Güncelleme Tarihi:
Kadıköy’de devam eden kentsel dönüşümün hayalet kasabaya çevirdiği Yeldeğirmeni’nde, bir düğün salonunun zemin katındaki efsane stüdyodayız... Stüdyoya laf olsun diye ‘efsane’ demiyorum. Bir dönem Pentagram’ın çalıştığı yer burası. Mor ve Ötesi’nin başyapıtı ‘Dünya Yalan Söylüyor’u hazırlama aşamasında devraldığı ve o günden sonra sürekli kullandığı, memleketin rock tarihinde yeri olan bir stüdyo. Duvarlarda The Beatles, New Model Army, Bob Marley posterlerinin, eski turne afişlerinin, konser şarkı listelerinin asılı olduğu bir stüdyo. Enstrümanlar hazır bekliyor rutubetin vantilatörle dağıtılmaya çalışıldığı bu izbe, rock’n roll ruhunu yansıtan mekânda. Önce en uzaktaki eleman geliyor; bir süredir eşi ve çocuğuyla Sırbistan’da yaşayan müthiş gitarist, müthiş güzel dost Kerem Özyeğen... Sonra Harun geliyor; sonra yakın zamanda yine eşi ve dünya tatlısı çocuğuyla Göcek’e demir atan bas gitarist Burak Güven ve Kerem Kabadayı... 20 yılının hemen her anına şahitlik ettiğim, hem arkadaşları hem de hayranları olarak takipten ayrılmadığım ‘Mor ve Ötesi’, bu yıl 20’nci yılını kutluyor. Ülkede umutsuzluk olduğunu, bu yüzden müziğe şu anda her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu söylüyorlar. Grubun tarihi üzerinden bir yerde Türk Rock Müziği’nin son 20 yılının bir fotoğrafını çekmeye çalışacağız... Buyurun, başlayalım...
20 yıl bir müzik grubu için sadece bizim memlekette değil, her yerde hatırı sayılır, zorlu bir süreç. 20 yıl deyince aklınızdan ilk geçen ne oluyor?
Burak Güven: Serkan Fidan için ikinci menajerimiz diyebiliriz. Yeni başladığımız dönemde ona da bir soru sordular, “Nasıl, nerede görmek istiyorsun Mor ve Ötesi’ni gelecekte?” diye. O da “Rolling Stones gibi 60 yaşında hâlâ sahnelerde görmek istiyorum, öyle çalacaklarına inanıyorum...” dedi. Ben de içimden “Hah” dedim, “Bu iş galiba böyle olacak!”
- Kuruluş döneminde kafanızda ne vardı? “Kuralım grubu, takılalım, müzik yapalım, nereye giderse...” diye mi düşünüyordunuz? Yoksa belirgin hedefler var mıydı?
Kerem Kabadayı: Bir tane çok net hedef vardı: “Biz Türkçe sözlü rock müzik yapacağız...”
Harun Tekin: İlk kaydı (‘Şehir’ albümü, 1996), albüm olsun diye değil, “Biz birtakım şarkılar yaptık, bunlar kaybolmasın” diye yapılmıştı.
- Kabaca kurucu babalar, öncüler diyebileceğimiz Erkin Koray, Cem Karaca, Moğollar gibi isimlerin ardından 1990’larda Şebnem Ferah’ın, Teoman’ın dahil olduğu ikinci kuşak geldi dersek çok yanlış olmaz herhalde. Size cesaret veren Türkçe neler vardı?
Kerem Kabadayı: O kararın ardında kendi adıma dayandığım nokta daha önce yapılmış Türkçe sözlü müzik değildi. Beni, “Bu iş Türkçe yapılır, çok da güzel yapılır” fikrine ikna eden hadise erken dönem ‘The Cure’ albümleriydi. Sözlerin kurgusuna, anlattıkları hikâyelere bakınca, “Robert Smith’in kullandığı dilin Türkçede karşılığı yaklaşık böyle bir şey gibi” diye düşünmüştüm...
Kerem Özyeğen: Bulutsuzluk Özlemi, Mazhar Fuat Özkan, Bülent Ortaçgil geliyor hemen aklıma. Biraz daha “Böyle Türkçe şarkılar yapılabilir” hissiyatı veren isimlerdi.
