Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

Güncelleme Tarihi:

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında
Oluşturulma Tarihi: Aralık 17, 2015 16:54

Toplumsal gözlemleri ve keskin kalemiyle mizah, edebiyat ve düşünce tarihinde büyük iz bırakan 1915 doğumlu yazar Aziz Nesin, bugün 100 yaşında...

Haberin Devamı

Türk kültür ve düşünce hayatında yarattığı soru işaretleriyle toplumun ufkunu açan, eserleri yabancı dile en çok çevrilen ve ölümünden sonra da çok satan yazarlar arasında olan Aziz Nesin, bundan yüz sene önce, Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı için en kanlı döneminde, 20 Aralık 1915’te dünyaya geldi. Asıl adı Mehmet Nusret olan Nesin, subayken makaleler kaleme aldığında “Aziz” takma adını benimsedi. 1989’da yazdığı “Vur Damganı Zamana” isimli şiirindeki “Zaman izini bırakır sende / Senin de izin kalsın zamanda / Ölümün bile ziyan olmasın” dizelerinin hakkını verir şekilde ileri yaşlarında dahi yazılarını üretmeye ve yoksul çocuklarla ilgilenmeye devam etti. 1995’te 80 yaşında öldüğünde, sürgün ve hapislerle dolu yazı hayatına, yaşından çok eser sığdırmıştı. Ardında bıraktığı onlarca eser arasında en değerlilerinden biri de Nesin Vakfı.

Haberin Devamı

Bu yıl boyunca “Aziz Nesin 100 Yaşında” etkinlikleri düzenlendi. Babasının ölümünden sonra devraldığı vakfı daha da geliştirerek yönetimi yine vakıfta yetişmiş çocuklardan birine bırakan matematik profesörü Ali Nesin, etkinliklerin açılış konuşmasında babasıyla ilgili bir anısını anlatmıştı.

Gençken babasıyla yaptıkları uzun tartışmalardan birinde Aziz Nesin bir anda heyecanla  “Aaaaaa” diye bağırmaya başlamış. Bahçedeki bir fidana doğru koşarak filiz verdiğini görüp heyecanlanan Aziz Nesin, “Ölmek üzereydi, ‘sulayın’ demiştim, suladılar. Şimdi canlanmış.” diyerek gülümsemiş. Tıpkı Aziz Nesin’in yeşeren bir filize duyduğu bu heyecanı, Ali Nesin de yetiştirdiği çocuklara karşı fazlasıyla duyuyor. “Şimdiki harika çocuklar” sayesinde geleceğin parlak olduğuna inanan Ali Nesin, bir yazar ve bir baba olarak Aziz Nesin’i, babasının kurduğu vakfı ve çocuklara vermek istediği değerleri anlattı.

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında
Aziz Nesin, 1959’da Akşam gazetesinde çalışırken.

Babanız çok fakir bir ailede dünyaya geliyor, hafız olmak üzere din ağırlıklı eğitim aldıktan sonra, askeri eğitim alıyor. Bu eğitim süreci Aziz Nesin’i nasıl etkiliyor?

Haberin Devamı

İkisi de disiplin dolu bir eğitim. Aslında babam ileri yaşlarına kadar çok dindarmış. Babama ileri yaşlarında gözleri görmüyorken, ilk eşine 35 yaşında yazdığı mektupları okuyordum. Her mektubunun sonu “sana Allah’tan sağlık sıhhat niyaz ederim, sana Allah’tan falan filan niyaz ederim” gibi cümlelerle bitiyordu. Şaşırdım. İlk başta acaba eşi öyle de ona göre mi konuşuyor diye düşündüm. Babama sordum. “Ben inanıyordum o zamanlar, uzun süre de inandım” dedi. 30’lu yaşlarına kadar inanmış. Daha sonra inanmamaya başlamış. Ama Türkiye’de dinle milliyetçilik ve askerlik bir arada gider, gitmiştir de. Bu, nasıl yansımış hayatına? Çok disiplinli bir adamdı. Masasının başına oturur çalışırdı. İyi dosyalardı, yüzlerce dosya var vakıfta öyküsü yazılmamış. Gazetede bir konu görür, kupürünü keserdi. O, ya oyun ya da öykü olacaktır. Onu dosyalamaya başlardı. Haberler birikirdi, arada aklına bir şey geldiğinde yazardı. Aradan 10, 20, 30 yıl geçtiğinde de o dosyayı çeker yazmaya başlardı. Önce el yazısı sonra ikinci bir el yazısı. Sonra birinci ve ikinci daktilo. Çabuk yazmazdı babam. Bir kitabı 20 yılda filan bitirirdi. Bu da galiba askeri eğitimde ya da belki dindarlarda olan bir disiplini gösteriyor. Daha çok Katoliklerde falan vardır ya, hani kuşaktan kuşağa aktarılır... Ben öğrenciyken, Saint Joseph’te muhteşem bir böcek koleksiyonu vardı. Bir gün hocalarla, papazlarla birlikte bir geziye çıktık. Hoca bir böcek buldu hemen kibrit kutusunun içine koydu. “Kimde kibrit kutusu var?” diye bize sormuştu. Sigara içmek yasak tabii ama o sırada önemli değil, o sırada hoca hoş görüyor kibrit taşımamızı. Koyu dindarlarda  genellikle “hayat yeterince uzun, karınca gibi çalışmak lazım” diye bir görüş olur. Babam, disiplini askeri eğitimden sabrı da din eğitiminden almış diyebiliriz.

