Podyumların perde arkası

Güncelleme Tarihi:

Podyumların perde arkası
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 19, 2015 12:52

Dünya gözüyle Sophie Marceau’yu da gördüm. Galiba dünyanın en hoş kadını hâlâ o.

Haberin Devamı

Modanın şampiyonlar liginde

Kadınlar... Ömrünüzü diyet listeleriyle, kinoalı salatalarla mı geçiriyorsunuz? Spor salonlarından çıkmıyor, maaşınızı çantalara, elbiselere mi kaptırıyorsunuz? Erkekler! Gözlerinizi kapadığınızda karşınızda melek kanatlı modeller mi uçuşuyor? Hep her şeyin fazlasını mı istiyorsunuz? Pek çoğumuz sonsuz bir iştahla arzularımızın peşinde heba oluyoruz. Geçen hafta bu arzuların kışkırtıldığı, hatta üretildiği yerdeydim. Dünya modasının Şampiyonlar Ligi’ne, Paris Haute Couture haftasına gittim.

Versace’den, Giambattista Valli’ye; Jean Paul Gaultier’den, Dice Kayek’e göz kamaştırıcı defileleri Catherine Deneuve ile, Sophie Marceau ile yan yana izledim. Peri kızı gibi modelleri, dünyayı kasıp kavuran Hollywood ikonlarını gözlemledim. Bu nasıl bir dünya? Hepsi bir kandırmaca mı? Gitmeden önce aklımda büyük sorular vardı... Ama itiraf edeyim, gidince ben de kendimi ortamın parıltısına kaptırdım! Bu yazıda öyle iddialı cevaplar, sistem eleştirisi filan yok... Ama geçirdiğim çok eğlenceli birkaç günün sansürsüz dökümü var. Plajda, uçakta okuyunuz... Belki sizde bir ışık yanar! Herkese iyi bayramlar!

Haberin Devamı

Paris’in eski Borsa binasında Versace defilesindeyim. Yerim epey havalı, ‘front row’da, yani en önde... Ama düşe düşe 150 kiloluk, ceketli, Napoli mafyası profilli bir adamın yanına düşüyorum. Sağ sol prenses, diva kaynarken o da beni görmekten pek hoşnut değil. Gelmeden önce moda editörümüz Aslı Barış bana bir ‘kim kimdir dersi’ vermişti ama ben sadece Carine Roitfeld’ı çıkarıyorum, Paris Vogue’un eski efsanevi yayın yönetmeni...

Herkesin gözleri fıldır fıldır... “O kim, bu kim” diye bakınıyorlar. Beni ve Napolili dostumu görenler, “Donatella Versace’nin karanlık işlerini gören ikili” diyordur herhalde. “Bunun da alıcısı var mıdır acaba?” diye düşünürken defile başlıyor.

Rengârenk, cesur, eğlenceli tasarımlar ama tabii bir süre sonra elbiseleri kaçırıyorum. Kendall Jenner, Mariacarla Boscono, Doutzen Kroes, Lara Stone... Top modellerin rüya takımı... 10 dakika içinde, özellikle Mariacarla önümden geçtikten sonra moda endüstrisiyle ilgili eleştirel, politik tüm yaklaşımlarımı podyumda bırakıyorum. Çıkışta bir gazeteci ordusu... İtalyan aristokratlarını andıran bir kadını çekiyor herkes: “Ese! Ese!” diye bağırıyorlar. Bir bakıyorum: Bizim Ece Sükan! Paris’te takılmam gereken kişiyi buluyorum.

Podyumların perde arkası

Haberin Devamı

Dice Kayek defilesinde...

Pazartesi büyük gün. Türk markası Dice Kayek’in defilesi var. Dekoratif Sanatlar Müzesi, Louvre’un yanında enfes bir bina. Ayşe ve Ece Ege altı aydır nefes almadan bu 10 dakikalık şova hazırlanıyor. Podyum arkasında herkes bir tarafa koşturuyor. Modellerin makyajı yapılıyor. Çıplak halde geziyorlar.

Biriyle göz göze gelince “Pardon” diye gülümsüyorum. O da “Hiç önemli değil, sen yenisin galiba” bakışıyla karşılık veriyor. Gazetecilik doğru seçim miydi acaba? Yerimize geçiyoruz. Karşımda dünyanın en ünlü moda yazarı Suzy Menkes var, Vogue International’dan. Durmadan not tutuyor. Dice Kayek’i izlemeye gelmesi hoşuma gidiyor. Yazdığı eleştiride de tam puan verdi.

Haberin Devamı

Paris’te Ece’nin havasından geçilmiyor!

