Güncelleme Tarihi:
Kitabınızda birçok kez ‘Dış politika hamaset kaldırmaz, diplomasi hesap işidir’ diyorsunuz. Ne demek istiyorsunuz?
- İç politikada bir hata yaparsanız bunu düzeltmek ulusal iradeyle mümkündür. Dış politikadaysa bir hata yaparsanız onu düzeltmek sadece sizin iradenize tabi değildir. Başkalarının da iradesiyle ancak düzeltebilirsiniz, ki bu da çok zordur. Dikkat edin, Atatürk’ün dış politikasında hamaset yoktur, akılcılık vardır. Dış politikada akılcılık zorunludur, ideolojik dış politikalar er veya geç duvara çarpmaya mahkûmdur.
◊ Dışişleri’nde ilk olarak Ortadoğu Dairesi’nde göreve başlıyorsunuz. Orada bir kural öğrenmişsiniz, “Arap işlerine karışma, arapsaçına dönersin” diyorsunuz. Bu kural hâlâ geçerli mi?
- Maalesef geçerli değil, o yüzden arapsaçına döndük. Bu kuralı çok uzun yıllar Cumhuriyet hükümetleri izlediler. Bir tek Menderes zamanında bir Ortadoğu işine bulaştık, sonunda dönemin Irak Başbakanı Nuri Said’in öldürülmesiyle o süreç bitti, Adnan Bey de durumu anladı ve geri çekildi. Çünkü Arap dünyası karmaşık bir dünyadır, kimin hangi ata ne zaman bineceği belli değildir. Arap içişlerine bulaşmak zararlıdır, maceradır.
◊ Türkiye özellikle Suriye’deki içsavaşın ardından bir süredir Ortadoğu politikalarının tam da göbeğinde yer alıyor. Türkiye’nin son dönemdeki Ortadoğu politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Fevkalade yanlış. Bunu ben söylemiyorum, Başbakan Binali Yıldırım “Temelden yanlış” dedi. Her hükümet yanlış yapabilir, ama devamlı yanlış yapmak bir haslet değildir. Örneğin Suriye konusunda yanlış yapıldı. “Esad altı ay sonra gidecek” dendi, gitmedi, “Yüz bini aşan mülteci kırmızı çizgimizdir” dendi, üç milyonu geçti. Şu anda Ortadoğu’da bir mezhep mücadelesi var, bir tarafta Şiiler, öbür tarafta Sünniler. Türkiye bunun niye tarafı oluyor? Laik olduğunu iddia eden bir ülke buna taraf olacağına, olaylara tepeden bakıp bir tür hakem olabilirdi.
ÜRDÜN KARIŞMADI
◊ O zaman daha mı kazançlı çıkardık?
- Dış politikada mesele kazanım değil, zarar görmemek. Ürdün de Ortadoğu’da, ama o bulaştı mı bu işlere? Bulaşmadı, çünkü bir Arap ulusu olarak bu işlerin arapsaçına döneceğini biliyor. Türkiye eğer modern bir devlet olmak istiyorsa Batı’nın bir parçası olmak zorundadır. Doğu’nun veya Ortadoğu’nun bir parçası olmakla Türkiye’nin en ufak bir kazancı olamaz. Ne kurumlar bakımından, ne dış politika bakımından...
◊ Kitabınızda Türkiye’nin AB’ye üyelik konusunda her zaman bir ikilem yaşadığını söylüyorsunuz...
- Bizim yaptığımız iki tarihi hata var: Birincisi, 1975’te Türkiye’nin AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) nezdindeki daimi delegesi Büyükelçi Tevfik Saraçoğlu, “Yunanistan AET’ye müracaat etti, biz de müracaat edelim” diyor. Demirel kabul etmiyor. Çünkü o zaman MC (Milliyetçi Cephe) Hükümeti vardı, (Necmettin) Erbakan koalisyondan çekilir diye korktu. Ecevit zamanında da benzer bir teşebbüs oldu, o da kabul etmedi. Bugün üye ülkelerin hepsi çağdaş, hukuk devleti, medeni rejimler oldular. Çünkü AB demokrasiyi ve müesseseleri kuvvetlendiriyor. Eğer 70’li yılların sonuna doğru Yunanistan’la birlikte biz de AB’ye müracaat etseydik ve kabul edilseydik, Türkiye yırtmıştı.