Haberin Devamı

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında


Atlas Tarih dergisi Şubat/Mart 2015 sayısı.

1934’te soyadı kanunu çıktığında, henüz 17 yaşındayken  ailesi için “Nesin” soyadını seçmesi de düşünce sisteminin ne kadar farklı olduğunu gösteriyor...

Evet, Aziz Nesin’in en büyük avantajı eğitiminin kötü olmasıdır. Bir bagajı, temeli yok. Dostoyevski’yi okuduğu zaman 40 yaşında. Ben Dostoyevski’yi 12 yaşında okudum. Babam bize “Siz benden çok üstünsünüz” derdi. Bir yazarı düşünün, 40 yaşında Dostoyevski okuyor! Ama Dostoyevski üstüne notlar almış Eski Türkçe, yayınlandı o da. Nabokov’un vardır Rus edebiyatı üzerine, o değerde. Nabokov’un eğitimi olağanüstü, mürebbiyelerle büyüyor, satranç oynuyor, ata biniyor. İsviçre’de köşklerde yaşıyor. Anadili gibi İngilizce, Fransızca biliyor. Öyle ki romanlarını İngilizce yazıyor. Böyle bir adam, bir de Aziz Nesin’i düşünün. Bir şey bilmediği için ve akıllı da olduğu için her şeyin temeline iniyor. Bakıyor gazetede yayınlanan soyadlarına: Aslan, Kaplan, Türkoğlu... Bakıyor kim bunlar diye. Cılız birisi “Aslan”, Ermeni biri “Türkoğlu”, korkak birisi de “Cesur” soyadlarını almış. Düşünüyor kimdir, ne yapıyor bunlar diye. O eğitimde bir gencin bunu düşünmesi ilginç. Aziz Nesin’de şaşırtıcı olan odur. Genelde bir soru sorarken, belli bir dağ üretmişsindir belli bir yüksekliğe varmışsındır, oradan başlarsın. Aziz Nesin hep alttan girerdi ve başka bir yerden çıkardı. Hep bizi şaşırtırdı. Normalde belli bir bagajın vardır, eğitimsiz olmak büyük bir dezavantajdır ama o, bunu avantaja çevirmiştir.

Haberin Devamı

'BABAM ÇOK CESURDU' 

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

30 Ağustos 1937’de Harp Okulu’nu bitirdikten sonra ilk kez subay giysileriyle geçit töreninde (üstte, sağdan ikinci).

Babanızı nasıl anlatırsınız?

Gerçekten muhteşem bir insandı. İyi, çalışkan, zeki ve yetenekliydi. Hiçbir zaman “Böyle yaparsam başıma şunlar bunlar gelir” diye düşünmedi. Babama, geçmişte yazdığı mektuplarını okuyordum. Hapishaneler ve sürgünlerle ilgili kısımları da var tabii... O da beni dinliyor belli ki geçmişe dalmış gitmiş. Çok zor günler geçirmiş babam, ben bilmezdim önceden. Eski Türkçe öğrendim, ölümünden sonra babamın notlarını okudum ve neler yaşadığını anladım. Nâzım Hikmet’inki de zor ama bana babamınki daha da zor gibi geliyor. Kişisel notlarını okuduğum için belki de.  Özel hayatı da dahil olmak üzere dayanılır gibi değil çektiği şeyler. “Yaaa” dedi bir gün “bu kadar zahmet, bu kadar acı, sadece ben değil ailem de parçalandı, şu oldu bu oldu... Ve Türkiye’nin geldiği yere bak benim mücadelelerime bak. Boşu boşuna yaptım bunları” dedi. Sonra “Ama boşu boşuna anlamsız bir şey. Çünkü ben isteyerek böyle yapmadım ki başka türlü davranamazdım. Başka türlü yapamayacağım için böyle davrandım, benim varoluş biçimim, karakterim böyleydi” dedi. Haklıydı da. “Hükümet çok baskı yapıyor, çok üstüme geliyor, biraz muhalif olmayayım, ben bunların suyuna gideyim de bana iş bulsunlar, ailemi geçindireyim” diye düşünemezdi ki zaten. Asıl alkışlanması gereken korkak birinin cesaret göstermesi ya da cimri birinin bonkör olmasıdır. Aziz Nesin zaten bu karakterde biriydi ve öyle davrandı. Ayrıca çok cesurdu babam. Bazen “Ben de herkes gibi korkuyorum” derdi. Ama bu doğru değil. Aslında hiç korkmazdı çünkü başına gelebilecekleri düşünmezdi. Düşünse herkes korkar. Linç edileceksiniz düşünsenize korkmaz mısınız? Bir de acayip bir konsantrasyonu vardı. Masa başına geçip, yazıyla ilgilendiğinde, her şeyi bütün dertleri unuturdu. Ailesi parçalanmış olabilir, ev sahibi kapıya dayanmış olabilir, yarın mahkemesi vardır... İdama bile gidecek olsa masa başındayken kendini unutur, kendinden geçerdi. Bizim evde, iki kardeş Ahmet’le ben, kedi köpek gibi sürekli kavga ederdik. Annem, ablam, abim, teyzem vardı, ev kalabalıktı. Polis peşindeydi, hapis yattı, sürgüne gönderildi. Gazeteler kapanıyordu. İşsiz kaldı, paramız pulumuz yoktu. Fakirdik küçükken. Ve o bu durumda mizah yazıları kaleme alıyordu. Yani bu kızgınlıkla devrimci yazılar yazsa anlayacağım. Mizah yazmak ancak bu kadar büyük bir konsantrasyonla gerçekleşebilirdi işte!

