Güncelleme Tarihi:
MELİKE BİRGÖLGE
Rol aldığınız Mucize Doktor dizisi, gerek rol alan oyunculara gerek izleyenlere mucize gibi iyi geldi, çok sevildi. Neydi sizce Mucize Doktor’daki mucize ve sırlar?
Yaşama sevinci ve umut barındırması ve bugünlerde en çok ihtiyacımız olan mucizenin de eklenmesi. Herkes hayatında bir Adil Hoca'ya sahip olmak ister. Adil Hocalar gölge kahramanlardır. Bir nebze görünür yapmak beni heyecanlandırdı.
Mucize Doktor dizisinden teklif geldiğinde ilk önce kabul etmemeyi düşünmemişsiniz. Neden?
Bir kaç proje arasında karar verme aşamasındaydım. Mucize Doktor projesinin başarıya ulaşması ve mesajının doğru iletilmesinde en önemli faktörün Ali karakterini canlandıracak oyuncu olduğuna inandım. Henüz belli olmadığını öğrendiğimde diğer projelere odaklandım. Taner Ölmez ismini duyduğum an, olumlu kararımı verdim.
Proje bahsettiğim özellikleri barındırıyorsa iyi veya kötü karakter oynamam karar vermemde bir faktör değil. Entrikalar üzerine kurulmuş projelerin yanındaki naifliği beni cezbetti sanırım.
KARAKTERLERİ YARGILAMIYORUM!
Mucize Doktor’daki rolünüzle ilgili olarak “Bugüne kadar televizyonda hiç iyi bir karakter oynamadım” diyorsunuz. İyi kalpli Başhekim Adil karakteri neleri getirdi hayatınıza ve neleri daha bariz fark ettirdi oyunculukla ve yaşamla alakalı?
Bir projeye çalışırken oynadığım karakterleri yargılamıyorum. Yargılamadan yaklaşmayı tercih ediyorum. Televizyonda oynadığım diğer karakterlere nazaran Adil karakterini çalışmak, irdelemek daha kolay bir yol oldu belki de. Eşimin "Kendin ol yeter" cümlesi de üzerimdeki büyük yükü aldı benden. (Gülüyor) Herkes hayatında bir Adil Hoca'sı olsun ister, gölge bir kahramanı olmasını. Bu etmende bana keyifli bir yolculuk vadetti.
Orhan Veli şiirlerinden Murathan Mungan’ın uyarlamasıyla sanatseverlere ulaşan, tek kişilik oyununuz ‘Bir Garip Orhan Veli’ pandemi öncesinde ilgiyle izlendi. 6 aylık aradan sonra yine çok ilgi görüyor. Yakın zamanda Burgazada’da oynadınız. Ve sahnelemeye devam ediyorsunuz. Orhan Veli ile yolunuzun kesişmesi…
Bir Garip Orhan Veli’nin benim için çok özel anlamları var. Öncelikle ben bir Orhan Veli hayranıyım. 12 yaşımdan beri takip ediyorum. Orhan Veli’yi sadece şiirleri ile değil bütünsel olarak hayata bakışıyla, samimi duruşuyla çok seviyorum. Aynı şekilde Murathan Mungan günümüz Türk edebiyatında çok takdir ettiğim ve hayranlık duyduğum bir yazar. Ve son olarak değerli hocam Müşfik Kenter’in bu oyunu uzun yıllar oynamış olması; hem çok ciddi bir sorumluluk, hem de bir onur benim için. Bu oyun benim için çok özel, çok değerli. Bu oyunu hem ülkemizin hem de dünyanın her yerine taşıyacağız.
Corona öncesi Cansel Elçin, Alican Altun’la başrollerini paylaştığınız, yönetmenliğini Laçin Ceylan’ın yaptığı ‘Çıplak Vatandaşlar’ oyununda da rol aldınız. Oyunda sistemle ilgili tema varken bunun yerine insanlar oyunun sonundaki striptiz sahnesine takılsa da, komedi oyunu sanılsa da, oyunda önemli mesajlarının olması sizi cezbetmiştir diye düşünüyorum.
