Güncelleme Tarihi:
Afişinde fondan Sultanahmet Camii’nin yükseldiği, içinde ‘Ottoman’ kelimesinin geçtiği, Türk ortaklı bir Hollywood filminin, Los Angeles’ta meşhur Sunset Bulvarı’nı, New York’ta Times Meydanı reklam panolarını işgal etmesi Türk’ün Hollywood ile imtihanında başlı başına bir zafer olabilir mi? İşin bir de görünmeyen tarafı var: Duruşuyla ‘İngiliz Hasta’yı, ruhuyla ‘Doktor Jivago’yu anımsatan Türk-Hollywood yapımı ‘The Ottoman Lieutenant’ (Osmanlı Teğmen) etrafında dönen hararetli konuşmaların ucu, diplomatik polemiklere, uluslararası stratejik hamlelere kadar uzanıyor.
Filmin ABD’de gösterime gireceği hafta önce Ermeni Gençler Federasyonu (Armenian Youth Federation), daha sonra Amerikan Helenik Konseyi’nden Ioannis Fidanakis, filmin ‘düpedüz bir propaganda’ olduğuna ve ‘boykot edilmesi gerektiğine’ dair bildiriler yayımladı. Ermeni lobisi, söz konusu filmin, ‘Ermeni Soykırımı’ iddialarını konu alan, 21 Nisan’da ABD’de gösterime girecek olan Terry George’un ‘The Promise’ filmi öncesi bilinçli bir hamle ve algı dağıtma operasyonu olduğunu’ iddia etti.
Filmin Türk yapımcı ekibinden Güneş Çelikcan’a göre protestoların boyutu kuru bir basın bildirisiyle sınırlı değil: “Filmin gösterildiği sinema salonlarını arayıp ‘O filmi gösterimden kaldıracaksınız’ diye tehdit ediyorlar. İş, filmin ABD’li yapımcısı Stephen Baldwin’e sosyal medyada ‘Nazi sempatizanı’ diye saldırmaya kadar gitti.” Ancak New York Times’dan Neil Genzlinger’a göre film, bir ‘kadın fantezisi’ne dönüşmek adına gerekli tüm öğelere sahip. Bunu da filmin ABD’li yapımcılarından Stephen Brown çok açık bir şekilde anlatıyor.
Savaşta tüm tarafları gösteriyoruz
Stephen Brown’ın yapımcı olarak künyesinde yer aldığı filmler arasında David Fincher’ın ‘Seven’ı, ‘The Fugitive’i (Kaçak) ve ‘The Devil’s Advocate’ı (Şeytanın Avukatı) da var. Deneyimli yapımcı 2015 yılında, İstanbul bazlı yapım şirketi ‘Y Productions’da CEO olarak göreve başladı, ilk projesi ‘The Ottoman Lieutenant’ oldu. Sırada ‘Rumi’ adlı film var. Stephen Brown sorularımızı yanıtladı:
Bu film 1. Dünya Savaşı’nın Doğu cephesinde geçen ilk film olarak niteleniyor? Neden şimdi?
- Hikâyenin zamansız olması, günümüz için özellikle geçerli olduğunu düşündüğümüz bir şeydi. Üstelik 1. Dünya Savaşı ve Doğu cephesinde yaşananlar Amerikan sinemasında çok az keşfedildi. Belki de aynı dönemde geçen bir aşk hikâyesine en iyi örnek Doktor Jivago’dur, o da 50 yıl önce çekildi. Bu dönemle ilgili olarak Batı’da çok az şey biliniyor ve o dönem Doğu Anadolu’daki muazzam manzara ve yaşamın zorlukları sinemada hiç yer almadı. Bu yüzden taze ve ilginç olduğunu ve daha önce gördüğümüz şeylere hiç benzemediğini gördük.
ABD’de Ermeni, hatta Yunan gruplarının filmi boykota çağırmasına ne diyeceksiniz?
- Herhangi bir kişi veya kurumun, bir filme karşı, sadece adına, seyir defterine ve/veya filmin yapımında yer alan kişilerin isimlerine (özellikle Türk yapımcılara) bakarak, filmi izlemeden önyargılı bir tavır alması talihsizlik. Protesto hareketi başladığında film ticari olarak henüz gösterime girmemişti ve filmi protesto edenlerin hiçbiri filmi izlememişti. Bence Türkiye’deki ve diğer ülkelerdeki insanların çoğu, tüm savaşlarda olduğu gibi, burada da iki tarafta da kurbanların olduğunu anlıyor. Bence savaşta tüm tarafların mağdur olduğunu adil şekilde gösteriyoruz. Hikâyemizin amacı aşkla, aşkın kültürel sınırları tanımamasıyla ve savaşta ortak acıların ve sonrasında ortak bir hafızanın olmasıyla ilgili. Ve umarız bu, gelecekte de ortak bir anlayışı beraberinde getirecek.
Kadroda kimler var?
Filmin yönetmeni Joseph Ruben’ın Julianne Moore’lu ‘The Forgoten’ (Gizemli Parçalar), Julia Roberts’lı ‘Sleeping With The Enemy’ (Yatağımdaki Düşman) gibi yapımlarda imzası var. Başroldeki Michiel Huisman, iki sezon ‘Game Of Thrones’ta rol aldı; en son Blake Lively ve Harrison Ford ile karşılıklı ‘The Age of Adaline’de (Ölümsüz Aşk) gözüktü. Yan rollerdeyse Oscar ödüllü Ben Kingsley ve Josh Hartnett yer alıyor.