Güncelleme Tarihi:
Korku-gerilim türündeki popüler romanlarda pek karşımıza çıkmayan, çok katmanlı bir roman ‘Üç’. Kitap içinde kitap var ve internet mesajlaşmalarının da olduğu birçok metin-yazım tekniğini bir araya getiriyorsunuz...
Romanın kapsamının epeyce geniş olması nedeniyle -aksiyonun büyük kısmı 4 farklı kıtada geçiyor ve pek çok farklı karaktere odaklanıyor- nispeten kısa bir formatta, bir yığın bilgiyle başa çıkabilmek için bir yol bulmak durumundaydım. Romanı başka bir şekilde yazmış olsaydım, 800 sayfa civarında olurdu. Olduğu gibi, son taslaktan 80 bin kelime kesip attım ve ayrıca muhteşem editörlerim pek çok gereksiz malzemeyi ıskartaya çıkarmama yardımcı oldu. ‘Kitap içinde kitap’ konseptini kullandım, zira güvenilmez anlatıcılara hayranım. Eski bir gazeteci olarak, Elspeth Martins topladığı söylentilere kendisi bir dönüşüm kazandırıyor. Tamamen adil ve onları tasvir ederken dengeli olup olmadığına karar vermek okuyucuya düşüyor. Bilginin internet yoluyla (Twitter, Instagram vs.) yayılmasında bir anındalık, doğrudanlık var. Ayrıca, elektronik postalar veya sohbet odaları vasıtasıyla iletişim kurduğumuz zaman kendimizi nasıl sunduğumuza bir bakmak istedim. Birçok kişi gerçekte online karakterlerinden daha farklı insanlar...
‘Üç’ün temel dinamiği uçak kazası. Uçmaktan korkanlardan mısınız? Eğer öyleyse, uçarken nerede oturursunuz? Mesela acil çıkış kapılarına denk gelen koltuklarda oturduğunuz zaman ne hissediyorsunuz?
Bu, muhtemelen gelmiş geçmiş röportaj soruları arasında favorim! Aslında romanın fikri benim uçak korkumdan yola çıktı! Farkındayım, bu yaygın bir korku. Her zaman cam kenarında ve mümkünse kabin ekibinin tam arkasında oturmayı tercih ediyorum. Eğer bir şey olursa, gelişimini görmek istiyorum. Ayrıca istatistiksel olarak, arkada oturanların bir kazadan kurtulma ihtimali daha yüksek. En azından bu benim kendime söylediğim bir şey. (Hiçbir zaman ‘first class’ uçabilecek kadar kazanamadım!) Acil çıkış kapısı yanında oturmak ise bir ödül benim için.
Son zamanlarda kıyamet/ komplo teorisi roman, dizi ve sinemada iyice artmış durumda. Bu kadar korkmalı mıyız gerçekten?
Bir savaş, salgın (şu an Batı Afrika’daki yıkıcı ebola salgını gibi), hatta zombi istilası gibi acayip bir olay, fark etmez. Neredeyse hepimiz bir felaket dünyayı vursa ne olacağını ve buna nasıl reaksiyon göstereceğimizi düşünmüşüzdür. Belki de kıyamet günü hayatta kalmak için hazırlıklar yaparak yaşayanlar ve sürvivalist (hayatta kalmacı) bir hayat tarzı olanlar daha akıllıdır! Kim bilir.
Rahip Len romana farklı boyut katan bir karakter. Onu romana dahil ederek, dinin veya benzeri dogmatik olguların insanların korkularını daha da körüklediğine işaret ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
Sanırım bu yönü, romanın en tartışmalı elementiydi ve kaçınılmaz olarak Amerikan okuyuculardan beni din karşıtı olmakla suçlayan pek çok mektup aldım. Halbuki kitaptaki daha dengeli karakterlerin çoğu da dindar. Din karşıtı değilim. Ama köktendinciliğin her boyutunun özellikle paranoya ve panikle dolu zamanlarda ne kadar zarar verebileceğini tasvir etmek istedim. 11 Eylül saldırılarının sonrasında gördüğümüz gibi, korku değişim için en büyük güdü olabiliyor. Korku manipülasyon ve başkaları üzerine güç ve kontrol yüklemek amacıyla bir araç olarak kullanıldığı zaman tehlike ortaya çıkıyor.
Biyografinizde tek başınıza yazdığınız romanlar kadar, birkaç kişi veya farklı imzalarla kaleme aldığınız dizi kitaplar da var. Ortak kitap yazmak ve tek imza arasında nasıl bir fark var?
Hepsinden farklı yönleriyle keyif alıyorum. Diğer yazarlarla işbirliği yapmak süreci daha az yalnız kılıyor. Fakat yalnız yazmam demek kendi tempomda yazabilmem demek. Ortak çalıştığım yazarlardan çok şey öğrendim. Çünkü hepimizin farklı kuvvetleri ve zayıflıkları var. Ortak bir roman yazmak çok net bir şekilde beni daha güçlü yazar yaptı.
UCUZ ROMANDAN EDEBİ KURGUYA KADAR HER ŞEYİ SEVİYORUM
Son günlerde çok sıkıcıyım. Gerçekten tüm zamanımı yazarak geçiriyorum. Sevdiğim işi yaparak geçiniyor olmak çok büyük bir ayrıcalık ve her zaman bunun bilincindeyim. Çoğunlukla gececiyim, bu yüzden genellikle sabah 11 ile gece 2 arasında veya daha geç saatlere kadar yazıyorum. Bir şeyler yemek için, okumak için, sigara içmek için veya yüklü miktarda kahve içmek için ara veriyorum ve köpeklerimi gezdiriyorum. Kimsenin sahiplenmediği hayvanları kurtarıyorum. Neredeyse her şeyi, belgesellerden saçma sapan reality şovlara kadar, beynimi bir süreliğine kapatacak her şeyi izliyorum. Bu aralar The Leftovers dizisinden keyif alıyorum. Kitaplara gelince, hızlı okurum. 3 günde bir roman civarında. Ucuz romanlardan edebi kurgulara kadar her şeyi seviyorum. Çok seçici bir okur değilim!
STEPHEN KING'IN ÖVGÜSÜNÜ DUYUNCA GÖZYAŞLARIMI TUTAMADIM
Stephen King’den ‘Üç’ romanım için övgü almak kariyerimin parlak noktasıydı. O benim kahramanım ve çocukluğumdan beri onun romanlarını okuyorum. Bunu söylemeye utanıyorum ama onun, ‘Üç’ün kapağına bir övgü yazısı yazdığını duyunca gözyaşlarımı tutamadım! Gerilmedim ama minnettarlık duydum, gerçekten... O, ayrıca bu sene başlarında zor bir zamandan geçtiğim dönemde bana bir e-posta gönderdi. Olağanüstü derecede nazik bir adam olduğunu düşünüyorum. Favori Stephen King romanıma gelince; muhtemelen ‘Mahşer’ diyeceğim.