Güncelleme Tarihi:
Tüm yaşamını kültür hayatıyla geçirmiş bir kişi olarak mesleki yolculuğunuz nasıl başladı? Güncel sanat sizin kariyeriniz kadar yeni bir konu, o zamanlar böyle bir ‘yeni’ konuya eğilim göstermeniz nasıl oldu?
60'larda 70'lerin başında Türkiye’de büyüyorsan gidebileceğin öyle galeriler, müzeler, sanatın geçtiği mekanlar yoktu.Şehir de küçüktü gerçi. Ama bir merak da vardı, babam yayıncı olduğu için kütüphanemiz zengindi, içinde Rodin, Monet gibi sanatçılar hakkında kitaplar vardı. Bir de Robert Kolej meselesi var tabi,orada çok iyi bir literatüre sahip büyük bir kütüphane vardı, Miro'ya filan o zaman bakardım. Oradan bir aşinalık vardı tabi ama bir aşinalık o kadar. Bir merak var ama bir yere oturtabildiğim biçimlendirebildiğim bir şey değil. Ondan sonra bir yaz seyahati, üç arkadaş sırt çantasıyla lise iki yazında Avrupa’ya gittik. İlk gittiğimiz yer Amsterdam, o zamanki Stedjik Müzesi’ni gördük, o iyi geldi bana, çünkü neondan işler, sen hayatında yağlı boya, sulu boya dışında bir şey görmemişsin başka bir malzemeden iş var. Carl Andre’nin yer karoları var filan. Ama en önemlisi Paris’te Centre Pompidou, inanılmaz bir deneyimdi. Dört gün çıkmadım oradan,her sabah Pompidou’ya gidiyorum akşam Pompidou’dan çıkıyorum. O merakın sanat tarihine ve onun da güncel sanata evrilmesi yıllar içerisinde oluşan bir şey. Bunlar böyle birikiyor.
Türkiye’nin uluslararası çapta en önemli kültür kurumlarından birini kurdunuz ve yönettiniz. Başka bir dili ve başka bir kafası oldu SALT’ın; sergileri hazırlarken nasıl bir metod izlediniz?
Baştan bu kadar net değildik, ne yaptığımızı bu kadar iyi bilmiyorduk, fikirlerimiz teste tabi tutulmamıştı, yapmaya çalışıyorduk ama yaparken başka bir şey de öğreniyorduk. Şimdi biraz daha metoda ve birbirimizle çalışmaya hakim olduğumuz için daha rahat hareket ediyoruz. Umarım ki bu rahatlık bizi günün birinde alışkanlığa düşürmez. Metodtan ziyade elimizdeki meseleyle nasıl uğraşırız, onu düşünüyoruz. Kimisi sergiye dönüşemiyor. Ona ikna olduğunda bu sergi değil bu bir web sitesidir ya da bir kitaptır ya da bunu beceremiyorum, zararın ortasından ya da başından dönelim ve başka bir şey yapalım diyebiliyorsun. Kimi zaman da başladığın projeyle bitirdiğin proje çok alakasız şeyler olabiliyor.
Konuşmanızda ‘biz hep sergileri ziyaret edenlerin bizden daha akıllı insanlar olduğunu düşündük’ dediniz?
Evet evet. Konuklarına layık olmak lazım. Bence o kısmı çok önemli. Hakikaten bir sürü kurumun izleyicisini hiç düşünmediğini görüyorum.O kadar kendi içlerine kapanık bir dünyada, profesyonelleşmiş bir dünyada, birbirlerine benzeyerek oluşturdukları kodlar vs. var ki aslında orada izleyici ya da kullanıcı hiç devrede değil. Giriş sayılarına veya basında çıkan haberlere baktığın zaman sanki konuklara dair birşey anlamış oluyorsun. Oysa hayır. Çünkü o insan zaten sessiz, çünkü o insanın elinde konuşacak araçları yok. Seninle konuşacak araçları yok ki. Birincisi bu araçların mümkün olduğunu, o ilişkiyi oluşturabilecek imkanları ortaya koymak. Bunu da suni bir biçimde yapmak değil. Kapıya anket defteri koyup sergi hakkında ne düşündünüz diye sormak değil, çıkarcı ve talepkar olmamak gerekiyor. Sert olmak değil.
Şu kesin; dışarısı dediği dünya(ziyaretçi,kullanıcı, bileşen) üç kişilik beş kişilik aklımızdan milyon kere zeki. Bunu bilmek lazım. Dolayısıyla öğrenmeye açık olmamız gerek. Bunlar bizim çok değer verdiğimiz şeyler. Biz bunları ‘alışık olunanın dışında’ nasıl ele alabiliriz, bunu merak ediyoruz.
Müze’nin görevi nedir?
Miras devralan ve miras devreden kurumlar olarak insanların görüşlerini oluştururken daha iyi kararlar vermelerine yardımcı olacak araçlar sunmak.
Ben SALT’ta çok demokratik bir ortam olduğunu düşünüyorum. Örneğin siz çalışma arkadaşlarınızla hep aynı odada oldunuz. Bu bir bilinç dahilinde oluştu öyle değil mi?
