Güncelleme Tarihi:
“... Her meyvenin tadı başka başkaymış ve bu meyvelerden tadanlar birbirlerine âşık olmuş. Aşk, toprağın rengini kırmızıya çevirince gökyüzüne iki turna havalanmış, ağacın meyveleri bu hikâyeyi anlatanın ve dinleyenlerin başına düşmüş.”
CANAN’ın cennetinin kapısından bu hikayeyle giriyorsunuz. Ulaşamayacağınızı sandığınız, belki de ulaşmaya çekinip utan(dırıl)dığınız Kaf Dağı’nın ardında gördüğünüz doğallık, sevgi, aşk Arter’de CANAN’ın sesinden masallarla size ulaşıyor.
Herkes çocuk kalmak, çocukluğuna dönmek ister. Çocukken duyduğumuz masallara inanır, onların üzerinden hayaller kurar, hatta “maceralara” atılırız. Çok güzel anılar var aklımda yazlıkta arkadaşlarımla uydurduğumuz hikayelerle ilgili. Esrarengiz insanlar hayal eder, onların izini sürerdik mesela. Onlara işaretler bırakırdık. Herkes kafasından uydurduklarıyla meşguldü ve mutluydu. Sonunda denen oldu; “Biz büyüdük ve kirlendi dünya”.
CANAN’ın sergisini ilk gezdiğimde, hatta sosyal medyada yorumladığımda, çocukluğa duyulan o özlemle dinlediğimiz, anlatılan masalların yer yer acıtıcı konulara dokunduğu için duymak istemediğimiz ama bizim gözümüze kulaklarımıza tatlı tatlı sızdırılan masallar olduğunu düşünmüştüm. Serginin üzerine kafa yordukça öyle olmadığı sonucuna vardım. Acıtmıyor da uyandırıyor, hatta mutlu ediyor CANAN’ın masalları.
Sanatçı, sergide Cennet, Araf ve Cehennem yaratıyor kat kat. Nakış işleri, videolar, kumaşlar, kağıtlar, taşlar, pasparlak payetler, minyatürlerle bir masal diyarı... Filmin sonunu söyleyeceğim ama, masalın mesajı, “Aslında Cehennem yok.” Sen istersen, sana hep cennet var. Kaf Dağı’nın ardında kalsa bile, inanırsan, bilirsen, ona ulaşabilirsin.
CANAN’ın İstiklal Caddesi’nden de izlenebilen Hayvanlar Alemi’nden, kızına duygularını, annelik hallerini yansıttığı Çeşme’sinden, dedikodulardan bunalıp hayatına son veren Madam Marta’nın onuruna özgürlüğe uluyan (ve Kurtlarla Koşan Kadınlar’ı okumayı artık farz kılan) Ay Işığında Yıkanan Kadınlar’ın arasından geçip asıl uyanışı yaşadığınız Araf katına ulaşıyorsunuz.
Araf’a geldiğinizde ne yalan söyleyeyim, beni görsel olarak en çok etkileyen işlerden olmasa da, hikaye olarak en çok etkileyen işlerden Simurg’un taş kuşları karşılıyor sizi. Yeryüzüne bereket bahşedeceğine ve dünyayla gökler arasındaki birliği sağlayacağına inanılan dev kanatlı bilge kuş Simurg, sensin Kuş Kadın diyor CANAN. Belki dereler tepeler düz gideceksin, badireler atlatacaksın ama sonunda yine kendine varacaksın, içindeki o gücü, kendini ancak yine sen keşfedeceksin.