Haberin Devamı

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

Aziz Nesin’in oğlu, Matematik Köyü’nün kurucusu, matematik profesörü Ali Nesin. (Fotoğraf: Bülent Özalp)

Ailenizin ekonomik durumu siz doğduğunuzda nasıldı?

Abim ve ablam zamanında daha kötüymüş tabii ama bizim zamanımızda da oldukça kötüydü ekonomik durumumuz. Evimiz hoş bir ev değildi. Arkadaşlarımın evlerine göre oldukça fakir bir evdi. İlk evimiz Erenköy’deydi, ben 5 yaşına kadar orada yaşadık. Sonra bir sene kadar Göztepe’de bir evde kaldık. Daha sonra dedemizden kalan parayla, Feneryolu’nda bir ev alındı. Ondan önce hep kiradaydık. Pazar akşamları, 200 lira konurdu masa üstüne. Bütün hafta tüm ev o 200 lirayla geçindirilirdi.  68’e doğru düzeldi durumumuz. Evimizi yeniledik, kalorifer geldi eve. Zaten düzelir düzelmez de vakıf kuruldu. Herhalde fazla para battı babama. (gülüyor)

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

Harp Okulu zamanlarında çekilmiş fotoğrafını “Nusret Nesin” adıyla imzalamış (sağda). 1928’de Davutpaşa’da çekilmiş gençlik fotoğrafı
(solda). 

Bir baba olarak nasıldı, derslerinizle ilgilenir miydi?

Kimse ilgilenmezdi. Bir kere kompozisyon yazmam gerekiyordu. Tahrir deniyordu o zamanlar. Çok da uykum var, yatmam lazım. “Baba ne olur yazıver” diye çok ısrar ettim. “Peki sen yat ben yazarım” dedi. Eğer yazmazsam bütünlemeye kalacağım. Gece yattım sabah kalktım. Masada duruyordu ödev. Kahvaltımı ettim okula gittim. Kimse bize kahvaltı hazırlamazdı. Her şeyi kendimiz yapardık. Okulda okudum babamın yazdığı kompozisyonu. Korkunç bir şeydi, çok kötüydü... Vermedim, utandım. Çocuk ağzından yazmak istemiş herhalde gerçekçi olsun diye, rezaletti. Bir şekilde hocadan özür diledim, sonra yazarım dedim o ödevi vermedim sonra telafi ettim. Bu özel örnek dışında hiç ödevlerimize yardım etmemiştir. Saint Joseph’te bir kere 3 dersten bütünlemeye kaldım. Yaşım da 14’tü. Tam serserilik, ergenlik çağım. Babamla Ören’e gitmiştik. Tam 71 senesiydi, babam 12 Mart’tan kaçıyor, ben de sözüm ona bütünlemeye çalışacağım... Arkadaşlar buldum, kızlar, denize girmek, içki vs. Bir gece sabaha karşı saat 3-4  arkadaşlarla bir inşaatta yer bulduk içiyoruz. Kapı çaldı. Babam geldi. “Ne var baba?” dedim. “Gel buraya” dedi, 2 tane tokat attı. Ertesi gün biletimi aldı, beni İstanbul’a yolladı. Ben çok kızdım. Babamın beni dövmesi ne demek? Gururuma yedirememiştim.Daha sonra babam da İstanbul’a geldi. Ama evde konuşmuyordum onunla. Sürekli sınavlara çalışıyordum. Son bir hafta kalmıştı bütünlemeye. Gece gündüz çalışıyordum ama öyle böyle değil, hırs yapmıştım. Çocukluk işte, geçip, karneyi babamın masasının üstüne atmayı planlıyordum. Bir gün sofrada Ahmet, “Baba, Ali sabahlara kadar ders çalışıyor” dedi. Ben bakmıyordum hiç suratına, küs olduğum için. Babam da “O çalışır, çalışır” dedi gururla, ağzında ince bir tebessümle, ama bana bakmadan... Nitekim sınavları verdim tabii ama karneyi atmadım masasına. Bunun dışında da hiç “çalış” dememiştir. 