Aynen öyle… Çıplak Vatandaşlar bir komedi oyunu gibi gözükse de aslında her ülkede, özellikle bizim ülkemizde sıklıkla yaşanan ve benim de en hassas olduğum sosyal yaralardan birini, emeği, işçi haklarını konu ediyor. Fabrikaları özelleştirilen ve birden bütün yaşamları altüst olan işçilerin hem aile hayatlarını hem de kendi hayatlarını kurtarma mücadelesi. Dolayısıyla ben bu konunun insanlara böyle güzel bir oyun ile ulaştırılması fikrinin çok iyi olacağını düşündüm. Tabi Çıplak Vatandaşlar’da müthiş başarılı oyuncular var. Bu kadar iyi bir kadro olunca da karar vermek zor olmadı.
Kendi sanat kariyeriniz için rol aldığınız bu son iki oyunu nasıl değerlendiriyorsunuz peki?
Her oyunu bir yolculuk ve antrenman olarak değerlendiriyorum. Yeni projeye başlarken de bu yolculuk ve antrenmanların birikimi ve tecrübeleriyle serüvene atılıyorum.
Milyonlarca insan sizi Mucize Doktor, Bizim Hikaye, Suskunlar dizisi ile tanısa da benim sizi ilk tanıdığım, 2010’da izlediğim ‘Bedensiz Kadın’ oyununda birçok izleyici gibi performansınıza hayran kaldığım, ödüller aldığınız tiyatro oyunundan bahsetmek istiyorum. Ölmeden kimi hesapları kapatmaya çalışırken vicdanıyla da hesaplaşan kanser hastası bir emekli askeri oynarken ne tür vicdani hesaplaşmalar yapmaya yönlendirmişti sizi Reha olarak hayata dair?
İstanbul Devlet Tiyatrosu'na yeni geldiğim bir dönemdeydi Bedensiz Kadın. O süreçte büyük bir yalnızlık hissediyordum. Hayatı sorgulamaktan ziyade hayatımda daha önce rastlamış olduğum anılar ve bilgiler örtüştü. Çok iyi çalıştık ve seyircinin de kendi kendini sorgulamasına yol açacak bulgularla oyunu sahneledik. Çok keyifliydi.
BİZ NİĞDE'NİN BOR İLÇESİNE LEYLEKLERİ ÇAĞIRMIYORUZ!
İnsanları vicdanı hesaplaşmalarıyla yüzleştirme temasının yanı sıra savaşların durması, ırkçılığın son bulması anlamında mesajların da oyunculuklarınızın aracılığıyla iletilmesi bu anlamda birkaç basamak daha yukarı çıkarmıştı o oyunu. Bundan yola çıkarak asıl savaşların içimizde olduğunu ve bu hayat savaşlarını yenerek çıkabilmek için gereken en önemli şeyler neler?
Bütün yaşayan organizmalar gibi insanda doğuyor, büyüyor ve ölüyor. Bu süreçte sosyal iletişimler, eğitim sistemi, doğmuş olduğu coğrafya o insana bir çok unsur olarak ekleniyor. Bu süreç sonucunda düşündüklerimiz, yaşadıklarımız ve hayattan umut ettiklerimiz bizi bir takım mesleklere yönlendiriyor. Oyunculuk veya sanatla uğraşmakta bu güdülere sahip olmayı gerektiriyor. Yaşadıklarınız sizi bu dünyayı yeniden değiştirme çabasına, savaşlara karşı duruşunuza, çok ve az kazanan dengesizliğine tepkinize ve sınırlarla insanların geçiş alanlarını yok edilmesine karşı oluşunuzu doğuyor. Bu sebepler mesleğimi seçmeme neden oldu. Biz Niğde'nin Bor ilçesine leylekleri çağırmıyoruz. Onlar Afrika'nın balta girmemiş ormanlarından kalkıp buralara geliyor ve tekrar oralara gidiyor. Leylekler kadar aklımızın olmadığını düşünüyorum.
