konuştuk.
Venedik’teki sanat bienalinde Türkiye Pavyonu’nun ilk sergisi size ayrıldı. Türkiye’nin Venedik’te bir pavyonu olmasını siz nasıl karşılıyorsunuz?
SARKİS: Yapı Kredi benimle ilgili bir kitap yayımlamıştı. O kitap için Evrim Altuğ ile yaptığımız konuşmada “Eğer Türkiye sizi çağırırsa, Türkiye pavyonunda olmayı kabul eder misiniz” diye sorulmuştu, 2006’da. Benim cevabım şu oldu: “Çağrılayım, cevabımı o zaman veririm”. Ama dokuz yıl beklendi...
Önce bir tereddüt ettiğinizi söylemiştiniz basın toplantısında. Bunun sebebi 2015’in bütün anlamları ve beklentileriyle uğraşmak mı?
SARKİS: Bu 2015 benim kafamda patladı. Hemen “Beni çağırdığınız bu yılın sembolik olduğunu düşündünüz mü” dedim. Bu bakımdan çok sarsıldığımı söylemeliyim, hâlâ da bu sarsıntım geçmiş değil. Bu bir ilk. Bizden önce bir örnek, böyle bir durum yaşamış bir sanatçı yok. O nedenle basın toplantısında Tarkovski’ye gönderme yaptım. Onun Rublev’den öğrendiğiyle kardeş kardeşi öldürdüğünde tarihin nasıl yolundan çıktığını ve bütün hayatı boyunca bunu yoluna sokmaya çalışmasını anlattım. Burada bir asırlık bir sıkışmışlık, kilitlenmiş bir şey var. Bu kilitlenmiş şeyin açılması, nefes alması lazım. Sanat diliyle açılması lazım. Benim kafamda patlayan da buydu. Sonuçta bunu yeşertmemiz gerektiğini hissettim ben. Pozitif bir duruma getirmemiz gerek.
Ermenistan’la Türkiye arasında kilitlenmiş bir durum var. Özür dilenecek mi dilenmeyecek mi, soykırım denilecek mi, denilmeyecek mi?
SARKİS: Bunu açmak lazım. Bir zaman acısını çektim. Annem de babam da 1915’i, sürgünü yaşadılar. Babalar gitti, her şey gitti. Babam, tamamen sustu. Annesinin adını ağzına almadan bu dünyadan gitti. Hiç konuşmadı. Fakat annem konuşuyordu. Babam tamamen o devri ve ondan sonraki devri suskun yaşadı, dili yokmuş gibi yaşadı. Tabii bu sana geliyor. Bir de 90’ların başında Ayasofya Hazine Dairesi’ne yaptığım Avize projesiyle, Çaylak Sokağı sergisinden yola çıkarak, resmen ırkçı bir saldırıya geçtiler bana. Fakat etrafımda 90 küsur kişilik bir grup oldu, sıcaklıklarıyla benim yanımda olduklarını gördüm.
2006’da “Türkiye Ermeni sorununu çözebilmiş değil, aydınlar uğraşıyor” demiştiniz. Şimdi bir mesafe alındığını düşünüyor musunuz?
SARKİS: Düşünüyorum. Çıkan kitaplar, Hrant’ın varlığı, o dili, o tavrı doğurması önemli. Ben açıkçası ondan çok şey öğrendim. Açıldığını hissediyorum. Ancak diyasporanın pek açıldığını düşünmüyorum... Zaten ben kendimi diyasporadan saymıyorum. Anama bağlılığımdan. Kadın Anadolulu gibi yaşayarak öldü burada. Evini saklıyorum hâlâ. Hrant’ın söylediği “Diyaspora Anadolu’da büyük bir köydür” çok güzel bir imaj. O da büyütüyor, nefes aldırıyor. Bu demek değil ki bize birtakım saldırılar olmayacak, ben yine de olabilir diyorum. Saldırılara hazır olmamız lazım. Bunu hiç konuşmadık aramızda fakat ben birtakım fanatiklerin çıkabileceğini düşünüyorum.
DEFNE: Açıkçası benim saldırılmaktan çok kullanılmaktan endişem var.
O zaman bu projenin küratörü olarak kullanılmamaya karşı nasıl bir tedbir alıyorsun?
DEFNE: Tedbirden çok biz işimizi yapıyoruz. Zaten cevabımızı da işimizle vereceğiz.
SARKİS: Ben halen birtakım fenalıkların olabileceğini de hesaba katıyorum. Sergide kullanılan malzemelere bakarsan, ‘neon’ camdan yapılıyor. Sen bir Lira ya da Euro’yla, on saniyede kırabilirsin.
SERGİDE VİTRAYLARA YER VERECEKSİNİZ
Bu tercihinizin sebebi nedir?
SARKİS: O bir 14., 15. yüzyıl tekniği, pencereler ışıklanıyor ve görüntülerin bize bir söz söyleme yeri çıkıyor. Bir koro gibi. Bir de kutsal bir görüntüye bulanıyor. Öyle bir dil doğuyor. Bizim Edirnekapı’daki Mihrimah Camii’nin pırıl pırıl hali pencerelerdeki vitraylardan da gelir. Dışarısını ve içerisini birleştiriyor. Benim en sevdiğim şey bu: ‘Birleştirme’, ‘buluşturma’.
Bienal sırasında, St Lazzaro Adası’ndaki Mıkhitarist Manastırı’nda da Ermenistan’ın sergisi olacak. Siz aynı zamanda oraya da katılıyorsunuz. O sergiye nasıl bir iş vereceksiniz?
SARKİS: Orası 1700’lerin başlarında Katolik Ermenilere verilmiş bir yer. 1990’da şimdi Ermenistan Pavyonu’nun küratörü benim oradaki bir sergimin küratörlüğünü yapmıştı. Türkiye pavyonuna iş yapacağımdan haberi yoktu. Yazın telefon etti, “Beni küratör yaptılar” dedi. Ben de “Dur, sana bir haber vereyim. Türkiye’nin yeni bir mekânı var ve beni çağırdılar” dedim. “Ah müthiş!” diye cevapladı, çok hoşuna gitti. Şimdi ben oraya dört iş veriyorum.
Ben bu sergiyi yazın Ermenistan’a gittiğimde duymuştum. Venedik Bienali’nde ‘soykırım’ konulu bir sergi yapılacak demişlerdi. Öyle mi peki?
SARKİS: Hiç alakası yok.