Güncelleme Tarihi:
Burada, bu kadar dosyanın arasında ne yapıyorsunuz?
Ben 40 yıl film yapımcılığı yaptım. Yapımcı olduğunuzda bir filme dair her belgeyi saklarsınız. Diyelim ki Türkân (Şoray) ile ‘Hazal’ filmi sırasında karşılıklı notlar yazmışız. Hiçbirini atmadım ki sonra “Öyle konuşmamıştık” demesin. Bunu da nereden öğrendim biliyor musunuz? Üyesi olmadığım halde Türkiye Komünist Partisi’yle dostluğum vardı. Hatta Suat Derviş’lerin evinde kalırdım. Derlerdi ki, “Partiye dair hiçbir şeyi yazılı tutma. Ama bir arkadaşınla taahhüde girdiysen onu mutlaka yazılı yap. Hatta aşkı da”... Bu öğüde uyup sakladıklarımdan gide gide bir arşiv oluştuğunu gördüm ve kaçınılmaz soruyu sordum: Ne yapacağım bunu?
Bu soruya cevabınız “Film yapacağım” mı oldu?
Hemen değil. 4 yıl önce Bela Bartok’un 1936’da Anadolu’da yaptığı bir geziyle ilgili bir film çektim. Adı ‘Görünmeyen’. Fakat bazı talihsizlikler oldu, 17-18 gün yeniden çekim yaptık. Mali olarak büyük bir darbe yedik. Beş odalı şirketimiz tek odaya döndü ve arşivi koyacak yer kalmadı. Vasıf’ı (Kortun) aradım ve bu belgeler Salt Beyoğlu’na taşındı.
Raflar dolusu kutuların içinde neler var?
Binlerce mektup, binlerce fotoğraf... 280 bin parça! Hepsini buraya taşıdık. İki sene öylece durdu, bir şey yapılamadı. Dedim ki, “Alayım kamerayı, bu belgelerin hikâyesini tek tek anlatayım”. Tam 300 saat film çektim. O da yetmedi, filmlerimin oyuncularıyla da konuşayım dedim. Sumru Yavrucuk, Halil Ergün, Ozan Güven, Müjdat Gezen, Türkân Şoray... ‘Sürü’ filminden kimse kalmamış hayatta, bir ben bir de Tarık (Akan) varız. Bu arada İlber Ortaylı ile Türkân’ı da yan yana getireceğim, biri ‘tarihi eser’ diğeri tarihçi olarak.
280 bin belge az buz değil. Tamamını anlatabildiniz mi?
Tamamını gözden geçirdim ve izah ettim. ‘Balalayka’nın senaryosunu 18 kere yazmışım; tek seferde anlattım. Bir sabah uçağa binmiş çekime giderken Kemal’in (Sunal) başı omzuma düştü ve hayatını kaybetti. O senaryo da uçağın penceresinden uçup gitti. Ben yalnızca Kemal için yazdığım senaryoyu çekemezdim. Başka bir film çektim.
Sadece sinemaya dair bir arşiv mi bu yoksa sinema dışındaki hayatınızdan da izler var mı?
Sinema ve ondan etkilenenler. 1973’te ‘Sürü’ için Diyarbakır ve Bitlis dağlarında yüzlerce Kürt türküsü toplamıştım, kayıtları burada. 60’lı, 70’li yıllarda Anadolu’da binlerce fotoğraf çektim. Mekân araştırması ya da kendi heyecanlarım için. Mektuplar var... Sinemacılarla, edebiyatçılarla yazışmalarım. Yaşar Kemal, 12 Eylül sonrası bir süre Stockholm’de yaşadı, ciddi ölüm tehditleri alıyordu çünkü. O sırada mektuplaşarak ‘Ortadirek’ romanının senaryolaşması için çalıştık. O mektuplar da burada. Sonra yurtdışındaki festivallerde tanıştığımız yönetmen arkadaşlarla Michael Radford, Neil Jordan, Emir Kusturica, Doris Dörrie, Akira Kurosawa, Bernardo Bertolucci ile mektuplaşmalar. Mektubu okuyor ve arka planını anlatıyorum.