Bedensiz Kadın, Rain Man, Ted Bundy, Ruki gibi oyunlardaki rollerinizin kült karakterler olmasının paralelinde hangi özellikler bu oyunları daha da tepelere çıkardı oyunculuk paydasında?
Derdi olan oyunlar olması ve bakış açılarının titizlikle analiz edilmesi sanırım.
Mesleğinizle ilgili idealist olmanızın, işinizi tutkuyla yapmanızın artıları, eksileri neler?
Bildiğim tek yol bu. Bu nedenle artıları eksileri sorgulamıyorum.
EN TEHLİKELİ SANSÜR, SANATÇININ KENDİSİNE UYGULAYACAĞI SANSÜRDÜR!
Kültür ve sanat alanında yaşanan sansürleri konuşalım. Bunlar sizi korkutuyor mu?
En tehlikeli sansür sanatçının kendisine uygulayacağı sansürdür. Sanat başka açılarla her zaman bir şekilde kendi ifade etme yolu bulur.
Topluma dair sizi en düşündüren ve en çok sorguladığınız şey ne?
Saygı ve sevgi sanırım.
Sistemin dönen dişli çarklarında kaybolmamak için o dişlere karşı hangi zırhlarla donanmak gerekiyor?
Kendin olmak, pozitif ve ümitle kalmak en güçlü zırhlar kanımca.
KABUL EDİLİR OLMAK, SİRK HAYVANI EĞİTİMİ GİBİ!
İnsanların, yaşamda oldukları gibi yol almak varken, olmak istedikleri gibi davranmaya çalışmalarının altında neler yatıyor?
Kabul edilirlik, uyum sağlama çabası. Farklı fikirler, donanımlar, hayal gücü dünyaya renk vermesine rağmen "farklı" kelimesi "garip" anlamına gelir oldu. Farklı yani kendin olmaktansa, kabul edilir olmak hayatı kolaylaştırıldığı düşünülüyor ve davranışlar bu yönde eğitiliyor. Bir nevi sirk hayvanı eğitimi gibi.
İDEOLOJİK YAPISI OLMAYAN, İDEOLOJİK ALT KÜLTÜRÜ OLMAYAN, SANATÇI OLAMAZ!
“Çok kitap okuyan insanların hayal dünyaları geniştir ve hayallerine tutunurlar. Hayalleri olmayan insanlar dünyada hiçbir fark yaratamazlar.” diyorsunuz. Çok kitap okuyan bir aileden gelen ve hayallerine tutunan biri olarak hayallerinizle hayatınızın ve dünyanın neresindesiniz?
Sanırım mesleğimin verdiği lüksle hayallerimi şekillendirip sunma, boyut kazandırma noktasındayım. İdeolojik yapısı olmayan, ideolojik alt kültürü olmayan, sanatçı olamaz. Dünya vatandaşı olarak görüyorum kendimi. Yine sanatım aracılığı ile dünyaya hayallerimi, insanlık adına dert edindiklerimi ifade etme lüksüne de sahibim.
İŞİM, MEKTUBU DOĞRU ADRESE ULAŞTIRMAK!
Tiyatro yorum işidir. Oyuncuyu yazarın ağız ulağı olmaktan da kurtarır, yerin kulağı olmaktan da, kendini bulamamaktan da! Bunlardan başka tiyatroyu soylu kılan ögelerin neler olduğunu sorsam…
Bazen de "Mektubu doğru adrese ulaştırmaktır" etmenini eklerim sanırım.
Hangi anlarda ya da durumlarda ‘İyi ki tiyatro yapıyorum. İyi ki oyuncuyum’ diyorsunuz?
Oynadığım oyunlarda sonuçtan çok süreç benim için değerli. Bu üretici, yaratıcı süreç hep bana bunları dedirttim sanırım. Ve seyirci ile buluşup, mektubu iletmenin de tadı tabii ki başka.
YAPILMASI GEREKENİ YAPANLARA ŞAŞKINLIKLA BAKILMASINDAN HOŞLANMIYORUM!