Burak Güven: Şu düşünce de vardı tabii: Türkçe konuşuyoruz, Türkçe konuşan bir kitleye müzik yapacağız.
- Dönüm noktası neresiydi? Ne zaman “Biz bir şey yakaladık ve gidiyor...” dediniz?
Harun Tekin: Öyle birkaç olay var aslında. Mesela Alman Lisesi’nde öğrenciyken Kerem’in davul çaldığı, benim de gitar çaldığım dönem.
İKİ KİŞİNİN GELDİĞİ KONSER
- Mor ve Ötesi’nin 2002-2003 gibi belirginleşen ve şehirli, modern hayatın getirdiği hislerle, aşkla, yalnızlıkla ilgili şarkılar yaparken bir yandan da yaşadığı dünyanın, memleketinin sorunlarıyla, çevreyle, siyasetle ilgili şarkılar üreten bir gruba dönüşmesi var. “Ortak bir hassasiyetimiz ve söyleyecek bir sözümüz var” diye mi girişildi o şarkılara?
Harun Tekin: Sohbet konularımız, derdimiz neyse, o derdin içine bu konular da girmeye başladığında o şarkılar da çıkmaya başladı. ‘Bırak Zaman Aksın’dan sonraki durum bu... Kerem’in (Özyeğen) katıldığı dönem. 1999-2000 civarı önemli bir dönüm noktası. Orada artık nükleer karşıtı hareketler ve onlarla bizim kurduğumuz bağlantılar önemli. Bir tane konser hatırlıyorum Açıkhava Tiyatrosu’nda; orada ‘Uyan’ı çalmıştık. Şarkının sözlerini bir A4 kâğıda yazıp, renkli kâğıtlarla çoğaltıp 5 bin koltuğa teker teker koyduk. Ada Müzik’in Beyoğlu’ndaki yerinin alt katında 100 kişilik bir salonda nükleer karşıtı konser yaptığımızı hatırlıyorum o şevkle. Sonra Uluslararası Af Örgütü’yle bir şeyler yapmıştık, daha sonra Indigo olan Milk’te...
Kerem Kabadayı: İşkenceye karşı bir kampanyaları (Torture-Free Zone) vardı.
Harun Tekin: Ve iki kişi gelmişti konsere... Gerçekten inanılmaz bir şeydi. İnanılmaz bir hazırlık, bir sürü davetli falan; gelen sadece iki kişi... Captain Hook’ta bir gece çalarken de sadece iki kişi gelmişti, sonra ben evlerine bırakmıştım, “Teşekkür ederiz, yine gelin” diye...
BÜYÜK KALABALIKLARA ÇALMANIN ZEVKİ
- Bu tavır bir şekilde sevilen ve kitlesel bir grup olmanızı da sağladı... ‘Dünya Yalan Söylüyor’ albümünüze grubun başyapıtı, ‘opus magnum’u desek hata olmaz herhalde. Nasıl gelindi o aşamaya? Dönüm noktalarından biri miydi sizin için de?
Kerem Özyeğen: Tabii, şüphesiz... Senelerin getirdiği bir momentumu yakalayıp kayda geçirme haliydi. Mesela ‘Uyan’ şarkısı çok uzun süredir vardı, pişti, o albümün finali oldu. O sıralar ‘Mustafa Hakkında Her Şey’ için film müziği yapıyorduk, ‘Bir Derdim Var’ çıktı. Bir de Tarkan’la (Tarkan Gözübüyük, Pentagram) tanışmanın etkisi var.
Harun Tekin: Irak Tezkeresi’ne, ABD’nin Irak’ı işgaline karşı yazdığımız ‘Savaşa Hiç Gerek Yok’tan sonra üç şarkılık ‘Yaz Yaz Yaz’ var 2003’te. Bir de arada ilk kez büyük turne yaptık o yaz. O turnede büyük kalabalıklara çalmanın zevki ve onun sorumluluğuyla beraber bir his de geldi. O bir zehir aslında. Öyle büyük bir turne, kalabalık konserler yapılabiliyorsa, “Bu şarkılar binlerce insana çalınsa ne güzel olur” deme hissi de önemliydi.