Tabi ki, bütün olay en başından beri tam da bunun üzerine kuruldu. En azından kendi ekibimizle çalışma kültürümüz budur.
Sizin hep çok rafine bir dünyanız olduğunu düşünmüşümdür, bunun da yönettiğiniz kuruma, SALT’a yansıdığını. Yani kurumun içindeki herhangi bir köşede bilgisayarınızla kendinize çekilip özgürce çalışmanızın ziyaretçiye dolayısıyla mekanın ruhuna da yansıdığını düşünüyorum?
O bir zaman işi işte… Bilmiyorum o rafine olmak mı, başka bir şey mi…
Şekil temayüllerinin dışında içeriye bağlı bir atmosfer yaratıyor bu durum. İşini yapıyorsan ister orda yap ister burda yap gibi..
Bunları "business" modellerinden öğrendim, yeni bir şey değil. Uluslararası bazı yenilikçi ofis modellerini inceledik, sosyoljik araştırmalara baktık. Birlikte çalışmanın adetlerini inceledik.
Bunun sizin içinizden taşan bir durumla da bağlantısı var. Sizin duruşunuz kuruma, kullanıcıya da yansıyor. İnsan bunu öğrenerek bu kadar içselleştirebilir mi ki?
Bunun benimle çok alakası yok aslında, sadece şu var. İnsanlara güvenin, kurumun sahipleri zaten onlar. Durumu içselleştirsen bile bunu iyi uygulayabileceğin anlamına gelmiyor. Nasıl iyi uygulayabiliriz içindeki hatalar ne olabilir diye çalıştım. Bunlar gelişigüzel olmadı.
Anlıyorum… Dünyadaki ve ülkemizdeki müzeciliğe dair değerlendirmelerinizi alabilir miyim, çok sert olmasın Vasıf Bey…(gülüşmeler)
Görüşlerim biraz sert. Ama bu eleştirileri şunun içinde okumak lazım , sert çünkü bunlar sevdiğim yerler… Kesip attığım, o tarz bir sertlik değil. Bence kapasitelerimizi iyi değerlendirmiyoruz, vazifemizi yerine doğru dürüst getirmiyoruz. Yalnış ittifaklar kurduk vs vs. Bir de mesela Tate ya da MoMA, yaptıkları bazı şeyleri hakikaten otoriterliğe çok yakın buluyorum... Kamu mekânlarını kullanma ve kontrol biçimlerinde bambaşka bir ideolojik yapı var. Ama aynı zamanda MoMa’nın bütün sergi tarihini açma biçimini, internet ortamına koyuşunu, onun 80-90 yıldır bütün bunları nasıl arşivleyip ne kadar temiz bir biçimde tuttuğunu görünce, öyle bir miras ki bu, ona da hayran oluyorsun. Girdikleri araştırma projelerini , dışarıya göstermedikleri ama araştırmaya büyük fon ve destek sağladıklarını izliyorsun.Total bir eleştiriye giremiyorsun. Belli şeylerini eleştiriyorsun kurumların. Lokale gelince müze oldum deyince müze olunmuyor, ancak yararları sonsuz ve öncelikle özeller müthiş bir eksikliği kapatıyorlar.
Çocukların ve çocuk büyütenlerin müzeyle kurmaları gereken ilişkiye dair neler söylersiniz?
Küçük insanlara çocuk muamelesi yapılmasını sevmiyorum.İnsan muamelesi yapmak mümkün bu birincisi. İkincisi müzeleri segmante edip çocuklar için, yaşlı için vs. bu segmantasyonu da sevmiyorum, buna ısınamadım. Ama bu genel olarak eğitim sorunu, müzenin sorunu değil. Bunu genel olarak eğitim sistemi içerisinde ele almak gerekiyor. Biz 2011 deki programımıza inanılmaz bir ‘teacher training’ kurduk. Paketlerimiz hakikaten inanılmaz nitelikliydi. Hiç bir öğretmene kullandıramadık. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan akreditasyon da almıştık. Bence bunun en başta devlet seviyesinde ele alınması gerekiyor. Müzelerin muhakkak rolü var çocukların gelişiminde ama biz ‘Yorumlama’ programımızı sonlandırdık. 14 yaş altına özel bir hizmet sunmuyoruz. Başka yerde yetişecektir çocuklar sonra belki bize de geleceklerdir…
Bu kültür sanat yolculuğunu en başta kendim için yapıyorum. Çocuğuma zengin bir dünya vermek istiyorsam önce ben zenginleşmeliyim diye yola çıktım. Çocuğum nasıl olsa benim ayak izlerimi takip edecek… Çocuk büyüten izleyicilerimi,okurlarımı SALT’da davet ettim, böylesine bir atmosferi hem kendileri hem çocukları solumalı diyerek…
İnsanlar o anlamda çok becerikli ve akıllı , geliyorlar ve mekanı çok güzel kullanıyorlar. Burada kimse kalkıp şurada oturamazsın vs gibi bir şey demiyor. Kendilerini rahat hissediyorlar, sahipleniyorlar. Bu sefer birbirlerine dikkat etmeye başlıyorlar yani ekoloji bozulmuyor ve onun bir parçası oluyor. Elbette söyledikleriniz önemli. Kamusal alan tam da böyle bir şeydir.