 Babanızın size öğrettiği, sizin en çok sahip olmanızı istediği değerler nelerdi?

İyi insan olmak, çalışmak, düşünmek, eleştirmek. Ama eleştirmek için eleştirmek değil yapıcı olmak, kendinden kuşku duymak. Bunları bilinçli mi yaptı bilmiyorum ama varoluşuyla öğrendik zaten. Ben çalışmayı babamdan öğrendim. Gece gündüz çalışan bir adam görüyordum çünkü.

'AZİZ NESİN BÜYÜK BİR GÖZLEMCİYDİ'

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

Oğlu Ali Nesin ile birlikte 1959’da (solda). Aziz Nesin ailesiyle: (oturanlar, soldan sağa) kızkardeşi Saadet Hanım, büyük oğlu Ateş Nesin,
eşi Meral Hanım, (kucaktakiler, soldan sağa) Ahmet ve Ali Nesin.

Peki, yazar olarak Aziz Nesin’i nasıl anlatırsınız?

Çok iyi bir yazardı. Seçtiği konulardan bahsetmiyorum sadece; biçem olarak, yazının kurgusu olarak söylüyorum. Babam 78 yaşındayken Böyle Gelmiş Böyle Gitmez isimli kitabını yazsın diye özel olarak Türkiye’ye geldim. Gözleri görmeden yazıyordu çünkü, ben de yardımcı olacaktım. Bazen tuvalete gidiyor geliyor, yarıda kalıyordu satırlar. O yazıyor ben de bilgisayara çekiyordum. Bilgisayara çekerken bir bakıyordum cümle bir yerde başlıyor ve uzun uzun devam ediyor bitmek bilmiyordu. Korkuyordum bir yerde cümle bozukluğu olacak diye. Ama en sonunda bakıyordum her şeyiyle mükemmel. Görmediği halde, cümlenin başını sonunu çok iyi bağlamış. Bir de Aziz Nesin’de mizah, öykünün bütününde vardır. Durum komedisi değildir. Satır satır da komiktir, o zaten kahkahalara boğar ama öykünün bütünü komiktir. Genelde de sosyal konulardır bunlar, bu da onu evrensel yapıyor. Babam müthiş bir gözlemciydi. Kulağı da çok iyiydi. Bütün aksanları, diyalektleri çok iyi yazıya dökerdi. Çok iyi anlatır ve taklit yapardı. İyi aktördü, gençliğinde tiyatro da yapmış zaten. 

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

Aziz Nesin babası Abdülaziz  Efendi’yle 1957’de. Nesin,annesinin bir fotoğrafını bulabilmek umuduyla memleketindeki nüfus müdürlüğüne
kadar gider, araştırır ama bulamaz. “Onun o yaptığı oyaların, nakışların bir tanesine bu güne kadar yazdığım tüm kitapları ve yazacaklarımı
vermeye razıyım” der. Ama Vakıf’taki dikiş makinesinin dışında hiçbir şey kalmamıştır annesinden geriye.

Siz en çok hangi öyküsünü seviyorsunuz?

Herkesin sevdiği öyküleri ben de seviyorum. Çok güldüğüm öyküleri var. Gözüne Gözlük mesela, okurken kahkahalardan gözümden yaş gelmiştir. Şimdiki Çocuklar Harika’yı çocukken daktilosundan çıkar çıkmaz okumuştum, başında beklerdim sayfayı bitirsin diye.. Mizahi olmayan öyküleri vardır: Usta Paydos, Damda Deli Var, Fil Hamdi olağanüstüdür. Hepsi son derece basit fikirler, çok güzel işlenmişler. Kurgusu çok güzel. Başı sonu çok iyi bağlanıyor. Çoğu zaman eserlerinde “Hasan” adında Aziz Nesin’in kendisi yani “ben” vardır. O “ben” işsiz, ezilmiş olur. Zengin olmaz. Kendisiyle, aptallıklarıyla alay eder. Bu da, okura “ben de kendimle alay edebilirim” izlenimi verir.