Podyumların perde arkası

Defile çıkışı Ece Sükan ile Paris moda turuna çıkıyoruz. Önce Hotel Costes’ta öğle yemeği. Sonra Dior defilesine doğru Rodin Müzesi’ne... Sokakta durmadan Ece’yi çekiyorlar. Sürekli yazısını kesip biçtiğimiz, “Bu hafta ilan geldi, yazını giremiyoruz” diye cinleri tepesine çıkardığımız Ece uluslararası bir stil ikonu! Durum New York’ta, Milano’da da böyleymiş. Style.com geçen yıl onu dünyanın en önemli 20 stil ikonundan biri seçmiş. Akşamüstü Grand Palais’de Giambattista Valli defilesine gidiyoruz. Müthiş bir gösteri daha... Doruk noktasını devasa turuncu etekli sarışın model yapıyor.

Haberin Devamı

Ece’ye “Ece beni akşam diskoya götür” diyorum. Başka bir tasarımcı arkadaşımla yemeğe çıkıyorum. Moda dünyasının favori yeri Caviar Caspia’ya. Burası bir havyar restoranı. Hesaplı olsun diye mönü yapmışlar. Mesela ‘İmparator’ mönüsü: 999 euro! Ayrı almaya kalkarsanız 200’den 450 euro’ya değişiyor havyar fiyatları.

Podyumların perde arkası


Sophia’ya “Havyara geçmeden somon yiyelim mi?” diye soruyorum somona hasretmişim gibi. Tamam deyince somon manyağı yapıyorum masayı! Biri gidiyor, biri geliyor. Kızcağız civa zehirlenmesi geçirecek. Sonra iki masa yanımıza Jessica Alba gelince, battı balık yan gider diye havyara dalıyoruz. Ece yanımıza uğruyor, partileri organize ediyor. Gecenin partisi Opera Garnier’de.

Haberin Devamı

Bir top modelle nasıl tanışılır?

Tavanda muazzam duvar resimleri, balkonda görkemli mermer sütunlar, şahane kalabalık... Arkadaşım Ari, Ece ve Sophia ile sohbet ederken köşede üç peri kızı model gözüme çarpıyor. Artık 40 yaşıma yaklaştığıma göre genç nesillere bir iki tüyo verebilirim.

Podyumların perde arkası


Böyle bir durumda kasarak, hava atmaya çalışarak şansınızı deneyebilirsiniz. Ama bu kulvarda rakipleriniz Pharrell Williams, Leonardo DiCaprio... Bunu geçelim yani... Yönteminiz ezber bozmak, oyunu tersine çevirmek olmalı. Gruba yaklaşıp, “Affedersiniz” diye telefonumu gösteriyorum...“Bizim bir resmimizi çeker misiniz lütfen?” Kızlar da sıradan insan yerine koyulmaya hasretmiş gibi bir güzel çektiler bizi.

Sonra sohbet başladı. Dayanamayıp “Gel seninle de çekelim” teklifi yapınca “Güzel olurdu ama iki gün sonra Chanel defilesine çıkıyorum, bir yerde resmim görülürse sözleşmemi iptal edebilirler” karşılığını verdi.

Podyumların perde arkası


Bu söz beni ayılttı. Fark ediyorum ki karşımda bugün turuncu elbiseyle Valli defilesinin kapanışını yapan top model Zlata Semenko var... Karşımda peri peri konuşuyor. Dinlermiş gibi yapıyorum ama aklımda tek bir şey var: Sakın kadehi düşürme, sakın kadehi düşürme! Bayılma, bayılma!

Elim ayağım çözülecek diye korkuyorum. Yoğun konsantrasyonla sakinleşiyorum. Sarışın, mavi gözleri hafif çekik, biraz Kazaklık varmış. Güler yüzlü... Güven duyduktan sonra bu sefer kendisi “hadi fotoğraf çekelim” demeye başladı. Arkadaşı eve gidince de bizimle kaldı, hep beraber bara geçtik. Arada Ari gelip sohbeti bölüyor. Sakalını yolmakla, elimdeki kadehi üzerine boşaltmak arasında gidip geliyor aklım.

Sonunda gece bitiyor. Zlata, yanındaki başka bir model kızı ve sevgilisini göstererek “Beni bunlardan kurtar” diyor. “İkisi birden bana yapıştı.” Çifte bakıyorum. Kız Eva Herzigova’nın daha asili ve şıkı, ıslak gözlerle bakıyor. Yanlarındaki o tuhaf çocuk olmasa arkadaşlarıma “Beni birkaç gün rahatsız etmeyin. Bir şey olursa küllerimi Seine nehrine savurun” diyerek buharlaşacağım. Ama çocuk hiç tekin değil.

