Güncelleme Tarihi:
Açıkalın ile ilk romanını, albümünü, çekimleri yeni biten ‘Çekmeceler’ filmini, Peker Açıkalın ile yaptığı ilk evliliğini ve 19 sene süren birliktelikten sonra ayrıldığı yönetmen sevgilisi Orhan Oğuz’u konuştuk.
Roman yazma fikri nasıl doğdu? Sancılı bir süreç miydi?
Dokuz öykü kitabımdan sonra ilk romanım Karanlıkta Çok Güzelim çıktı. Bu roman, roman yazma fikrim hiç yokken ve roman yazmayı düşünmezken oluşmuş hem de kendi kendine. Kendini bana, bana rağmen yazdırdı. Öykü yazmak düşünce hızıma, hayata bakış açıma ve algılama biçimime çok daha uygun. Öykücülüğü romancılığa geçiş olarak gören yerleşik bir mantık var, bu tamamen yanlış bir düşünce. Öykü ve roman birbirinden çok farklı iki disiplin ve ben bir öykücüyüm.
'Karanlıkta Çok Güzelim', öyküsü on yıl önce yazılmış bir roman. Hiçbir öykü dosyamda kendine yer bulamadı ve başucumda demlendi durdu. Nihayet aklımda olgunlaştığında yazmaya başladım.
Tek düşüncem öykü hızında akan bir romanı nasıl yazabilmekti, çözümü bulur bulmaz da yazmaya başladım,
Sancılı değil ama uzunca bir süreçti. Bu açıdan biraz şaşırtıcıydı.
İlk romanınız olmasına rağmen akıcı, hiç sıkmayan bir dili var, tek nefeste okunuyor…
Öykü hızında akan, yoğun kırılma noktaları olan, sürekli başkalaşan, beklenmedik olaylarla açılıp genişleyen, çok katmanlı olay kurgusuyla şaşırtan bir roman. Bir çırpıda okunduğu için öykülerim kadar çok seviyorum romanımı.
Kahramanımız Solmaz Korkmaz soyadına yakışır bir şekilde yaşadığı tüm olaylara korkmadan direnmeye çalışıyor… Solmaz Korkmaz’ı biraz anlatır mısınız?
Solmaz Korkmaz kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış, tek başına mücadele eden, yalnızlığından gocunmayan, yalnızlığını baş edilecek bir sorun değil bahşedilmiş bir nimet olarak gören sıradışı bir karakter. Düzenin işleyişi, sistemin dayatmaları umurunda değil, içsel zenginliğiyle her yerde kendini sapasağlam var edebilen biri. Çok güçlü, maceralara ve sürprizlere açık, duyarlı, gözükara.
Paranın oldukça değerli olduğu bir dönemde Solmaz, bir trafik kazasında kaybettiği anne ve babasından kalan evi satıp parayı başka birine veriyor…
Bir nesne olarak para yaşamını idame ettirmesini sağlamaktan öte bir anlam taşımıyor Solmaz için. Parayı önemsiz bir materyal olarak görüp onu kullanma ve kullanmama ya da istediği gibi kullanma özgürlüğü de asi kişilik yapısının bir özelliği.
Hayatta bir başına kalmış bir genç kadın tek dayanağı üniversite arkadaşı Figan. Solmaz’ın kendini hayattan soyutlamasına rağmen ona destek olmaya çalışan Figan… Gerçekten var mı böyle arkadaşlıklar sizce?
Böyle arkadaşlıklar elbette var ya da ben çok şanslıyım ki benim böylesi birkaç arkadaşım var. Bir öykümde “Arkadaşlık aşktan üstündür” yazmıştım bunun üzerine bazı fanatik okurlarımla düşünce alışverişlerimiz oldu, ben arkadaşlığı çok önemseyen biriyim aşk elbette önemli ama gelip geçiciliği mutlak bir duygu için sonsuza dek sürmesi mümkün bir duyguyu harcayamam.
Balkan insanlarının sıcaklığını da hissediyoruz hikâyede…
Solmaz'ın yakın arkadaşı Figan, Balkan kızı, ben de Balkan kızı olduğum için o karakterin yapısal özelliklerini çok iyi biliyorum. Figan karakterini yaratırken soydan gelen Balkan özelliklerini Figan'a atfettim o nedenle sıcacık ve Solmaz'ı da ısıtıyor, hayata döndürüyor.
Hikâye İstanbul’dan Mardin’e uzanıyor. Mardin’i seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Mardin'de değişik dönemlerde uzun zaman vakit geçirdim, şehri ve dokusunu çok içime sindirdim. Ayrıca hayranı olduğum büyülü bir kent Mardin.