AZİZ NESİN'İN ORDUDAN ATILMA SEBEBİ 

Aziz Nesin ordudan çıkarılmasaydı hayatı nasıl devam ederdi? Yine de yazar olur muydu?

Darbe yapardı. Askerlerin darbe planı yapmak göreviydi. Onu yapmıyorsa görevini yapmamış sayılırdı eskiden. Çünkü cumhuriyeti korumak ve kollamak, yasayla belirlenmiştir. Yasalar, bu görevi vermiş onlara. Belki Kenan Evren olmazdı da Aziz Nesin olurdu... Belki Kenan Evren yazar olurdu... Allah bizi korumuş diyelim. Çünkü Kenan Evren’den daha akıllıydı daha başarılı olurdu muhtemelen. Bir defa artık sevmemeye başlamış askerliği. Bir de askerlikte önemli bir şey yapması için savaş çıkması gerekiyor. Babam o yaşlarda belli ki bir şeyler yapmak, yaşamını değerlendirmek istiyor. Babamın fotoğraflarına baktığınız zaman hep merkezde olduğunu görürsünüz. 50 kişilik grup varsa, babam hep öndedir. Lider ruhlu. Keçi besleyip sütünü erlerine vermiş. Keçi beslemiş diye cezaevine atmışlar. Erin bir sorunu varmış, karısıyla mektuplaşmalarını okumuş babama. Karısı “Perişan durumdayım ne olur gel” diye mektup yazmış. Babam da üzülüp izin vermiş. Hatta askere “Kaç gün istiyorsun?” diye sormuş. O, “5 gün yeter bana” demiş. Babam da, üstelik savaş zamanında izinlerin kaldırıldığı bir dönemde “Al sana 10 gün ama gel buraya” demiş.  Meğer her şey bir numaraymış, mektubu da eşi filan yazmamış... İzin verdiği asker gidip adam öldürmüş, kan davası varmış.  Bu iki olay yüzünden ordudan atılmış.

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

Nesin, daha sonra fikir ayrılıklarına düştüğü Kemal Tahir’le (altta, solda) Düşün Yayınevi’ni kurmuştu.

Düşüncelerinden bu kadar ödünvermez olması nereden geliyor?

İçten bir adamdı. İçtenlik önemlidir özellikle sanatçı için. Bir gün babam öykü yazmıştı gazeteye yollayacaktı. “Ver bir ben okuyayım” dedim. “Önce yollayayım da...” dedi. “Yahu ver bir ben önce okuyayım, nereden biliyorsun güzel olduğunu?” dedim. Önce bir baktı, uzun uzun güldü. “Bunca yıllık deneyimim var biliyorum” dedi. Bir de sarsılmaz bir özgüveni vardır. 1945 Aralık’ta geldi Babıali’ye. 40’lardan 50’lere kadar köşe yazarlığı yaptı. Kendisinden 20-30 yaş büyük yazarlarla kalem kavgasına girişti. Daha askerden yeni çıkmış, henüz 30 yaşlarında... Burhan Felek, Orhon Seyfi Orhon, Necip Fazıl Kısakürek gibi isimlerle kalem kavgaları vardır. Yalnız Eski Türkçesi çok iyiydi, hiç yanlış yapmazdı. Kendisinden büyük yazarlardan mektup gelirdi, onların hatalarını görürdü, babam hata yapmazdı. Her ne kadar bilgisiz falan desem de öğrendiği şeyleri çok iyi öğrenmişti belli ki.

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

“6 Eylül 1974 yatak çadırım kuruluyor, aynı gün kaçan işçiler” diye not düşmüş Aziz Nesin, fotoğrafın arkasına el yazısıyla (üstte). Nesin Vakfı  binası inşa edilirken işçilerle (solda).

1984’te 12 Eylül Darbesi’ne karşı hazırladığı Aydınlar Dilekçesi’yle ilgili ne anlatırdı size?

Aydınlar Dilekçesi tam bir cesaret örneğidir, Don Kişotluktur. Korkaklıkları, alçaklıkları anlatırdı. Herkesin nasıl kaçtığını anlatırdı. O zaman “Ben de korkuyorum ama korkumu engelliyorum, yenmeye çalışıyorum. Uygar insan korkar ama korkusunu da engeller” derdi. Aydınlar Dilekçesi’nin bir de muazzam savunması vardır. Babamın savunmaları da çok güzeldir. Onlardan aslında bir hukuk kitabı yapmak lazım. Babam bir lider ve organizatördü. Mesela 1974’te babamın girişimleriyle kurulan Yazarlar Sendikası, Türkiye’nin gündemini belirlerdi. Her gün gazetelerde haberi çıkardı. Girdiği her şeyde gündemi oluştururdu. Sonra sendikadan ayrıldı. Şimdi esamesi okunmuyor sendikanın.

1993’teki Sivas olaylarını siz nasıl haber aldınız?