Podyumların perde arkası


Mormon stili, boğazına kadar ilikli gömlek, daracık ceket, sarı saçları spreyle arkaya yapışık, sapık sapık sırıtıyor... İnsanın aklına bu adamda bulunabilecek türlü alet edevat geliyor. Sonunda Zlata’yı bir arabaya bindiriyoruz. Biz de otele... Bir karar alıyoruz: Artık İstanbul’da çıkmak yok! Bir sonraki Haute Couture haftasına kadar geceleri 11’de yatıp, gözümüze salatalık dilimleri koyacağız!

Sophie Marceau’suz olmazdı

Podyumların perde arkası


Ertesi gün Alexandre Vauthier defilesindeyim. Önümde Sophie Marceau... Braveheart’tan beri kendisine karşı boş değilim. Hâlâ çok çok güzel. Saçlarını doğal biçimde arkada toplamış, çok az makyaj... Bir sağa bir sola dönen ensesini izlemekten defileyi kaçırdım.

Çıkışta Ece’den mesaj: “Tory Burch partisi! Lauryn Hill sahnede! Çabuk gel!” Işınlanıyorum. İçerde 250-300 kişi var. Sahnede Fugees’den beri hayranı olduğum Lauryn Hill. ‘Killing Me Softly’de kendimizden geçiyoruz. Türk moda jet-set’i burada. Vogue Türkiye’nin başındaki Seda Domaniç, İstanbul 74’ün kurucusu Demet Müftüoğlu...

Partinin sponsoru bir şampanya markası. Garsonlar kadehleri nefes almadan yeniliyor. Bitirmeden elimden alacaklar neredeyse yenisini koymak için. Bu da bitiyor, sırada Kylie Minogue’lu Lancôme partisi... Demet’in arkadaşları ve eski bir ünlü karakter arabamızda.

İsmi Marie. Andy Warhol’ün arkadaşı, ikonik ressam Basquiat’nın ilk galericisiymiş... Zamanında efsaneymiş. Tam bir ‘name dropper’. Yani sözlerinin arasına durmadan ünlü isimler serpiştirenlerden... Ian diyor, (Gelmiş geçmiş en ünlü gece kulübü Studio 54’ün kurucusu Ian Schrager)... Studio 54’de şunu yaptık, bunu yaptık... Sonra Nina Simone’u duyuyorum. “Bende kaldı üç gün, ona Paco Rabanne tarzı bir elbise diktim, üzerinden çıkarmadı.” 80’ler usulü ‘isim serpiştirme’ de böyleymiş demek... Bende nefes darlığı başlıyor. Sonunda Lancôme partisine geliyoruz. 100 metre var kapıya.

Ama hanımefendi arabadan inmeyi reddediyor. “Pis egzoz dumanını mı soluyacağım? Hiç sanmıyorum!” Sonunda kapıda fotoğrafının çekilmesi için panonun önüne çağırıyorlar. Arabadaki ilgi kesmemiş olacak, fotoğrafçılara önce dilini çıkarıyor, sonra üstünü açıp sütyenini, göğüslerini gösteriyor! Bu dünyanın ‘köprüden önce son çıkış’ı varsa, onu kaçırmamak lazım. İçimdeki Naomi korkusu Gece sonunda Castel adlı girilmesi imkânsız kulübe gözümüzü dikiyoruz... Demet’in ve İsveçli tasarımcı Jenny’nin torpiliyle giriyoruz.

Yanımızdaki masada Naomi Campbell, pistte ise Kanye West! Ben bu Naomi’den acayip korkarım. Yanında Lily Donaldson, İtalyan moda ikonu Bianca Brandolini takılıyorlar. Jenny “Hadi git resim çektir” diyor. Masada Naomi’nin kafama fırlatabileceği magnum şişesini görüyor ve “Almayayım” diyorum. En son bir paparazziye Gümüşlük’te, çatal bıçak, elinde ne varsa fırlatmıştı. Çıkarken üst barda bizi görüp tatlı tatlı el sallıyor. Jenny gidip sarılıyor. Ben hâlâ ürkerek uzaktan “baay” diyorum. O kadar korkutmuş ki beni, gelip konuşmak istese ben ondan kaçacağım! Dans pistine dönüyoruz.

Podyumların perde arkası


Bir Victoria’s Secret modeli ve sevgilisi geliyor. Ama adını çıkaramıyoruz. Çocuk saati soruyor. “Burada saat kaç?” der gibi. Oysa kolunda saati var! Herhalde hangi ülkede olduğunun, zaman dilimin filan farkında değil. İşte yeni başlayanlar için bir Victoria’s Secret modeliyle hayat... Arada, üst katta tanıştığımız çok hoş İskoç kız geliyor. Tek başına kalmış. Bana yanımdaki arkadaşım Jenny’nin duyacağı şekilde “Hangi otelde kalıyorsun” diye soruyor. Aklımdan “Notre Dame Kilisesi’nde nikah, papazı bu saatte uyandırabilir miyiz” gibi düşünceler geçse de; lafı geçiştirip hiç oralı değilmiş numarası yapıyorum.

