Güncelleme Tarihi:
‘The North Project’ kitap seriniz İsveç’le başladı, ikinci durak İskoçya. Neden Kuzey Avrupa?
-Biz Türkler çocukluğumuzdan beri “Güneşin olmadığı yerler gidilmeyecek yerlerdir” diye düşünürüz, illa güneş ve plaj olsun isteriz. Küçükken en büyük hayalim Arjantin’e gitmekti. Sürekli şimdi Kuzey’i anlattığım gibi Arjantin’i anlatırdım. Hatta bir gün bir dergiden arayıp Bueos Aires hakkında yazmamı istediler. Hayal ettiğim gibi plakçıyı, kafede güneşin altında oturduğumu vs. uzun uzun yazdım. Yazının en sonunda da “Aslında Buenos Aires’le ilgili daha çok yazı yazabilirdim ama gitmiş olmam lazımdı” dedim. Çünkü yazıyı yazdığımda henüz gitmemiştim. Böyle bir aşkla büyüdüm ama zaman içinde Kuzey Avrupa’ya da merak sardım. Açıkçası ilk gittiğimde tam anlayamadım. Ne zaman ki arabayla köylere gittim, ancak o zaman lokal hayatla tanışmaya başladım. “Kuzey bize hiç anlatılmamış” diye düşündüm.
Neden anlatılmamış?
-E kimse gitmemiş ki. Danimarka’ya giden sadece Kopenhag’a gitmiş, ‘yoldan çıkmamış’, şehrin çeperine hiç bakmamış.
Kuzey bize ne vaat ediyor?
-Macerayı ve yalnızlık hissini... Kilometrelerce yol boyunca kimseyi görmeden yürüyebilir veya araba kullanabilirsiniz. Arada koyun görebilirsiniz arada ama insan göremezsiniz. Hele dikine binalar hiç görmezsiniz. Edinburgh’un ve Glasgow’un dışına çıktığınızda yüksek katlı binalar yoktur bile. O bölgenin yaşanmamışlık hissini tattırması güzel. Kuzey’e gidip çektiğiniz bir fotoğrafı 200 yıl önce de çekebilirdiniz. Hatta 400 yıl önce de... Çünkü orada ülke genelinde zaman durmuş durumda. İskoçya kitabının kapak fotoğrafındaki yere gitmek için iki buçuk-üç kilometre yürümek gerekiyor çünkü araba yolu yok. Ülkenin genelinde doğayı hiç bozmamışlar. Güneyinde otoban var ama kuzeyde çok yerde yok çünkü o kadar araç olmadığı için ihtiyaç da yok. Yollar büyük ölçüde tek yön. Hatta bir kısmında tek şerit var, cepler sayesinde birbirinize yol veriyorsunuz. Vahşi doğası da cabası. Biz burada GDO konuşuyoruz ama orada öyle bir şey yok.
Ne yiyip ne içmeden dönmeyelim?
-Meşhur yemekleri haggis’i mutlaka tadın. Savaş ve yokluk zamanında ortaya çıkmış, sakatattan yapılan bir yemek. Kıymalı yumurtamıza benzer, üzerine şiirler yazılmış bu yemeği, en lüks restoranda bile bulursunuz. Ama yolda burgerci veya sosisçi görürseniz de yemeniz lazım. “Neden bu kadar lezzetli” diyorsunuz, “Çünkü hayvanlar burada otluyor” diyorlar. Bir balıkçıya gidersiniz de hem güzel balıklar yer hem de muhabbet edersiniz; orada biriyle samimiyet kurmanız kolaydır. Ve tabii viski… İskoçya’da viskinin tadı her bölgeye göre değişiyor. Kimi yerde daha isli, kimi yerde aromatik oluyor. Bu, onlar için kutsal bir içki. Mezar taşlarında bile viski şişesi var. Viskiye İskoçlar, ‘İskoç suyu’ diyor. Onu diğer ülkelerin viskilerden ayıran da zaten İskoç suyundan yapılması. İskoç suyu, dağlardan gelen meşhur bir su.
Bu kitapları neden yazdınız?
-İnsanın sevdiği şeyi paylaşması lazım. Ben bilginin de yaşadıklarımın da kendimde saklı kalmasını istemedim. Görevim, kendimi yollara atmak.
Çok lüks bir hayat…
-Hiç öyle değil. Kendinizi yola vurmak için illa İskoçya’ya gitmeniz gerekmiyor. Mesela bu ay Türkiye’nin Güneybatı’sına gideyim dedim. Geçen yıl Sao Paulo’ya gittim, araba kiralayıp Uruguay sınırına vardım. Herhalde geçen yıl yaptığım en ucuz seyahatti. Arabayı günlük 30 dolara kiraladım, 40 dolarlık yerlerde kaldım ki kötü yerler değildi.
Destek Yayınları
75 TL. (Kitabı, AppStore’dan da satın alabilirsiniz.)