Amerika’daydım, gece ofisimde çalışıyordum geç vakit 12.00-01.00 gibi.  “Başınız sağ olsun” gibi mesajlar gelmeye başladı. Babam öldü zannettim. Kendisi bahsetmezdi bundan. Bahsettiğinde de toplumsal bir olay olarak bahsederdi. Babam kendisinden bahseden bir adam değildi. “Az kalsın ölüyordum, öksürük geldi, boğuluyordum, merdivenlerden inerken şu oldu” diye hiç ufacık bir şey anlatmamıştır. Öksürdüğü zaman kurum çıkardı ağzından. Bir aydan fazla kurum kustu.

Aziz Nesin kendisini “aydın” olarak tanımlıyor. Acaba onun için aydın kavramı nedir?

Türkiye’de bir “aydın”, bir de “entelektüel” kavramı var. Bu ikisi farklı. Aydın, kendi çıkarlarını gözetmeden halkı belli bir konuda bilgilendirmeye, eğitmeye daha dikkatli olmaya kendini vakfetmiş kişidir. Hayatını kalem kâğıtla kazanan, masa başında dirsek çürüten, kendisinden vazgeçip halkı için çalışan kişi, Aziz Nesin için aydındır. Türkiye’de aydın kelimesi daha çok bu anlamda kullanılır. Entelektüel ise başkadır; ince gözlükleri olur, toplumsal olaylarla çok fazla ilgilenmez, teorik takılır. Karikatürize etmek gerekirse purosu ve viskisi vardır.

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

Aziz Nesin 2 Temmuz 1993’teki Sivas olayları sırasında Madımak Oteli’nde. Hemen önünde şair Metin Altıok.

 Kendini yakın hissettiği bir siyasi görüş, üye olduğu parti var mıydı?

1945’te Esat Adil’in Türkiye Sosyalist Partisi’ne girmiş ama sadece 2 ay kalmış orada. Babam sosyalistti ama ben baktığım zaman babamın hayatına, sosyalizmin aslında ikinci planda kaldığını görüyorum. Babam halkçıydı. Halktan yanaydı. Eğer kapitalizmin halktan yana bir düzen olduğuna inansaydı kapitalist olurdu. Babamın tek derdi; işsizlerin, yoksulların, köylülerin, işçilerin sömürülmemesi, iyi yaşaması ve haklarını almasıydı. Mesela Komünist Partisi’yle halk çatışıyorsa Büyük Grev’de olduğu gibi halktan yana tavır alırdı. İçimizden biriydi. Otobüse binerdi, hiç taksiye binmezdi. Vakfa gidip gelirken bile otobüsü tercih ederdi. Çarşıya pazara gider, sebze balık alır pişirirdi. Ben o kadar halktan değilim doğrusu. Ben entelektüelim! (gülüyor)

 Aziz Nesin yaşasaydı, Nesin Vakfı’nın şu anki halinden memnun olur muydu? Ne gibi gelişmeler oldu vakıfta?

O bir odaya 6-8 çocuk koyardı. Ben her odaya bir çocuk koydum. O piyano öğretmeni gelmeden piyanoya dokundurtmazdı. Ben her şeyi açtım çocuklara. Tabii kırdılar döktüler. Ben eğitimin bedeli olduğuna inanıyorum. Bu bedeli ödemeye de hazırım. Babam çocukların daha çok kendisi gibi olmasını istiyordu. Babamın eline çok az fırsat geçmiş ama eline geçen her fırsatı da değerlendirmiş. Her çocuk öyle değil ki. Kaç tane Aziz Nesin var? O küçük küçük Aziz Nesinler yetiştirmek istiyordu. Kimisi demirci, kimisi marangoz ama hepsi Aziz Nesin... Bazı şeyleri daha iyi yaptık bazı şeyleri iyileştirirken bazılarını kötüleştirmiş de olabiliriz ama şurası bir gerçek ki ekonomik olarak çok daha iyi durumdayız, daha konforlu yaşıyoruz. Geleceğimiz de çok daha güvencede.

 Aziz Nesin’in 100. doğum yılı dolayısıyla projeleriniz var mı?

Vakıf için gelir kazanmaya çalışıyoruz. Yazdığı kitaplar duruyor herhangi bir değişikliğe tabii tutulması mümkün değil ama Nesin Vakfı yaşayan bir organizma. Benim kendime biçtiğim vazife de Aziz Nesin’i yaşatmak değil. O zaten yaşayacaksa yaşar. Bir yazarı, hele Aziz Nesin’i yaşatmak benim harcım değil. Nesin Vakfı’nı yaşatmak benim amacım, bir de şimdi Matematik Köyü çıktı başımıza! 

 

SEKSEN YILLIK YAŞAMINA KOSKOCA BİR DÜNYA SIĞDIRDI

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

Nesin, vakıfla özdeşleşmiş yuvarlak pencereden dışarı bakarken.

