Güncelleme Tarihi:
İlk büyük dostlukları İstanbul'da öğretmen okulunda öğrenciyken filizlenen Sabahattin Ali'nin, ömrünün sonuna kadar yanında olan kadim dostu Pertev Naili Boratav ile uzun yıllar mektuplaştığı ve içini döktüğü Ayşe Sıtkı da o dönemki tanıştığı arkadaşlarından oldu.
Sabahattin Ali, 1927'de İstanbul Muallim Mektebi'ni tamamlayarak Yozgat Merkez Cumhuriyet İlkokulu'na öğretmen olarak atandı. Yozgat'ta İstanbul'daki sosyal çevresinin aksine yalnız kalan Ali, kendisini yazmaya ve okumaya verdi.
Öğretmenlik görevinde 1 yılı tamamladıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığının yabancı dil öğretmeni ihtiyacından, yurt dışında dil eğitimi sınavını kazanarak, Almanya'ya giden Ali, Potsdam ve Berlin'de eğitim gördü. Ali, Alman edebiyatının yanı sıra Rus edebiyatına da yoğunlaşarak, özellikle Ivan Turgenyev, Maksim Gorki ve Knut Hamsun gibi isimlerin eserlerini okudu.
YAZACAĞI ÖYKÜLER İÇİN MALZEME BİRİKTİRDİ
Yaşadığı tatsız bir olay sebebiyle Almanya'dan Türkiye'ye dönen Ali, bir müddet İstanbul'da arkadaşlarının yanında Yüksek Muallim Mektebi'nde Nihal Atsız, Nihat Sami Banarlı ve Pertev Naili Boratav'la aynı yatakhanede kaldı. Ali, kısa süre sonra Ankara'ya giderek, 1930'da Gazi Enstitüsü'nde açılan yabancı dil sınavlarına katıldı ve Aydın Ortaokulu'na Almanca öğretmeni olarak atandı. Burada komünizm söylemlerinde bulunduğu gerekçesiyle soruşturma geçiren yazar, hakkında detaylı bir tahkikat yapılması için tutuklandı. Aydın Hapishanesi'nde 9 Eylül 1931'e kadar kalan Sabahattin Ali, başından geçenleri, Ayşe Sıtkı İlhan'a yazmış olduğu mektuplarda anlattı. Bu süre içerisinde yazar kimliğini geride bırakmayan Ali, daha sonra yazacağı öyküler için de malzeme biriktirdi.
'ALDIRMA GÖNÜL ALDIRMA'
Ali, bir yıllık mahkumiyetinin ilk dört ayını Konya Cezaevi'nde, kalan altı ayını da Sinop Cezaevi'nde geçirdi. Temyiz mahkemesinin aleyhinde karar vermesi üzerine cezası 12 aydan 14 aya çıkarılan Ali'nin Sinop Cezaevi'ndeki günleri, daha sonra bestelenerek unutulmayan şarkılar arasına girecek olan "Aldırma Gönül" ve "Hapishane Şarkısı" adlı eserinin kaleme alınmasına tanıklık etti. Sinop Cezaevi'nde iken tahliyesine az bir zaman kala cezası 29 Ekim 1933'te sona erdirilen Ali, çıkar çıkmaz Milli Eğitim Bakanlığına başvurarak öğretmenlik mesleğine geri dönmek istediğini belirtti.
ALİYE HANIM İLE 1953 YILINDA EVLENDİ
Öğretmenliğe Ankara 2. Ortaokulu'nda devam eden yazar, Ankara'dayken 1932 yılında İstanbul'da bir yakınlarının vasıtasıyla tanıştığı Aliye Hanım'la mektuplaşmaya başladı. Bu şekilde birbirlerini seven Aliye Hanım ve Sabahattin Bey, posta yoluyla nişan taktıktan sonra 16 Mayıs 1935'te evlendi. Ali, 1937'de yedek subay olarak askerlik görevini tamamladı ve 30 Eylül 1937'de hayatında çok özel bir yere sahip olan kızı Filiz dünyaya geldi. İdeal bir eş ve sevecen bir baba rolünü taşıyan Sabahattin Ali'nin yazı dünyasında bu dönem, önemli eserlere imza attığı bir süreç oldu. Bugün hala en çok okunan ve birçok dile çevrilen "Kuyucaklı Yusuf" ve "Kürk Mantolu Madonna" romanları yazarın bu yıllarda kaleme aldığı eserlerdi. Bu dönem politikayla da içli dışlı olan Ali, çeşitli söylemler dolayısıyla öğretmenlik görevinden tekrar alındı.
