Güncelleme Tarihi:
Şu an Paris’in dışında, Seine Nehri üzerinde bir mavnada doğayla iç içe yaşıyorsunuz. Klasik müzik özellikle büyük şehirlerdeki modern hayatın bir unsuru. Bu iki farklı yaşam biçimi arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Bu denge değil, dengesizlik! Zira bence ideal bir dünya mevcut değil. Ama herkesin kendine göre bir ideal dünyası vardır. Ben inancım gereği kendimi nasıl yaratılmış hissediyorsam, diğer canlıların da benim kadar yaratıldığını düşünüyorum. Bu yüzden tabiatla iç içe olmak çok sevdiğim bir şey. Öte yandan karakterim gereği hep aşırı uçlarda oldum. İstanbul, Paris, New York, Tokyo, Pekin ya da Şangay aklınıza neresi gelirse, bu büyük şehirlerin kuşuyum. Çünkü büyükşehirde doğdum, yaşadım ve okudum. Bana dağ başında, tabiatın içinde bir ev teklif etseniz, kafa dinlemek adına muhteşem olur.
60. yılınızda geriye dönüp baktığınızda, müziğe ve hayata dair baştaki heyecanınızı koruyor musunuz? Yoksa bir nevi bilgelik peşinde misiniz?
Öncelikle ‘bilge’ olduğuma dair kendi adıma karar veremem. Öte yandan ‘bilge’ bir insan hayattaki heyecanını kaybetmiş midir? Bana sorarsanız hayır. Ama ‘heyecan’ dediğiniz zaman... Belli yaşa geldiğinizde, misal 60 yaşında bir erkekte 18 yaşındaki gibi testosteron tezahür etmiyor. Zaten etmesinin laf aramızda öyle çok arzu edilecek bir şey olduğuna da inanmıyorum. Öbür türlü insanlar hiçbir şekilde inkişaf etmezlerdi. Biraz eski kelimeler kullanıyorum.
‘Old school’ bir yorumcu olarak zamanın o nevi şahsına münhasır İstanbul kültürü ve diline özlem duyuyor olabilir misiniz?
Bir nevî özlem duyduğumu söyleyebilirim. Çünkü ben bir İstanbulluyum. Ve İstanbullu olmakla iftihar ediyorum. Dünyada üç imparatorluğun başkenti olmuş başka şehir var mı?
MEVLEVİ ANLAYIŞINA YAKINIM
50 yıla yakın süredir yaşadığınız Fransa ile Türkiye’yi karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar ya da ortak noktalar görüyorsunuz?
1968 yılında Fransa’ya yollandığımda 13 buçuk yaşındaydım. Mâlum, Türkiye’de ‘68 olayları olup bitmişti. Bugün bana göre Sarkozy, De Gaulle’ün kurduğu Beşinci Cumhuriyet’i yıkmıştır. Çünkü tam mânâsıyla Fransa’yı hizaya soktu. Türkiye’ye dönersek bugün Batı ittifakı içinde bir nevî ‘Gaullist’ siyaset yürüten belki de tek ülke Türkiye. Bunu söylediğimde Ak Parti’yi savunmakla itham ediliyorum. Halbuki alâkası yok. Olaya nesnel bakmamız lazım. Fransa’da Sezar’ın hakkını Jül’e vermek diye bir laf vardır. Biz Türkiye’de tartışmayı bilmiyoruz.
Tartışma kültüründen muzdarip olduğumuzu düşünen biri olarak, sizin tartışmalara dair nesnel yaklaşımınız ne zaman ve nerede şekillendi?
Fransa’da manevi annem babam haline gelmiş inanılmaz entelektüel bir karı koca vardı. 15 yaşımdan itibaren sırf üstün yeteneğimden ötürü evlerinde verilen yemeklere davet edilme şansına nail oldum. Aynı masada tenis maçı izler gibi Nobel Ödüllü fizikçiler, matematikçiler ve edebiyatçılar ile sanatçılar arasındaki konuşmaları dinlemek bende farklı bir tutum yarattı.
Röportajın başında inançlıyım dediniz. Dört kez hatim indirdiğiniz doğru mu?