‘DAHA MUTLU OLABİLİRDİM’
Büyülü beyazperdenin arkasında ne emekler yattığını anlatıyor bizlere… Bu da çekimlerde oyuncu olarak bulunduğunuz zamanlarda set çalışanlarını gözlemlediğiniz hissini veriyor…
Yapı olarak çevresine ve çevresinde olup bitenlere duyarlı biriyim, eğitimim iyi bir gözlemci olmazsam iyi bir oyuncu olamayacağımı öğretti. Sadece set ortamında değil, aile, arkadaş, toplu taşıma, sinema, pazar yeri, bakkal, komşu, cami, kilise, yol, uçak nerede olursam olayım insanlara, insanlar arasındaki ilişkilere karşı uyanık ve farkındalığı yüksek bir yapım var. Olmayaydı iyiydi, daha mutlu olabilirdim belki ama her zaman bu yönümü törpüleyeceğime cilaladım sanırım. Başka türlü yaratıcı olunamaz.
Ara ara Solmaz’ın yönetmen ve oyunculara çıkışlarını gerçek sektöre yöneltilen eleştiriler olarak kabul edebilir miyiz?
Elbette neden olmasın, zaten mesleğin içinden biri olarak eleştirel olmaması mümkün değil.
Kırık bir aşk hikâyesi okuduk romanda. Peki, aşk sizin için ne ifade ediyor?
Solmaz'ın aşkı benzersiz, biricik bir aşk hikâyesi. Aşk, insanın kafasını çok karıştıran, kişiye özel bir duygu. Örneğin siz Solmaz'ın aşkını 'kırık bir aşk hikayesi' olarak yorumluyorsunuz ama ben Solmaz'ın yaşadığının kırık bir aşk hikayesi olduğunu düşünmüyorum. Sanırım insanların aşk ile ilgili beklentileri biraz fazla yüksek.
‘EVLENMEYİ KİMSEYE TAVSİYE ETMİYORUM’
Genç bir kadının yalnızlıkla imtihanını okuyoruz ‘Karanlıkta Çok Güzelim’de. Uzun yıllar evli kalmış biri olarak evliliği nasıl tanımlıyorsunuz?
İlk evliliğimi 18 yaşımda yaptım, yedi sene evli kaldıktan sonra ayrıldım ve bir daha da evlenmedim. Evlenmeyi kimseye tavsiye etmiyorum ama hiç evlenmediyseniz bir defa evlenmek isteyebilirsiniz, o zaman deneyin derim ne de olsa bir musibet bin nasihatten yeğdir.
Evlilik prosedürü henüz gençken -çok gençken- belki önemli ama sonrasında kişisel bir zaaf sadece. Hayatımın yarısını aştım ve tüm zamanı kişiliğime yatırım yaparak geçirdim, bu akıl düzeyine erişebilmek için epeyce kafa patlattım ve evlilik konusunda şu sonuca vardım ki evlilik insanların kendileri için değil başkaları için gerçekleştirdikleri bir ritüel. Çabucak anlamını yitirecek bir evlilik cüzdanı yerine hiçbir zaman anlamını yitirmeyecek bir sözü tercih ederim. Zaten adı bile kötü 'evlilik cüzdanı' daha kafadan cüzdan mevzusu ilişkinin içine giriyor içimi bulandırıyor böyle ayrıntılar. Bireyi çift yapma eğilimi de akıl hastalığı gibi, ne tuhaf.
İlişkilerin uzun sürüp sürmemesi sektörle ilgili değil ama bizler göz önünde olduğumuz için ne yaptığımız, kiminle olduğumuz harfiyen biliniyor. Yine de iş alanı ne olursa olsun ilişkiler söz konusu olduğunda insan karakter yapısına göre davranıyor.
Oyunculuk mesleğim, rolümü oynarken iyi ve mutlu oluyorum çünkü rolüm için epeyce kafa patlatıyorum.
Şarkılarımı şarkıcı mantığıyla değil oyuncu mantığıyla söylediğim ve eğitimimim özü tiyatro olduğu için gayet rahat bir şekilde sunuyorum. Sonuçsa şahane, o kadar ki ben bile şaşıyorum.
Yazarlık doğamda var olan ve oyunculuktan çok önce iliğime kemiğime işlemiş bir var olma biçimi, o yüzden yeri bambaşka. Bir de sosyal yanı çok kuvvetli olmayan biri olarak yazarlık ruh halime de çok daha uygun.
En mutlu olduğum zamanlar kâğıdı kalemi elime alıp aklımı başıma topladığım zamanlar.
Hayatıma bir yandan yazarken diğer yandan oynayıp şarkılar söyleyerek devam ediyorum. Gerçekten Allah'ın şanslı kullarından biriyim ve bu duruma her an şükretmekteyim.
Bakalım hayat neler getirecek.
Bu yoğunlukla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Yoğun değilim. Her şeyi bir arada yapmıyorum. Her işin kendine ait bir zamanı var. Her birine kaliteli zamanlar ayırabilmek için iyice disipline olmak gerekiyor ama disiplin konusunda da çocukluğumdan beri emek veriyorum, çok yol aldım. Azim ve disiplin, koordinasyon ve konsantrasyon dört temel elementim.