1915
Asıl ismiyle Mehmet Nusret Nesin, 29 Aralık’ta Heybeliada’da doğdu. Babası Şebinkarahisar’ın Ocaktaşı Köyü’nden İstanbul’a gelerek bahçıvanlık yapmaya başlayan Abdülaziz Bey’di.

1921
Henüz 6-7 yaşındayken komşu bir kadın tarafından ortaoyununa götürüldü. Eve dönünce, izlediği tuluata öykünerek bir tiyatro yazdı.

1924
Dokuz yaşındayken okula başladı. Süleymaniye’de “Kanuni Sultan Süleyman İptidai Mektebi’nin üçüncü sınıfında başladığı eğitim hayatını sırasıyla Darüşşafaka İlkokulu’nun dördüncü, Vefa Ortaokulu’nun altıncı (çünkü devamsızlıktan sınıfta kalmıştı) ve Davutpaşa Ortaokulu’nun altıncı sınıfında sürdürdü. Daha sonra Çengelköy Askeri Okulu’nun yedinci sınıfına girdi. 1935’te Kuleli Askeri Lisesi’ni, 1937’de Ankara’da Harp Okulu’nu bitirip asteğmen oldu. Son olarak 1939’da Askeri Fen Okulu’nu bitirdi. 

1930
Aziz Nesin, Davutpaşa Ortaokulu’nun altıncı sınıfında okurken her Cuma Şehzadebaşı’ndaki Millet ya da Ferah tiyatrolarına gidiyordu. Bu dönemde en beğendiği sanatçı, Adile Naşit’in babası olan “komik- i şehir” (büyük komik) Naşit (Özcan) Bey’di. Millet Tiyatrosu bir oyun yarışması açınca kaleme aldığı bir oyunla bu yarışmaya katıldı. 

1939
İlk eşi Vedia Hanım’la II. Dünya Savaşı’nın başladığı yılın son gününde, 31 Aralık’ta evlendi. Daha sonra şöyle yazdı bir kâğıt parçasına: “Muratlı’da evlendik. Nikâhı muhtar kıydı. Tabur komutanımla bölük komutanım şahit oldular.” İlk çocuğu Oya ve ikinci çocuğu Ateş henüz subayken doğdu. 

1944
Muvazzaf subayken 7 Gün ve Millet dergilerinde yazı yazdı. Belki de bu yazıların etkisiyle orduda hizmet verirken, neredeyse sayısız defa göz hapsi ve oda hapsi cezası aldı. En nihayetinde, üsteğmen rütbesindeyken “görev ve yetkisini kötüye kullandığı” iddiasıyla askerlikten uzaklaştırıldı. Askerlikten ayrıldıktan sonra hemen bir fotoğraf çektirdi. 

1945
Geçinmek için bir süre bakkallık ve muhasebecilik yaptı. Karagöz gazetesinde ve 7 Gün dergisinde yazdı. Profesyonel olarak yazarlığa, Tan gazetesindeki köşe yazarlığıyla adım attı. Yayımlanmış ilk bağımsız yapıtı Parti Kurmak Parti Vurmak adlı 16 sayfalık broşür bu yıl yayınlandı.

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

1946

Sabahattin Ali’yle birlikte Marko Paşa’yı çıkardı. Dağıtıcılar dergiyi dağıtmaktan çekindiği için Marko Paşa’yı kendi sattı. Dönemin politikacılarını sözünü esirgemeden eleştiren gazetenin tirajı 70 binlere kadar yükseldi ve dergi  büyük bir yankı yarattı. Dergide yazdığı yazılar nedeniyle başı dertten kurtulmadı. En sonunda 10 ay ağır hapis ve 3 ay 10 gün de Bursa’da “emniyet-i umumiye nezareti” altında bulundurulma cezasına çarptırıldı. Marko Paşa mahkemece kapatıldı. Aziz Nesin derginin yayınını, Merhum Paşa, Geveze, Malum Paşa, Ali Baba, Başdan, Hür Marko Paşa, 7-8 Paşa, Bizim Paşa, Öküz Mehmet Paşa, Medet, Yeni Baştan adlarıyla 1950 yıllarına kadar devam ettirdi.

1948
Bursa’da sürgün cezasını çekerken İstanbul’daki bir arkadaşına şöyle yazdı: “Gönderdiğin 15 liraya çok teşekkür ederim. Bunu ne müşkül şartlar altında temin ettiğini biliyorum. Fakat çocuklar benden çok daha mühimdir. Beni değil Bursa’ya, bulutların üstüne atsalar aç kalmam. Uludağ’ın karlarını sıkar, ekmek çıkarırım. Eve haftada en az 30 lira vermelisin. Artarsa bana gönder”. 