35 senede 75 oyun oynadınız, 60 tanesi başrol... Özel tiyatrolar yaptınız, yaratıcı drama dersleri verdiniz, dağ köylerine gidip ücretsiz eğitim seminerleri verdiniz. Bunlar sizde tutku, azim ve disiplinin beraberinde daha neler kattı size ve hayat yolculuğundaki heybenize?
Ben yapmam gerekeni yaptım. Yapılması gerekeni yapanlara şaşkınlıkla bakılmasından hoşlanmıyorum. Bunları yaptığım için 55 yaşında hâlâ sahneye de çıkabiliyorum, dizi de çekebiliyorum.
Son birkaç yıl farklı oyunlarda Edinburg’ta oynadınız. Ordan sanata, tiyatroya ve hayata dair size kalanlar neler?
Sanata verilen değerin farkına varıyorum her yurt dışı festivalinde. Kendi sponsorluğumda katıldığım festivallerde diğer oyunların broşürlerinde sponsor listelerini görmek, ülkemde sanata verilen önem konusunda beni hayal kırıklığına uğratıyor.
TÜRKİYE’DE TİYATRO KURMAK, FELAKETİN BAŞLANGICI!
Ülkemizde bırakın sanata değer verilmesini, destek bile görmüyor sanatla uğraşanlar. Ne diyeceksiniz bu konuda?
Özel tiyatrolarda genç jenerasyondaki çocuklar her yerde çok güzel şeyler yapıyorlar ve yeni yeni yollar, kendilerini ifade edecek alanlar arıyorlar; ama destek alamıyorlar. Bir tiyatro kurmak Türkiye’de felaketin başlangıcı! Vergisi bitmiyor, algısı bitmiyor, seyirci sorunu bitmiyor, davetli sorunu bitmiyor, protokol sorunu bitmiyor. Polisi ayrı gelir, savcısı ayrı uğraşır, seyircinin bir tanesi çıkar ayrı dert açar. Mesela ben İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda bir oyun sorumlusuydum. Sezuan’ın İyi İnsanı oyununda, seyirci, ‘Sahnede sigara içiyor’ diye şikâyet etmiş, perde arasında zabıta geldi. “Sahnede sigara içiyormuş kimler içiyor isim verir misiniz bana?” dedi. Nasıl yani?! Olay zaten sigara dükkânında geçiyor, bundan daha doğal bir şey olamaz ki. Seyirci rahatsız olmuş, şikâyet etmiş. “Tamam” dedim “Sahnede sigara içenlerin adı: Shen Te içti.” Yazdı oraya aynısını. Bunlar kim diye de soruyor. “Bilmiyoruz vallahi, Çin’de yaşıyorlar biz de oyun sırasında görüyoruz” dedim. Ve bunu aldı gitti. Sonra devlet tiyatrosuna uyarı geldi. İnanılır gibi değil.
Geleceğe dair umudunuz var mı, hangi noktada?
Biz umut satıyoruz. Umutsuzluğa düşme gibi bir lüksümüz olmadığı, umuda dönüştürmeye yönelik bir dişliye sahip olmak zorunda olduğumuza inanıyorum. Görsel sanatlar hayaller için var, umutsuzlukları umuda dönüştürmek ve yeni kapılar açmak için var.
ÜLKEMİZDE KONTROLSÜZ ÖFKE YAŞANIYOR!
Sosyal medya üzerinden artan bir kötülük ve öfke var. Bunu neye bağlıyorsunuz?
İnsanlar çaresizlik içerisinde olduklarında tepkiler gösterirler. Bazen bu öfkeye neden olabilir. Şu anda ülkemizde kontrolsüz öfke yaşanıyor. Fakat devletin denetleme ve güvenlik güçleri tamamen bunları elemine etmeye yönelik. Yani öfke odaklarının başladığı anda devreye girmeleri gerekiyor. Oysa ki olay haline dönüştüğünde devreye giriliyor. Bunun yeri değiştiği anda öfkelerin insanlar tarafından absorbe edileceğini düşünüyorum.