Bir arşiv çalışması nasıl bir filme dönüşecek?
Sözgelimi 1985’te Tokyo Film Festivali’nde ‘At’ filmiyle büyük ödülü almıştım. Bertolucci orada jüri üyesiydi. Onunla mektuplaşmalarımızı anlatırken araya festivalden görüntüler girecek. Ama bu filmi yapabilmek için bir kaynak gerekiyor. Bunun adına şimdi sponsor deniyor. Sesler var, görüntüler var. Geriye kan dolaşımı kaldı.
ADANA'DA HER KÖŞEDE BİR ŞAİR VARDI
1996'da Devrim İçin Hareket Tiyatrosu, bir sokak oyununda (Ortadaki Ali Özgentürk)
Arşiviniz ne kadar geri gidiyor? En eski belge ne?
Doğum belgem! Sonra ilkokulda yazdığım uyduruk şiirler. Henüz 16 yaşındayken Yön dergisine yazdığım toprak reformu bildirisi. Bir de o yaşlarda tanıştığım Adana sosyalistleriyle olan arkadaşlıklarım; Kolonyacı Şükrü, Şarapçı Selo... Mektuplar, karalamalar, dergiler. Biliyor musunuz, 1950’lerde Adana’da İstanbul’dakinden daha fazla edebiyat dergisi çıkardı. Her köşede bir milyoner yerine her köşede bir şair görürdünüz.
Peki nerede bitireceksiniz?
Bilmiyorum. Belki de hiçbir şey yapmam; belki kimse kaynak olmaz.Ben öldükten sonraya kalır. Bir arşiv de değil bu, mezarlık. Belge mezarlığı. Çekimleri aralık sonunda bitireceğim. Gerisi bir sponsor bulunmasına bağlı...
Bu arşiv çalışması sizi yeni bir filmden alıkoydu mu?
2010’da mali darbeyi yiyince, yapımcılığı durdurdum. Ardından iki senaryo yazdım. Birinin adı ‘Shakespeare’in Hakkâri Macerası’. Bir tiyatrocunun 90’lı yıllarda ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı Hakkâri’de çobanlarla, berberle, pamuk işçileriyle sahneleme mücadelesi. Diğeriyse yirmili yaşlarda yoksul bir genç kızın boksörlük macerası. Anadolu’da yüzlerce kız boksör olmaya çalışıyor. Döverek bir gelecek kurmaya çalışıyorlar. Adana’da iki kız kardeşi ringde görmemle başladı senaryo. Ancak hissediyorum ki kimse benimle film yapmak istemiyor.
Bu hisse nereden kapıldınız?
Bir süredir Türkiye’de filmler iki şekilde yapılıyor. Bir, Kültür Bakanlığı’ndan destek talep ediyorsunuz. Çoğunlukla düşük bütçeli filmler ve ilk filmlerini yapanlar bunu tercih ediyor. Bu benim işim değil, 40-50 yıl sonra bu tarz bir iş yapamam. İkincisi dizi yapımcıları. Kendi kadrolarıyla çalışıyorlar, kendi yönetmenleri var. “Bir de sinema filmi yapalım” diyorlar. Sulu komediler ya da romantik fotoromanlar tercih ediliyor. Ben iki senaryomu da çekecek yapımcı göremedim ve bu yüzden kimseye göndermedim.
Kimsenin sizinle film çekmek istemeyeceği bana sizin hüsnü kuruntunuzmuş gibi geldi...
Bu toplumun büyük bir kısmı çok genç, her şeyi bir ‘application’, bir uygulama gibi görüyorlar. Hep yeni bir uygulama alınıyor, devamlılık yok. Eskiden askeri darbeler önlerdi devamlılığı, al sana darbe! Tabii ki kitaplar, filmler eskir... Bir tek Kemal Sunal filmleri eskimiyor. Çünkü gülmek istiyorlar. Bu iktidarın en önemli faydalarından biri şu: Bu toplum gülmeyi keşfetti.