1955
6-7 Eylül olayları olunca her zamanki gibi yine “komünistler” suçlandı. Aziz Nesin de sol görüşe mensup yaklaşık 100 kişiyle birlikte tutuklandı ve 9 ay hapis yattı. Hapisteyken Meral Çelen’le nişanlandı. 

1956
Meral Çelen’le evlendi. İtalya’da yapılan ve 22 ülkenin katıldığı Uluslararası Gülmece Yarışması’nda ilk ödülü olan Altın Palmiye’ye Kazan Töreni adlı öyküsüyle değer görüldü. Aynı yıl oğlu Ali Nesin doğdu. 

1957
İtalya’da Bordighera’da yapilan Altin Palmiye Uluslararası Gülmece Yarışması’nda Fil Hamdi öyküsüyle yine birinci oldu.

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

1962 
Zübük yayın hayatına başladı.  

1965
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’i kaleme aldı. Kitap Akşam’da tefrika halinde yayınlandı. Aynı yıl ilk defa yurtdışına çıktı; Berlin ve Weimar’daki Antifaşist Yazarlar Toplantısı’na katıldı.

1968

Kaleme aldığı Üç Karagöz Oyunu’yla Milliyet’in birincilik ödülünü kazandı. Ödül 10 bin liraydı. Çocuklarına kazandığı bu ödülle 1000’er liralık bisiklet aldı. Bisikleti satıcısı, müşteri Aziz Nesin olduğu için bisiklet başına 100 lira iskonto yaptı.

1973
Aziz Nesin Vakfı’nı kurdu.

1983
ABD’de Indiana Üniversitesi’nin düzenlediği uluslararası toplantıya çağrıldı. Ancak 12 Eylül yönetimi tarafından pasaportu geri alındığı için bu toplantıya katılamadı.

Mizahın asırlık çınarı: Aziz Nesin 100 yaşında

1984
Aziz Nesin öncülüğünde 12 Eylül yönetimindeki hukuk dışı uygulamaları protesto etmek amacıyla hazırlanan dilekçeyi 1383 aydın imzaladı. Aziz Nesin dilekçeyi Prof. Dr. Hüsnü Göksel’le birlikte Çankaya’ya çıkarak bizzat 12 Eylül Darbesi’ni yapan dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren’e vermek istedi. Evren almayı kabul etmeyince dilekçeyi kapıya bırakarak Çankaya’dan ayrıldı. Bu hamleden sonra Kenan Evren’in Aydınlar Dilekçesi’ni verenleri “vatan hainliği”yle suçlaması gecikmedi. Beş gün sonra da dava açıldı; başta Aziz Nesin olmak üzere 59 kişi bu davada yargılandı. Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülen dava 1986’da sonuçlandı ve sanıklar suçsuz bulundu.

Aydınlar Dilekçisi Savunması’ndan:

“Bizler bu dilekçeyi yazar ve imzalarken bunun karşılığında aydın olduğumuz için bir minnet beklemiyorduk ve aydın olmanın ayrıcalıklarından yararlanmaya kalkmış değildik. Emekli olduktan sonra holdinglerin yönetim kurullarında ve büyük sermayeli ticaret kuruluşlarında ve bankalarda ve benzeri büyük sermaye gruplarında ve özel girişim kuruluşlarında ve dış alım-satım firmalarında, yüksek çıkarlar karşılığında hiç anlamadıkları işlerde ve hiç çalışmadan görev alan ve aç gözleri hiç doymayan yaşlı kişilerin aydın olduklarını söylemelerinden utanmaları nasıl gerekirse, bu dilekçeyi yazıp imzalamak karşılığında bugünkü yönetimin tutumunu bildiğimizden nimet değil külfet, ödül değil ceza bekleyen bizler de kendimizi aydın sanmaktan onur duymaktayız. Bu dilekçeyi imzalayanlar arasında salt ulusal düzeyde değil uluslararası düzeyde sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, bilimciler, hukukçular, eski bakanlar vardır. Bunlar aydın değillerse, Türkiye’de Aydın ilinden başka aydın kalmaz.”

 

1985
İngiltere’de PEN Kulüp onur üyeliğine seçildi.

1993
Sivas’ta 2 Temmuz 1993 tarihinde Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından organize edilmiş olan Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli’nin yakılması sırasında ölüm tehlikesi geçirdi. Çoğunluğu Alevi 33 yazar, ozan, düşünür olmak üzere 37  kişinin yaşamını yitirdiği bu katliamdan sağ kurtuldu.

1995
İmza günü için gittiği Çeşme Alaçatı’da, (Sivas Katliamı’nın 2. yıldönümünden 3 gün sonra) 5 Temmuz’u 6 Temmuz’a bağlayan gece, arkasında yüzü aşkın kitap bırakarak sabaha karşı geçirdiği kalp kriziyle hayatını kaybetti.

 

 

BAKMADAN GEÇME!