◊ Yırtmaktan kastettiğiniz nedir?
- Birincisi 1980 darbesi olmazdı. İkincisi, Türkiye bugün Güneydoğu’da yaşadığı problemleri yaşamazdı. Birtakım günlük yaşamı etkileyen normlar yürürlüğe girerdi. Yunanistan’la aramızdaki makas, bugün maalesef yarım asırdır.
◊ Peki, Türkiye aslında 50 yıldan fazladır AB’nin kapısında bekletilmiyor mu?
- Hayır, bu doğru bir söylem değil. Tam üyelik için ilk müracaat 1987’de Turgut Özal tarafından yapıldı.
◊ Türkiye’nin son dönemde AB’yle yaşadığı bir kriz var. Türkiye AB ekseninden kopuyor mu sizce?
- Şu anda eksen kalmadı. Bu kriz tabii ki aşılır ama öncelikle hükümetin Avrupa’ya ve dünyaya bakışının değişmesi lazım. Batı’yı küçümseyen, reddeden bir tutum içindeyiz. AKP Hükümeti’nin 2002’den 2004’e kadar yaptığı reformlar muazzam. Ama müzakere tarihi aldıktan sonra sanki o tarihten başka bir amacımız yokmuş gibi geriye gitmeye başladık. Bugün düşünce özgürlüğü, adalet bağımsızlığı 2004’tekiyle aynı mı?
BOSNA’YI AB’YE ALACAKLAR
◊ Türkiye’nin AB perspektifinden kopup yüzünü tamamen Doğu’ya çevirmesi halinde ne olur?
- Bu, birkaç asırlık yürüyüşün tersine gitmesi demektir. Orta Asya’dan gelen Türkler nereye doğru yürüdüler? Batı’ya doğru. Geriye giderseniz Avrupa’yla ipleri kopartırsınız. Türkiye’de “Biz Müslümanız diye bizi istemiyorlar” algısı var. Ben bunun doğru olmadığı kanaatindeyim. Size garanti veriyorum, Bosna’yı AB’ye alacaklar, çünkü Bosna, Avrupalı Müslümandır.
◊ Kitabınızda Türkiye-Amerika ilişkilerinden bahsederken “Eşitlik aramak beyhude olur, bu ilişkiler çoğu kez Amerika’nın istediği biçimde şekillenmiştir” diyorsunuz...
- Bu sadece Türkiye için değil, Fransa, İngiltere, Almanya için de geçerli. Amerika şu anda global güç. Yani Pasifik’e kadar her yere uzanabiliyor. Rusya önemli bir ülke ama henüz her yere uzanamıyor.
◊ Peki Trump yönetiminde Türkiye-Amerika ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
- Trump’ın Clinton’dan ve Obama’dan farklı bir yaklaşımı olacaktır ama Amerika yine Amerika’dır. Çok farklı olacağını sanmıyorum. Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği büyük ölçüde Türkiye’nin nasıl bir ülke olacağına bağlı. Türkiye Batı dünyasının bir parçası mı olacak, yoksa Ortadoğu batağının bir parçası mı olacak? Buna karar vermemiz lazım. Ortadoğu batağının bir parçası olursak piyon oluruz.
◊ Kimin piyonu?
- Hem Amerikalıların hem Rusların. ABD’yle Rusya’nın Türkiye üzerine baskı unsuru olarak kullanabileceği stratejik, mali ve askeri enstrümanlar, Türkiye’ninkilerden çok daha fazladır.
Paris’e doktora gittikten sonra büyükelçiden aldığı borcu geri göndermek isteyen lider kimdi?