Jenny de tevazuyu bırakıyor, saçlarını açıyor ve iddialı bir ‘İsveçli saç dansına’ başlıyor. Çok uzun, ışıl ışıl sarı saçları var. Ve, evet bu dansla Castel’i bile titretebilir normalde. Fakat son tekila shot’ından sonra saç fırlatma-müzik senkronizasyonunda aksaklık var. Yarım saniye geç atıyor saçını ritimden. Bu ritim de öyle kritik bir şey ki... Tuttursa La Dolce Vita’daki Anita Ekberg’ü andıracakken; kaçırırsa insanı Exorcist’teki Linda Blair’e benzetebiliyor. ‘Deli Kızın Dansı’nı izleyince eve gitme vakti geldi diyorum. Vietnamlı taksiciyle beraber kapısına kadar bırakıyorum.

Ertesi gün bir efsane daha...

Jean Paul Gaultier’nin 2016 kış koleksiyonu defilesi... Karşımda bir hareketlenme... Catherine Deneuve geliyor! Hemen mesaj atıyorum: “Anne, şu anda karşımda kim var tahmin et!” Annemde lise ve üniversite yıllarında bir Catherine’lik varmış. Fotoğrafları gözümün önüne geliyor. “Git, sarıl ‘anneciğim’ diye” cevabını veriyor. Gaultier’nin şovu hayatımda izlediğim en etkileyici gösterilerden biri. Seyirci kendinden geçip maçta gol olmuş gibi alkışlıyor elbiseleri...

Podyumların perde arkası

Tüm bunların anlamı ne?

Artık üzerimden tren geçmiş gibi... Tüm delilikten kaçıp, kafamı toparlamak için tek başıma Cafe Le Ruc’te oturuyorum. Parislileri izliyorum. Önümden geçen yüzlerce insanda moda endüstrisinin fırça darbelerini net olarak görüyorum. Elbiseleri, güneş gözlüklerini, çantaları, hatta havaları, bakışları bile... Kırmızı ışıkta önümde bisikletli bir kız duruyor. Kumral saçları beline kadar örgülü, podyumda gördüğüm modeller kadar güzel ve Paris’in deli trafiğine bisikletle çıkacak kadar doğal...

Bu kızla bir hayat, tüm moda ikonlarından, süper modellerden daha çekici görünüyor. Yüzündeki şiirsel asaletin, hafif melankolinin sırrını arıyorum. Cevabı etrafıma bakınca buluyorum galiba. Hayatı boyunca Paris’te her sokağa çıktığında gözlerinin değdiği binalara, sokaklara, bahçelere ben de göz gezdiriyorum... Burada şehir de bir haute couture eseri... Aynı bisikletle her gün Mecidiyeköy’den geçse, yine saçar mıydı acaba yüzündeki ışığı diye düşünüyorum.

Her şey 10 dakikada oldu bitti

Defileden sonra Türkiye’nin Haute Couture’deki yıldızı Dice Kayek’in yaratıcılarıylayız...

Dünyada sadece 100 Couture müşterisi varmış, doğru mu?

Ece Ege: Yüz değil ama bin aile var. Onbinlerce euro verip katıldığı davette pişti olmak istemiyor bu kadınlar. Lüksün kriterlerinden biri bu ‘nadirlik’ durumu. H&M, Zara gibi zincir markalarla moda demokratikleşti. Sınıf farklı kalktı. Sokağa bak; sen, ben, şu kadın, hepimiz aynı giyiniyoruz artık. Ayşe Ege: Couture’ün farkı üstün işçiliği, sofistikasyonu… El yapımı ve tek.

Podyumların perde arkası

Defiledeki şov da önemli mi?

Ayşe Ege: Herkes birbirine bakıyor. İlk sırada kimler oturuyor vs… Birçok isme gelmesi için para veriliyor. Catherine Deneuve’ün Jean Paul Gaultier ile kontratı var. Ama Julie Gayet (Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın sevgilisi, aktris) “Dice Kayek giyerim” diyor. Siz Parisli misiniz artık? Türkiye’yle nasıl bir ilişkiniz var? Ece Ege: Bursalıyız ve Osmanlı mirasına inanıyoruz. Mutlaka işleme kullanıyoruz.
Versace’de de İtalyan mirasını görürsünüz. Peki Paris’te olmasaydınız bunları yapabilir miydiniz?
Ece Ege: Hayır!

Dünya gözüyle Sophie Marceau’yu da gördüm. Galiba dünyanın en hoş kadını hâlâ o.

Giambattista Valli defilesinin yıldızı Zlata, akşam Opera Garnier’deki partide karşımıza çıktı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!