DYS’NİN GÖLGESİ ÜSTÜMÜZE DÜŞTÜ
- Müziğin bu hayatta ‘A Planı’nız olduğuna da kesin olarak bu dönemde mi karar verdiniz?
Harun Tekin: Tabii. ‘Dünya Yalan Söylüyor’ o açıdan, benim hissettiğim “Oldu oldu, olmadı artık zorlamayalım” anıydı ve onu hepimiz hissediyorduk. Albüme başlamadan önceki an “Biz öyle bir şey yapalım ki; bu da olmazsa biz elimizden gelen her şeyi yapmıştık diyebilelim” dediğimiz andı.
- ‘Dünya Yalan Söylüyor’u bugün dinlediğimizde de (yakın geçmişte plak olarak da basıldı) çok taze, kuvvetli bir albüm. Ondan sonrakilerin üstüne gölgesi düştü mü sizce?
Harun Tekin: Albümlerin üstüne değil de bizim üstümüze biraz gölgesi düşmüş olabilir.
Kerem Özyeğen: O kadar büyük bir başarıdan sonra ne olabilirdi? Seçimlere girip iktidara gelmek filan olabilirdi. Bizde de şöyle bir şey oluştu, “Dünya Yalan Söylüyor 2 yapmaya çalışmayalım”. Sonra yaptığımız ‘Büyük Düşler’, ‘Masumiyetin Ziyan Olmaz’ ve ‘Güneşi Beklerken’ de her biri farklı atmosferi olan, farklı yerlere giden, farklı şeyler deneyen albümler oldu.
SIRF POLİTİK TARAFIMIZLA ANILMAK İSTEMEDİK
- 20 yıl keskinleşen kutuplaşma, yaşanan ve hiç hızı kesilmeyen krizler, müziğinize de sızan, sizin de başarıyla yansıttığınız haller... Hiç “Abi keşke bu işlerle hiç uğraşmasaydık da başka şeyler yazsaydık” hissi oldu mu?
Burak Güven: Oldu. Sırf o tarafımızla anılmak istemedik, ona dikkat etmek istedik. Dinleyiciler bu fikirden hoşlandıkları için bizi biraz daha politik tavrı olan grup noktasına çektiler. Aslında bunun en çok dile geldiği albüm, bizim en popüler olduğumuz albüm, DYS. Ama o albümde de işin nesri, şiiri daha önde...
- Bu 20 yıllık süreç kişisel ilişkilerinizde de zorlayıcı olmalı. Toplum kutuplaşırken sizler de büyüyorsunuz, görüş farklılıkları belirebiliyor, aile kuranlar oluyor vs. Bu yaz Zeytinli Rock Festivali’ne Kerem (Kabadayı) kolundaki bir arızadan gelemedi. Orada da konuşuldu hatta “Grupta çatlak, patlak var” diye...
Kerem Kabadayı: Gerçekten çatlak patlak vardı kolumda. Askıdaydı. Son bir sene içinde kiminle karşılaştıysam “Abi n’oldu sizin grup, devam ediyor mu?” diye soruyor. Bunlar dönem dönem değişen söylentiler. Oldukça doğal karşılıyorum bunu.
ARALIKTA BÜYÜK KONSER
- 2004’teki konser yoğunluğunuz şu anda yok. Bunun sebebi sizin grupça coğrafi olarak uzaklara dağılmanızdan mı kaynaklanıyor, yoksa bu kadar sık konser verilecek ortam olmamasından mı?
Harun Tekin: Zaten 2004-2005’teki tempo biraz sürreeldi. Şimdiki aklımız olsaydı o kadar çalar mıydık emin değilim. O dönemde 450 günde 140-150 konser gibi bir çılgınlığa imza atmıştık. O sayı fazlaydı tamam, ama daha sonraki dönemlerde de üniversite konserleriyle ilgili neredeyse imkânsızlaştırmalar girdi devreye. ‘Mor ve Ötesi’ bir üniversitenin ‘Bahar Şenliği’ne ne zaman çağrılıyor artık? Çok nadiren... Rektörlük iptal edebiliyor, emniyet iptal edebiliyor.