İnanç meselesi benim için bir nevî sufizm. Felsefi olarak Mevlevî, yani Mevlâna’nın anlayışına yakınım. Çünkü eğer yaradana inanıyorsanız açmazlarınız var. Yaradan madem bu kadar güzelse niye kötülük var? Peki kötülüğü bilmezsek iyiliği nasıl tarif edeceğiz? İkimiz tamamen aynı olsak, devamlı olarak aynı şeyi hissedip düşünsek o zaman ne hayatı tasvir ederiz, ne başka bir şeyi? Bana sorarsanız cehennemi tasvir etmiş oluruz.
İSTANBUL'UN KÜLTÜRSÜZ SANATÇILARINDAN KAÇIYORUM
Ben tamamen Topağacı, Nişantaşı, Maçka ve Şişli çocuğuyum. Yani Ertuğrul Özkök’ün deyimiyle Beyaz Türk’ün albinosuyum. Mensubu olduğum kitle o. Fakat aidiyet olarak kendimi çok zıt bir yerde görüyorum. Onlar Batılı gibi giyindiklerinden ötürü kendilerini ‘moderen’ ve kültürlü addedip düşündüklerini zannediyorlar. Sanatla iştigal eden pek çok arkadaşımız da sırf mesleklerinden dolayı kendilerini kültürlü addediyorlar. Ben otuz iki Beethoven sonatını ezbere bilebilirim. Bu beni kültürlü bir insan yapmaz. İstanbul’un sanat ortamındayken içimden “Yahu ne yapsam da aradan sıvışsam” dediğim oluyor.
VATAN HAİNİ DERLERSE ONLARLA HESAPLAŞIRIM
Benim ceddim elbette Osmanlı’dır, Selçuklu’dur, Orta Asya’ya kadar gider. Bunu kimse inkâr edemez. Ve ben bununla iftihar etmekle mükellefim. Ama bu, Cumhuriyet’te, Osmanlı’da ya da başka bir devirde yapılan hataları görmezden gelmem gerektiği anlamına gelmez. Yavaş yavaş bu düşüncenin filizlenmeye başladığını görüyorum. Bundan çok hoşnutum. Gerek Kürt sorunu, gerek Ermeni sorunu, gerekse vaktiyle Dersim’de yapılan katliam (bunun başka bir ismi yok)... Bütün bunları tartışalım ki artık ilerleyelim. Yetti gayri! Bu yüzden birileri bana vatan haini diyecekse hesaplaşmaya da hazırım.
TÜRK KADINLARINA MESAFELİYİM, ÇÜNKÜ...
Belli bir yaşa geldiğinizde iki tarz yaklaşım var. Biri muhafazakâr olan. Buna ancak saygı duyarım çünkü net bir tavırdır. Kabul edersiniz, etmezsiniz. Ama her şey ‘moderen’ şekilde devam ederken, beklenmedik bir anda içten pazarlıklı bir şekilde “Ne zaman evleniyoruz şekerim?” durumuyla karşılaşmak biraz üzücü olabiliyor. Elbette bir de hanımların ve erkeklerin bir doğası var, bunu inkâr edemeyiz. Hanımlar işi daima garantiye almak istiyorlar. Çocuk sahibi olup büyütmek istiyorlar. Bu arada Allah’a şükür ben 35 yaşımda baba oldum.
İLBER ORTAYLI İLE SCHUMANN KONUŞACAK
Hüseyin Sermet, 10 Şubat Salı akşamı saat 20.00’de, ‘Martı Klasikleri’ klasik müzik konserlerinin konuğu olacak. Martı Istanbul Hotel ve Lila Müzik işbirliğinde gerçekleştirilen etkinlikte sanatçı, Alman besteci Robert Schumann’ın ‘Pappillons’ (Kelebekler) adlı eserini yorumlayacak. Ardından da Prof. Dr. İlber Ortaylı moderatörlüğünde ‘Müzik ve Tarih’ konulu bir sohbete katılacak. Sohbette 1800’lü yılların Almanya ve Avrupası’nın tarihi fonu, Alman besteci Schumann’ın hayatı, ‘Papillons’ isimli eseri, eserin bestelendiği yıllar ve esere ilham kaynağı olan Jean Paul’un ‘Flegeljahre’ romanı konuşulacak. Etkinliğin biletleri Biletix’te. Bilet fiyatları ise; tam 40 TL, öğrenci 20 TL.