SEYİRCİNİN TATMİNİ EN GÜZEL ÖDÜL!
Hayat ödüller üzerine kurulu değil ama pastanın çileği, çikolatası dediğim ödüllerin sizin için anlamı nedir bir ödül obur olarak?
Ödüller hayatımda büyük bir önem taşımıyor. Önemli olan bahsettiğim gibi süreç. Tiyatroyu seyirci için yapan bir oyuncu olarak seyircinin tatmini en güzel reaksiyon.
Tiyatroyla tanışmanız nasıl olmuştu peki?
11 yaşında beni tiyatroya götürmüşlerdi. Bir çocuğun seyretmemesi gereken her şey vardı oyunda. Ondan sonra lise 2’ye kadar hiç tiyatroya gitmedim, ailem tiyatroya çok düşkün olmasına rağmen. Bursa Gemlik’teyken hoşlandığım kız arkadaşım bilet almış. Başka biriyle gitmiş. Ben de gittim. ‘Kahvede Şenlik Var’ oyununu orda seyretmiştim. Can Gürzap, Adnan Biricik oynuyorlardı. Ve ben aşık olmuştum o oyunda tiyatroya.
Çocukken sizi tiyatroya götürüyorlar, oyunu sevmiyorsunuz. Daha sonra hoşlandığınız, sevdiğiniz kız başkasıyla gidiyor diye tiyatroya gidiyorsunuz. Bunun ilerde yaşam biçiminiz olacağı aklınıza gelir miydi o yıllarda?
Elbette bilemezdim. Her şey olabilirdim. Çocukken sabit bir mesleğe odaklı değildim. O yüzden oyuncu oldum herhalde.
EZEN, EZİLEN DENGESİNDE HEP EZİLENİN YANINDAYIZ!
Lisede kanınıza giren tiyatroya, aileniz sizin çocukluğunuzdan beri düşkünmüş. Nasıl bir aileydi sizinki?
Yaramaz… Devrimci bir askerin çocuğuyum. Dört kardeşimle birlikte büyüdüm. Babam hep ceza aldığı için şark hizmetinde geçti çocukluğum. Çok fazla yer, çok fazla insan tanıdım. Ezen, ezilen dengesinde hep ezilenin yanında olan bir aileydik. Çok mutlu bir aileydik, çok eğleniyorduk. Halen de bir araya geldiğimizde çok eğleniyoruz. Biraz İtalyan aileleri gibiyiz, çok küfür ederiz.
Abiniz oyuncu Serhat Özcan için tiyatro, siyasi mücadelelerle biraz örselendikten sonra bir çıkış olmuş. Peki sizin hayat maratonundaki mücadelenizin çıkışı nedir bu anlamda?
Serhat abim benim için ilk usta tabi ki. Fakat benim için tiyatro çok okuyan bir çocuk olarak, okuduklarımla onu aktardığım seyirciler arasındaki katalizör olma durumu hem ergenlik yaşlarımdaki aklıma, bedenime hem de iletişim kurmama vesile oldu. Sanırım bu nedenle oyunculuğu tercih ettim.
12 Eylül’ün hayata, tiyatroya bakışınıza etkileri neler oldu?
12 Eylül sanırım benim yaşımdaki her çocuğun hayatında etkili olmuştu. Tiyatroda yarın daha güzel bir gün olacak düşüncesiyle uyuyan insanlarız biz. O yüzden tiyatro yaşama sevincini en rahat şekilde aktarabileceğim bir alan olduğu için tercih ettiğimi düşünüyorum.
1987 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde tamamladınız. Profesyonel tiyatro hayatına, 1987 de Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda başladınız. 1992’de İstanbul’da tam bir diziye başlayacakken Antalya maceranızın başlaması nasıl oldu?
Aslında bu özel bir durum. İnsanlar zaman zaman bir şeyleri bir şeylere tercih ederler. Bende o zaman çok gençtim. Tiyatroyu diziye tercih ettim. O kadar.