- Peki şu anki vaziyete dönelim biraz ve ‘20’nci Yıl Şenlikleri’ hadisesine odaklanalım.
Harun Tekin: Aralık ayı için büyük bir konser düşünüyoruz. Yayımlanan bu arşivi yansıtmaya çalışan, normal bir konserin üstüne çıkan şeyler içermesi en büyük dileğimiz. Yayımlayacağımız ikinci kutu, 2005’ten bu yana çıkan albümleri kapsayacak ve içinde bir de yeni şarkı var: ‘Melekler Ölmez’.
- Hangi ara yazdınız ‘Melekler Ölmez’i?
Harun Tekin: Geçen sene 20 Aralık günü bu stüdyoda hep beraber çalıp çatısını kurduğumuz bir şarkı. Bu sefer oturup hep beraber “Haydi yapalım bakalım, nasıl bir şey yapıyoruz” dedik, bu şarkı öyle çıktı.
ÖLENE KADAR BERABER MÜZİK YAPMAK İSTİYORUZ
- Yeni albüm dolaşmaya başladı mı kafalarda? Mutfakta bir şey pişiyor mu?
Harun Tekin: ‘Mor ve Ötesi’ olarak kafayı kırıp, iki ay çalışalım diye stüdyoya kapandığımızda ortaya hep bizi çok mutlu edecek bir albüm çıkartırız zaten. Ama mevzu burada bitmiyor. Mevzu şurada bitiyor: O yaptığın şeyin hakkını verebilecek misin? Orada 12 şarkı olacak diyelim. O 12 şarkıdan ‘kliplendirmediğin’ şarkılar kimsenin kulağına ulaşacak mı?
- 20 yıl geçti. Çok iyi albümler yapıldı, geniş kitlelere ulaşıldı, pek çok şey başarıldı ama geleceğe nasıl bakıyorsunuz bugün? ‘İkinci bir 20’ yıl daha var mı?
Harun Tekin: Aslında grubun ilk 20 yılı hayatlarımızın ikinci 20 yılına denk geliyor kabaca. Artık hep daha hızlı geçiyor o 20 yıllar. Dolayısıyla üçüncü bir dönem olacaksa o 4-5 yıl içinde olur gibime geliyor... Hızlandı çünkü olay. Biz ölene kadar beraber müzik yapmak isteriz.
Burak Güven: Ben de öyle hissediyorum. Birazcık heyecanımız törpülense de öyle bir noktaya geldik ki hasar alma riskimiz de azaldı. Çünkü onların da bedeli ödendi. Eskisinden biraz daha kalın derili bir şeyiz. O yüzden istersek 20 yıl daha sürdürebiliriz. Umutsuzluk kaynaklarını gayet iyi anlıyorum ama bir yandan da Zeytinli Rock Festivali’ni, oradaki coşkuyu yaşadık. Bu müziği seven, buna ihtiyaç duyan, ısrarla ve coşkuyla talep eden bir kitle var...
Kerem Özyeğen: Ülkenin bu halinde tedavi edici bir yönü de var artık müziğin. Çok fazla umudun olmadığı bir yerde, pek çok insan için müziğin varlığı önemli.
Harun Tekin: Kerem’in söylediği bu şifa meselesi mühim. Hepimiz, bütün ülke olarak mutsuzuz. Öfkeler var, umutsuzluk var, bin türlü negatif duygu var ve bunlarla ilgili 30 milyon psikiyatr filan görevlendirilemeyeceğine göre şifa bulmak için en büyük olanak müzik. Şu anda her zamankinden daha çok... Gerçekten “Kutuplaşma çok oldu, artık yeter, biraz toplumsal barış” filan diyen yöneticilerimiz olsa, yapmaları gereken ilk şey her isteyenin her yerde konserler vermesini sağlamak olurdu. Çünkü insanlar iyi hissediyorlar, iyileşiyorlar, onu görüyoruz. Biz de iyileşiyoruz, onlar da. Müzik çalındığı zaman kimseye bir zararı olmuyor...
