Güncelleme Tarihi:
Aldanmayın ‘Siyah-beyaz ve tek kanallı bir dünya’ tanımına… TRT’nin hükümranlığını sürdürdüğü o yıllarda her akşam evimizin salonlarına buyur ettiğimiz onca kahraman, onca karakter öyle bir şenlendirirdi ki ortamları… Mesela bizim kuşak; dünyamızın iki renkli ve tekdüze olduğu hiç fark edemeden geçirmiştik çocukluk günlerimizi… O zamanlardan edindiğimiz dostlardan biri, “Mork Orson’u arıyor, Mork Orson’u arıyor, cevap ver Orson” repliğiyle çoktan gönüllerde ve zihinlerde yer etmiş sevimli bir uzaylıydı. Robin Williams’ı işte ben böyle tanıdım…
‘Temel Reis’ (‘Popeye’) oldu, ‘Peter Pan’ (‘Hook’) oldu, ‘Mrs. Doubtfire’ oldu, Theodore Roosvelt (‘Night at the Museum’ serisi) oldu, ‘Beyaz Saray’ı çok sevdi, en son ‘Butler’da bu kez Dwight D. Eisenhower oldu. Programına gelenlere hızlı, çılgın ve de son derece komik monologlar sunduğu bir ‘Stand-up komedyeni’ olarak çıktığı sanat yolculuğunda çok sayıda istasyona uğradı. Hangi birini saysak; ‘Good Morning Wietnam’, ‘Cadillac Man’, ‘Awekenings’, ‘Jumanji’, ona ‘En iyi yardımcı erkek oyuncu’ dalında Oscar kazandıran ‘Good Will Hunting’, Woody Allen imzalı ‘Deconstructing Harry’, ‘Jacop The Liar’, ‘House of D’, ‘The Birdcage’, ‘The Big Wedding’, ‘The Angriest Man in Brooklyn’ vs…
Başkalarını bilemem ama ben onu en çok ‘Balıkçı Kral’da (The Fisher King’) sevdim. Hayatın sillesini yemiş iki ‘Homeless’in (Evsiz barksız) Central Park’ta gelişen dostluğu üzerinden ‘Kutsal kase’nin koruyucusu ‘Balıkçı Kral’a göndermelerde bulunan bu muhteşem Terry Gilliam filminde Jeff Bridges’le birlikte harikalar yaratmıştı. Genellikle komedilerle tanınmıştı ama ‘Insomnia’, ‘One Hour Photo’, ‘The Final Cut’ gibi çizgi dışına çıktığı ve bambaşka kimliklere büründüğü filmlerde de kendince derin izler bırakmıştı. Ben bir de özellikle fikren hoş bir fantezi olan ‘Man of the Year’ını çok severim; Barry Levinson imzalı bu yapımda politik içerikli ‘Talk Show’lar yapan bir komedyenin seçim zamanı hınzırlık olsun diye kendisini aday göstermesi ve nihayetinde ‘Amerikan Başkanı’ unvanıyla buluşması anlatılır. Politikanın sertlikler, gerilimler, hakaretlerle at başı gittiği bir coğrafyadan bakıldığında düşünsenize ‘Başbakanlık’ (ya da yeni deyimiyle ‘Başkan’lık) koltuğuna bir mizahçının, komedyenin oturduğunu…
Hayatı boyunca onca tedaviye rağmen bir türlü bırakamadığı uyuşturucuya ve alkole olan bağımlılığına olan isyan mı yoksa ‘Artık yoruldum’ demenin bir başka ifadesi mi bilmiyorum ama “63 yıllık bir macera bana yeter” dedi ve gitti. ‘Balıkçı Kral’ zamanı kendisiyle yapılan bir söyleşide, “70’li yıllarda uyuşturucu kullandınız’ sorusuna “Doğru ama bu zamanı maalesef pek hatırlamıyorum. John Belushi öldüğü ve ben baba olduğum zaman bıraktım” cevabını verirken şu cümleyi de eklemeyi ihmal etmemişti: “O kadar tedavi oldum ki benden neredeyse hiç bir ücret almayacaklardı…” Bu sözleri 1991’de sarf etmişti ama ne uyuşturucu ve alkol bağımlılığı ne de tedavi süreçleri peşini hiç bırakmadı. Üç kez evlendi, üç kez de baba oldu. Onca insana mutluluk, yaşama sevinci aşıladı. Şöhreti sevmezdi, “Bir güç ilacı gibidir, ben olabildiğine sıradan yaşamak istiyorum” derdi. Annesini ilk güldürdüğü zaman komedi yeteneğini fark eden bu adam, giderayak bize bir kez daha “Her ölüm erken ölümdür”ü hatırlattı. Ama çok iyi biliyoruz ki geride bıraktığı onca karakteriyle sonsuza kadar yaşayacak… Her faninin de çabası bu değil mi?..