Güncelleme Tarihi:
Hakkında bir şeyler okuduğunuzda ya da birileri onu size anlattığında, “Keşke ben de tanısam” dediğiniz insanlar vardır. Olup biteni bulduğu gibi bırakmamış, gidişata müdahale etmiş, hem çevresini hem dokunup geçtiği insanları değiştirmişlerdir.
Mithat Alam böyle bir insan.
Üstelik, aranızda onun adını hiç işitmemiş olanlar varsa, biliniz ki, ‘Mithat Bey’ sizi bile değiştirdi.
Nedeni nasılı, onunla yapılan nehir söyleşinin dökümü olan, ‘Sinemayı Seven Adam’ isimli hazine kitapta.
Bir küçük ipucu: Neden bir ‘Sinema-Televizyon’ bölümüne sahip olmayan Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun, yönetmeni, yapımcısı, kurgucusu, eleştirmeni birçok sinemacı var?
Nedeni Mithat Alam’ın hayatı. Daha doğrusu, ikinci hayatı... Çocukluğundan beri, gündelik hayhuydan artırabildiği her anı sinema salonlarında geçiren, kendini filmlere adayan, sözcüğün hakkını vererek bir ‘sinefil’ gibi yaşayan Alam, sıkıcı bulduğu, kendini tükettiğini düşündüğü ama çok da başarıyla yürüttüğü iş hayatını, bir gün geri dönmemecesine bıraktı. Sinemaya aşkını bilen akademisyen dostları tarafından kendisinin de mezun olduğu Boğaziçi Üniversitesi’ne bir derste konuşma yapmak üzere davet edilmişti. Heyecandan fanilasına kadar sırılsıklam kaldığı dakikalar boyunca tutkusunu öğrencilere de bulaştırdı. O kadar çok sevildi ki, bu bir saatlik konuşma, dönemlik derslere evrildi. Ardından, maddi manevi her şeyini, neredeyse tüm birikimini vererek sıfırdan ördüğü, bugün dahi ülkenin en ciddi sinema arşivi olarak hizmet veren, bir yandan da sinemacılar yetiştiren, önemli sinemacıların ülkemize gelmesini sağlayan, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Mithat Alam Film Merkezi’ni kurdu. Bu da yetmedi Alam’a, yine kendi adını taşıyan eğitim vakfıyla sinema okumak isteyen öğrencilere burs verdi.
‘ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ’ GİBİ
Ama her şeyden öte, Alam, öğrencilere kendi varlığını sundu. Sınıftan taşan, kendi evindeki özel film gösterimlerinde gece yarılarına kadar süren sohbetlerde bir öğrenci kuşağı dünyayı, sinemanın imkânlarını tanıdı; tanımaya devam ediyor.
‘Sinemayı Seven Adam’ kitabının yazarı Umut Barış Dönmez de bu öğrencilerden. Ancak konusuna hâkim birinin soracağı derinlikte sorularla (ve aldığı cevaplarla), Alam’ın hayatını dört başı mamur bir sinema filmi gibi işlemiş Dönmez. Kitapta, Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan gibi Türkiye sinemasının ustalarıyla dostluğundan, Merkez’de yetişen ve maalesef çok erken yaşta kaybettiğimiz yönetmen Seyfi Teoman’ın öğrencilik günlerine, Gus van Sant’ı, Beyoğlu’nda bir muhallebicide nasıl beklettiğinden, Cem Yılmaz’ı ‘demir yumruk’la yönetmenin güçlüğüne meraklı ayrıntılar da buluyorsunuz.
Ama en önemlisi, bugün değil memlekette, dünyada dahi örneğine rastlanmayacak bir anıt-yaşamı tüm çıplaklığıyla okuyorsunuz.
Nehir söyleşiyi yapan Dönmez’in satırlarından naklediyorum: “(...) Daha ilk dersinden itibaren sinemaya ilişkin engin birikimi, muazzam dağarcığı ve bunu bize aktarırken gösterdiği çocuksu tutkusu karşısında afallamıştık. Daha önce böyle bir ‘hoca’ ile karşılaşmamıştım. Etkisi, sinemadan bir örnekle, ‘Ölü Ozanlar Derneği’ndeki Robin Williams’ın öğrencileri üzerindeki etkisi gibiydi. ”
‘Sinemayı Seven Adam’ Mithat Alam, hakikaten o kadar etkili oldu ki, günümüzün genç sinemacı kuşağının üyeleri ya onun öğrencisidir ya onunla film izleyip sohbet etmiştir ya onun kamuya açtığı dev arşivinden yararlanmıştır. Beyazperdeden bugün yansıyan ve sizi de muhakkak etkileyip değiştiren görüntüler işte böyle bir sürecin ürünü.
Bereketli bir film gibi, bağrından nice filmler, filmciler doğurmaya devam edecek Mithat Alam.
YÖNETMENLER, MİTHAT ALAM’I ANLATIYOR
Reha Erdem: Sinemayı sevdiren adam
Mithat Bey sadece Sinemayı Seven Adam değil sinemayı sevdiren adamdır. Mithat Bey sadece Sinemayı Seven Adam değil, bizimki dahil kaç kuşak sinemacının yetişmesine ve filmlerine büyük katkısı olmuş ve olmaya devam edecek adamdır. Mithat Bey sadece Sinemayı Seven Adam değil sanatı, hayatı, aşkı seven adamdır. Mithat Bey sadece Sinemayı Seven Adam değil, sinemayı sevse de sevmese de benim dünya şahanesi arkadaşımdır.
Tayfun Pirselimoğlu: İyi kalmak hâlâ mümkün
Mithat Alam’ı hep bir çölün ortasında sonu gelmez bir seansla film gösteren görkemli bir sinemanın yegâne seyircisi olarak tahayyül ediyor olmamı da onun müstehzi fantazmasından ödünç aldığımı teslim etmem gerek.
Şahsen ona borçlu olduğum daha pek çok şey var ama galiba en kıymetlisi ‘iyi’ kalmanın hâlâ mümkün olduğunu, ihtimallerin hiç tükenmeyeceğini bana hep hatırlatıyor olması.
Emin Alper: Ya burada olmasaydı?
Mithat Alam deyince aklıma hep Frank Capra’nın ‘It’s a Wonderful Life’ adlı filmi gelir. 1946 yılı yapımı bu filmde Capra umutsuzluğa kapılarak intihar etmek isteyen George Bailey’e yardım etmekle görevli bir meleğin yeryüzüne inişini anlatır. Melek, Bailey’i, hiç yaşamamamış olduğu hayali bir kasabada yolculuğa çıkarır: Tatsız, tuzsuz, hırçın, yıkık dökük bir yerdir bu. Mithat Alam olmasaydı Boğaziçi Üniversitesi ve Türkiye Sineması nasıl olacak idiyse öyle bir yer...