TRUMP REİS GELECEK
- Peki şu da yok mu? Atmosferin bu kadar ‘sıkıntılı’ olması, sanatçının üretimini tetikleyen bir faktör değil mi?
Harun Tekin: Doz meselesi var. Ben o ‘Sözün bittiği yer’ lafını sevmiyorum. Ama sözün bittiği yer benim için ne oluyor biliyor musun? Senin sözünün olağan şüpheliler dışında hiçbir yere ulaşmayacağından emin olduğun durum... Söylenecek söz var, ama sözün kapsama alanı belli.
- Bu karamsar tabloyu anlıyorum ve katılıyorum da ama kapatırken iyimser bir şeyler de söylemek istiyorum okuyanlara... Daha doğrusu sizin söylemenizi istiyorum.
Harun Tekin: Geçenlerde radyoda Yaşar Kemal’in sesinden bir şeyler duydum. Herhalde Açık Radyo’da... 20’nci yüzyılın aslında ne kadar zor bir zaman olduğunu, milyonlarca insanın savaşlarda öldüğünü, adı konsun ya da konmasın her savaşın kirli olduğunu söyledikten sonra “Ama umut her zaman vardır, umut insanı insan yapan şeydir; umutlu olmak için sebep kalmasa da umut olmak zorunda” diyordu. Şimdi Yaşar Kemal öyle bir şey diyorsa bize de başka laf düşmez... Çünkü bir sürü insan yaşadıklarımızın çok daha fazlasını, çok daha sertini yaşamasına rağmen hâlâ çalışıyor, didiniyorsa eğer en azından bu sebeple umutsuz olamayız.
Kerem Özyeğen: Son sözü ben söyleyeyim o zaman: Trump Reis gelecek, hepimizi öpecek!
İLK DÖNEMLERİN HEYECANI BAMBAŞKAYDI
- Bana da ağır geliyor ama neticede 20’nci yılınız olduğu için şu söyleyeceğim sizin için daha ağır olacak: “Bir kuşak sizinle büyüdü...” (Acı kahkahalar!) Seyircide, hayranlardaki değişimi nasıl gözlediniz?
Burak Güven: Genel olarak gençler geliyor ve bu hiç değişmiyor. Seyirci sayısı şehre göre, zamana göre değişiyor. Dönem dönem beliren fan önderleri gibi arkadaşlarımız vardır bir de, sağ olsunlar. Ortalama üç yıllık süreleri vardır. O üç yıl boyunca her konsere gelirler, sonra o tacı başkası devralır. Yine de ilk zamanların heyecanı bambaşkaydı ama. İTÜ’de ya da Captain Hook gibi, Peyote gibi küçücük mekânlarda çalarken artık gelenleri gidenleri tanıdığımız veya göz aşinalığı oluşan seyirciler oluyordu.
Kerem Kabadayı: Benim hatırladığım özellikle Ankara’da bir dönem... Sakarya, ODTÜ Mimarlık Amfisi, SSK (daha sonra Limon), eski Manhattan filan... Saklıkent’e çalmaya yataklı trenle gittik. Sırf o yataklı tren sekansı bile şu anki genç kuşağın çok büyük kısmının aklının almayacağı bir şey, çünkü artık Ankara’ya öyle gidilemiyor.
DÖRDÜMÜZÜN ONAYI OLMADAN KARAR VERİLMEZ
- Niyetim kavga çıkarmak değil ama üretim süreci nasıldır ‘Mor ve Ötesi’nde? Demokratik esaslara bağlı olarak herkesin bir oy hakkı mı vardır kararlarda?
Kerem Özyeğen: O olay Beatles’dan beri aynıdır herhalde. Dört tane onay olmadan kesin karar verilmez.Burak Güven: Bizde kolektif üretime bir eğilim hep vardı zaten. Bir dönem aynı evde yaşadık. Kadıköy, Yeldeğirmeni’nde bir evimiz vardı, arkasında küçük bir odada çalıyorduk. Sert oylamalar pek olmadı, daha çok karşılıklı anlayış beklentisiyle çözüldü işler.