Bu aralar herkesi bayacak şekilde “Biz neden böyle sevgisiz bir ülkeyiz, bir merhabayı, bir güler yüzü birbirimize fazla görüyoruz,” hezeyanı içinde olduğum için Dışarıda Çok Kötülük Var odası, en çok sevdiğim işlerden oldu. Sanatçı Kaf Dağı’nın ardı kadar uzakta olduğu düşünülen sevgi dolu ve iyi bir dünyayı kendi el yazısıyla önümüze getirmiş, bizi içeri davet ediyor. Normal bir hayat yaşamıyoruz (ki bu hissiyat da sergideki Hezeyan videosuyla örtüşüyor – sanal dünya, beklentiler, baskılar, bastırılmışlıklar...), etrafımızdaki hiçbir şey doğal değil ve bu hayatın kısacık ve yaşanılası olduğunu, saçma şeyleri kendimize dert etmememiz gerektiğini (maalesef) bize bir şeylerin, birilerinin hatırlatması gerek. Bu hatırlatmalardan en çok sevdiklerimden biri, Kaş’ta çok garip bir yerde, çok garip deneyimle karşıma çıkmıştı mesela. Uzun bir seansın ve lafın kısası, sonunda bana tavsiye edilen şey, her şeyden önce kendimi sevmemdi. Sonunda “Ay niye ağlıyorum şu an hiç bilmiyorum” lafı ve çeşitli savurucu el hareketleriyle şakır şakır ağlamamla sahneyi kapadık. Fakat hakikaten ya, biz niye bunu unutuyoruz; kendini unutuyorsun, haliyle karşındakini unutuyorsun, sonra işteki hırs delisi, trafikte önüne çıkan manevra delisi, senin gününün olayı oluyor. Küçük hırslar, endişeler, önemsiz tartışmalar, çekinceler hayatının odağı oluyor. Olmasın. CANAN da odasında öyle diyor nitekim. Olmasın. Özlem duyduğun, aslında içinde aşktan, sevgiden, erotizmden, doğal hallerden utanma, bul onu. “Niye utanıyorsun ki; bak şu adamın harika suratına! Utanmadan bak, hayranlıkla bak. Birini bu kadar sevmek neden kötü olsun ki? Gözlerimi kaçırmadan sana hayranlıkla baksaydım ne yapardın?... Ne olur mesela?”
Artık pozitif ayrımcılık mı olur, doğrucu davutluk mu bilemiyorum ama kadınlar farklı yaratıklar, kafalarında her zaman bin farklı şey var, bunu kabul etmek lazım. CANAN da dört bin gözlü Şehretün’nar’ın hikayesini resmetmiş bize Araf’tan Cehennem’e geçerken. Birçok karmaşık duyguyu içinde barındıran, yaşanan her türlü acıya karşılık, duyguları dışarıya yansıtmayan kadınları düşünmüş sanatçı. Daha yeni okuduğum Salman Rushdie’nin son kitabı İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece‘de, Şehretün’nar gibi aşkla yanıp kavrulan, aşığına kızgınlık duyan cinler kraliçesi cinniye Dunia’nın hikayesine de bir selam oldu benim için bu resim. Bambaşka coğrafyalardaki iki bambaşka insanın, mitolojik bir hikayeden referans alıp farkında olmadan aynı dönemde bize benzer güçlü kadın hikayeleri anlatmaları çok hoş bir rastlantı bence.
“...Karanlık çökünce garip yaratıklar ortalığa dökülür ve çocukların yanlarına gelerek korkunç kahkahalarını atıp onları korkutmaktan zevk alırmış. Çocuklar birbirlerine tutunarak, ürpertiyle yollarını bulmaya çalışırken garip yaratıklar aralarından süzülüp rüzgarlarıyla yüzlerini yalarmış. En küçükleri olan bir kız çocuğu korkuyla en önde giderken annesinin söylediği bir sözü hatırlamış: “Cesaret korkuya rağmen ilerlemektir yavrum.” Küçük kız el yordamıyla elektrik düğmesini açtığında bütün garip yaratıkların uçuşup kaçtığını fark ederek uykusundan uyanmış...”
Baştan sırrını açığa çıkardım filmin sonuna geldiğimizde ise, Cehennem katında kapkaranlık bir odaya giriyorsunuz. Karanlıkta neon renklerde parlayan cinler ve ejderhalar, tepeden üstünüze üstünüze geliyorlar. Sonra birden pat! bir aydınlık oluyor ve o korkunç yaratıkların asılmış bezler, tüller üzerine işlenmiş desenler olduğunu anlıyorsunuz. Korkacak bir şey yok yani; küçük kız gibi, elinizi uzatın, elektriğin düğmesine basın ve bitsin o kafanızda yarattığınız cehennem. Zaten gerçek de değildi; uçuşan önemsiz tüllerdi...
Bazı sergiler vardır, tekniğe hayran olursunuz, bazı sergiler vardır sanatçının gösterdiği uğraşa, sarf ettiği emeğe hayran olursunuz, bazı sergiler yaşanılan dönem için dönüm noktalarındandır. Elbet, hepsinden biraz olur tüm sergilerde; ama benim için CANAN’ın sergisi, bu sergi izlenimden çok deneme gibi olan yazıdan da anlaşılacağı üzere, insana kendini çok doğru bir şekilde sorgulatan, tüm işlerin birbirini tamamladığı, masallarla insanı uyandıran bir sergi.
İşleri gezerken bu masalları dinlemek için sakın ola audio guide almayı unutmayın! Kaf Dağı’nın Ardında, 24 Aralık’a kadar Arter’de.
irmakozer.com Tarafından hazırlanmıştır.