- “Bir sabah Sevinç (İnönü) Hanım telefon etti. İsmet Paşa acele Bakanlık’a gelmek istiyordu. Ben de o zaman Müsteşar Orhan Eralp’in özel kalemiydim. Bakanlık alarma geçti, Paşa’yı girişte ben karşıladım. Orhan Bey’in yanına çıkardım. Paşa içeri girdikten 15 dakika sonra çıktı. Orhan Bey’e “Hangi meseleyle ilgili gelmiş?” diye sordum. Orhan Bey kahkahalarla gülüyordu. “Ne oldu efendim?” dedim. Paşa bir süre önce göz muayenesi için önce Paris’e gitmiş, sonra Atina’ya da uğramıştı. Parası yetmemiş, Paris Büyükelçisi Hasan Işık’tan önemsiz miktarda borç almış. Paşa o parayı getirmiş, kuryeyle Paris’e yollanmasını istiyordu!
ÖZAL’IN KUZEY IRAK KÜRT BÖLGESİ’YLE KONFEDERASYON DÜŞÜNCESİ
Turgut Özal’la çok yakın çalıştınız, Özal nasıl bir liderdi?
- Özal’ı hepsinden ayırırım. Özal Doğulu yetişmiş, Batılı bir insandı. Muazzam bir düşünceye saygı vardı kendisinde. Turgut Bey’le düşüncelerinizi savunmak için kavga bile ederdiniz. Bir şey söylerdi, “Olmaz öyle şey, Allah aşkına yapmayın etmeyin” diye bağrış çağrış kavga ederdik. Ben hiçbir liderde öyle tolerans görmedim. Ben o zaman Dışişleri sözcüsüydüm. Bir gün “Ya Yalım bu Ermeni soykırımını ben tanısam ne olur, bir atımlık mesele” dedi. Ben “Tanıyamazsınız” dedim. “Ne demek tanıyamazsınız?” dedi. “Soykırım hukuki bir kavramdır ve buna mahkemeler karar verir, siz tanıdım derseniz birisi çıkıp sizi dava etse, mahkemeyi kaybedersiniz” dedim.
◊ Kitabınızda yazdığınıza göre Özal, Kuzey Irak Kürt Bölgesi’yle konfederasyon kurma fikrini düşünüyormuş...
- Anlaşılan bu fikir Bush’tan çıkmış, Türkiye’yle Kuzey Irak’taki Kürtler bir konfederasyon kursa diye... Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz bir gün beni çağırdı, Turgut Bey’in Türkiye’nin Kuzey Irak’la federasyon kurma düşüncesi hakkında görüşümü sordu. “Efendim, bugün birleşirler, yarın ayrılırken başka yerleri de alarak giderler” şeklindeki görüşü söyledim. Sanırım Yılmaz da aynı görüşteydi. Ben Özal’la bunu hiç konuşmadım ama Mesut Yılmaz, Özal’ın bu düşünceyi benimsediği izlenimi verdi bana.
Hangi başbakan daktilosuyla NATO bildirisini İngilizceden Türkçeye çevirmeye çalıştı?
- Bülent Ecevit son derece mütevazı bir insandı. Ben o zaman Dışişleri’nde NATO Dairesi Başkanı’ydım. Ama Ecevit’le çalışmak kolay değildi. Gördüğüm başbakanlar içinde en inatçısıydı. Yabancı dile hâkimdi, her işi kendisi yapmak isterdi. 31 Mayıs 1978 tarihinde NATO zirvesi Washington’da yapıldı. Kıbrıs ambargosu nedeniyle zirveden çıkacak NATO bildirisi bizim için önemliydi. Ecevit, ABD Başkanı Jimmy Carter ve NATO Genel Sekreteri Joseph Luns, ayrı bir odada bildiriyi yazım değişikliğine tabi tuttu. Bildiri bizim istediğimize yakın bir şekilde İngilizce çıktı. Dönüşte, uçakta Ecevit daktilosunu çıkarıp NATO bildirisini Türkçeye çevireceğim diye tutturdu. Ben isyan ettim, “Bir başbakan böyle işlerle uğraşmamalı, ben yazacağım” dedim.