Türkiye’de bu anlamda teksiniz aslında, İstanbul’dan bölgeye tayin isteyen. Herkes İstanbul’a tayin isterken siz Antalya’ya… Neydi bunun sebepleri? Hem de uzun yıllar kalacak kadar?
Tek cevabı var, tiyatro. Başka ne olabilir?
35 yıllık tiyatro maceranızın 18 yılı Antalya’da geçtiğini göz önüne alırsak Antalya izleyicisin İstanbul izleyicilerine göre en bariz farkları neler?
Antalya'da büyük kente uyum sağlayamayan insanların göç etmesi ile oluşan büyük bir kalabalık var. Ve genellikle tiyatro, opera, bale seyircisi onlar ve yabancılar. Antalya'nın yerleşik halkının kendine ait bir tiyatrosu var zaten ve çok güzel işler yapıyor. Devlet Tiyatrosu'nun bölgelere gitme nedeni aslında oradaki tiyatral dinamikleri harekete geçirip, akademik bir hale getirmesi. Garip bir şekilde gittiği her yerde de kalıyor devlet tiyatrosu. Çünkü kendi kadrolarını büyük şehirlerde daha da yoğunlaştıramıyor. İstanbul'da en azından yüz tane daha tiyatro salonuna ihtiyaç var mesela. Oralarda bunu yapamadığı için bölgelerde kalıyor.
Ekranlarda 4. Osman’ı da canlandırdınız, playboyu da… Farklı roller oyunculuğu besler. Peki bunun yanı sıra oyunculuğu besleyen şeyler?
Zaten oyunculuk dediğin böyle bir şey. Ben de ekstra bir şey yapmadım. Her rol tabii ki besliyor bazı, roller ise alıp götürüyor.
“35 yıllık Devlet Tiyatrosu geçmişimde hiçbir zaman büyük paralar kazanma hayallerim yoktu. Tiyatroda oynamak paradan değerliydi benim için.” diyorsunuz. Tiyatroda oynamayı, paradan daha değerli kılan ögeler nelerdir?
Para aile ile gelişen bir şey. Aile de yok. Benle alakası yok. Bizim aile de öyle bir şey yok. Bu mantıklı bir şey mi onu da bilmiyorum, bu kapitalist mantıkla gelişen dünya içerisinde. Ama biz öyleyiz. Çok fazla umursamıyoruz para meselelerini.
Siz askerde 6 ay dj lik yapmışsınız. Nasıl oldu askerde dj’lik macerası ?
Her tugayda bir radyo olur. Ben de askeri radyoda dj’lik yaptım.
Erdal Tosun’la konservatuvar hikayeleriniz meşhurmuş. Birini paylaşmanızı rica etsem…
Konservatuarın ilk bir haftasında yoktu Erdal. Sadece sınavlarda bir kez karşılaşmıştık. Adını bile bilmiyordum. Derse ilk geldiği gün Hamlet okuyorduk. "Napıyorsunuz len burda?" dedi. "Hamlet" okuyoruz dedik. "Ulan gelmişiz 1980'e hâlâ mı Hamlet okutuluyor" dedi. O günden itibaren en iyi arkadaşım oldu.
Sesinizin güzel olduğunu söylüyorlar.
Yalan. Bu koskoca bir yalan. (Gülüyor) Asla sesim çok iyi değil. Ama konservatuvarda şarkı söylemesini öğretiyorlar.
AŞKIN BİTTİĞİ YERDE HAYAT DURUR!
Aşkı sormadan geçemeyiz tabii. Neler dedirtir, nelere bedel aşk?
Bizi bu hayatta tutunduran, o saçma sapan okullara götüren, oralardan mezun eden, saçma sapan iş yerlerinde işimizi yapmamıza neden olan, bazen çok kötü oyunlarda severek oynayıp, bir yalanın içine kendimizi inandırmamıza vesile olan şeydir aşk. Hiç bir zaman bitmez. Bittiği yerde hayat durur.