1945'TE GAZETECİLİK YAPMAYA BAŞLADI
İstanbul'da 1945'te gazetecilik yapmaya başlayan Ali, fıkralar yazdığı "La Turquie" ve "Yeni Dünya" gazeteleri, "Tan Gazetesi" olayları sırasında tahrip edilince işsiz kaldı. "Yurt ve Dünya", "Yeni Türk" ve "Tercüme" dergisi gibi yayın organlarında yazılar kaleme alan usta yazar, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz'la birlikte siyasal mizah olarak hazırladıkları "Marko Paşa" adlı dergiyi 1946'da çıkardı. Bu dergiyi daha sonra "Malum Paşa", "Merhum Paşa" ve "Öküz Paşa" gibi yine siyasal içerikli mizah dergileri takip etti. Bu yayınlardan birinde "Adalet Koridorlarında" adlı yazısı ile yeniden tutuklanan ve 3 ay hapis yatan Sabahattin Ali, bu dönemde İstanbul'da hem maddi hem de manevi yönden sıkıntılar yaşadı. Usta edebiyatçı bu süreci çıkardığı "Ali Baba" dergisindeki yazılarında da dile getirdi.
YURT DIŞINA GİTMEYE KARAR VERDİ
Ülkede siyasi baskılardan uzak kalamayacağı, hür iradesine dayalı yayın hayatını sürdüremeyeceği fikriyle yurt dışına çıkmak isteyen, ancak pasaport yasağından dolayı, insan kaçakçılarıyla anlaşarak sınır dışına çıkmayı planlayan yazar, tanıştığı Ali Ertekin'le birlikte 31 Mart 1948'de Kırklareli'ne yola çıktı. Bu tarihten sonra Bulgaristan sınırında 16 Haziran 1948 tarihinde bir çobanın bulduğu cesedin Sabahattin Ali'ye ait olduğu tespit edildi. Ali Ertekin, daha sonra cinayeti işlediğini itiraf etti. Cinayetin işlendiği tarihten dört ay sonra ormanda tanınmaz haldeki cesedin Sabahattin Ali'ye ait olduğu, 2 Nisan 1948'de vefat ettiği kayıtlara geçti.
KİTAPLARI BİRÇOK DİLE ÇEVRİLDİ
"İçimizdeki Şeytan" adlı eserin ön sözünde Nazım Hikmet de usta yazarın edebiyatıyla ilgili şu yorumu yapmıştı: "Sabahattin, Türk dünyasında bir okulun başıdır, başlangıcıdır. En usta Türk yazarlarından biridir. Sabahattin'in Türk düzyazısı üstündeki etkisi büyüktür, olumludur. Türk edebiyatının halkçı, demokrat, antiemperyalist, sosyalist kolu, tek sözcükle, Türk edebiyatının ilerici yazarları kendi aralarında Sabahattin Ali gibi bir yazarın bulunmasıyla onun sağlığında da övündüler, sonra da övünüyorlar ve övünecekler."
Sabahattin Ali hakkında ayrıca usta yazar Mustafa Kutlu da "Sabahattin Ali Yaşamı ve Eserleri" başlıklı Dergah Yayınları'ndan çıkan bir incele kitabı hazırladı.
Kutlu, bu kitapta Sabahattin Ali'nin dünyasını gerçekçilik, romantizm, samimiyet, içlilik-coşkunluk, dengesizlik, çaresizlik, yalnızlık, dürüstlük, ayrıcalık başlıkları altında tahlil etti. Usta edebiyatçını şairliği üzerine Kutlu, "Gözleri sulh içinde yaşanılan, mazlumların seslerinin işitilmediği bir dünyaya açılsaydı; herhalde lirik, pastoral, coşkun şiirler yazardı." yorumunu yapmıştı.
Temiz ve sade diliyle, gerçekçilik anlayışı ve samimi duygularıyla Türk edebiyatına önemli katkılarda bulunan usta yazarın birçok çevirisi de bulunuyor.