İyilik yap denize at, tamam mı kızım?

Güncelleme Tarihi:

İyilik yap denize at, tamam mı kızım
Oluşturulma Tarihi: Mart 04, 2017 16:45

İyi huylu bir çocuk Leyla Olivia... Sanıyorum evin ahalisini, Selin’i, Charlie’yi (King Charles Cavalier), Ayhan Küçükpilavcı’yı (kızıla çalan dişi tekir) ve beni seviyor. Babası gibi misafirden çok hoşlanıyor. Ve umarım babası gibi; konuşmayı şehvetle sever ve sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için hiç kimseden hiçbir şey beklemeden yaşar ve doktor olur!.. Olmazsa da kendi bilir. Dünyanın hepimizin yüzüne gülen bir yer olması için gayret etsin, yeter.

Haberin Devamı

Elli yaşına merdiven dayamış, üç beş kuruş da biriktirmiş çoğu küçük burjuva gibi Ege kıyılarında -deniz görmese de olur- bahçeli bir ev planım vardı. Hâlâ da var! “Hayatı sadeleştirip, hızı düşürerek ‘kalan zamanı’ tamamlarım” diye düşünüyordum. Bu nedenle dört-beş yıldır, İzmir Karaburun ile Çanakkale Ayvacık arasındaki köylerin ‘ölmez ağacı’ bahçelerinde fır dönüp durdum. Öyle ki, kendi çapında bir arazi eksperi bile sayılabilirim artık. Lakin dört-beş yıl önce çok beğendiğim, iki yıl sonra birlikte olmaya başladığımda sevdiğim, severken de âşık olduğum ve aşk halimin devam ettiği kadınla evlenince tüm planlarım ‘revize olmak’ zorunda kaldı!.. Farkındayım, az önceki sıralama biraz tuhaf oldu! ‘Âşık olma’ ya da ‘tanışma’yla başlayıp ‘sevme’ ile tamamlanması gerekiyordu sürecin ama benimki böyle seyretti işte. Bu çetrefil konuyu mümkün olursa başka bir yazıya bırakalım!..

Haberin Devamı

İnsan karısına âşık olunca o zamana değin aklına gelmeyen, aklına gelse de bahsini açmaktan özenle kaçındığı, bahsi açılsa bile eyleme dökmeye kalkışmadığı işlere cesaret edebiliyor. Evliliğin sanırım ikinci ayındaydık, Selin’le ‘çocuk’ başlıklı bir konuşma yapmadık bile... Jenerik akmadan film başladı!..

TUT Kİ HEYECANLIYIM!

Başkalarını bilmem, herkesin tecrübesi kendine, şimdilerde ayıyorum ki benim için ‘babalık’ hadisesi bebek doğduğunda değil hamileliğin öğrenildiği ilk gün başlamış!.. Çünkü haberi açıkladığım arkadaşların istisnasız tamamı “Artık kadına iyi davran” diye başlayan cümleler kuruyordu. Önceleri, çevremde ‘iyi davranmayan’ ya da ‘doğru davranmama potansiyeli yüksek biri’ olarak tanındığımı düşündüm. Oysa ben kendimi hep ‘iyi olmaya çalışan’ biri olarak görürdüm. Olayın devamında anladım ki, konu sadece benimle ilgili değildi!

O dakikadan sonra nasihatlere uyup, munisleşmek için gözle görülür çaba sarf ettiysem de itiraf etmeliyim birkaç kez ciddi anlamda ‘lastik patlattım’. Hakikaten ‘zıvana’ ile ‘çıkış’ arasındaki o ince çizgiye birkaç kez gidip geldim. Ama sanırım kırdığım kalbi onarmak için doğru kelimeleri ve davranışı bulmakta çok da gecikmedim. Ki, düzenli kontrol altında olan doğum süreci sıhhatle yoluna devam etti...

Haberin Devamı

Süreç yolunda olmasına yolundaydı da 52’nci yaşını idrak etmiş bir baba adayı olarak insanı çileden çıkarak, o meşum soru her gün en az beş kez yanıtlanmayı bekliyordu; “HEYECANLI MISIN?”

Her defasında içsesim şuna benzer cümleler kurdu; “Yahu kardeşim hasta mısın? Niye heyecanlı olayım? Her şey doktor kontrolünde. Bir hamile olarak karım gayet sağlıklı. Tıbbın geldiği seviyeden eminim. Sorun çıkma ihtimali çok düşük. Şu an gezegende 7 milyardan fazla insan nefes alıp veriyor. Bizim çocuk da doğacak ve bu kalabalığa karışacak. Heyecanlı falan değilim. De ki böyle, sen duyunca ne olacak yani!..”

DÜNYANIN EN GÜZEL İKİNCİ YÜZÜ

Ancak ben bunları düşünürken dudaklarımdan her defasında aynı sözcükler döküldü: “Eh! Biraz heyecan var elbette!.. Çocuk bu, boru mu?” Yemin ediyorum kızım doğana dek zerre kadar heyecan duymadım. Doğacak diye sevinçliydim ama asla heyecanlı değildim.

Haberin Devamı

Epik duygulardan uzak, sakince bekliyordum ‘doğumhane’nin kapısında. “Heyecanlı olmadığım için kendimden şüphelenmeli miyim” düşünürken bizim küçük zeytinimiz, Leyla Olivia, başında iki muhafızıyla leğeni andıran dört tekerlekli tahtırevanı ile kapıdan çıktı. Yanına vardığımda dünyanın en güzel ikinci yüzüne bakıyordum. İlki hâlâ doğumhanedeydi.

BİLDİĞİNİZ KÜÇÜK İNSAN

Asansöre doğru giderken kulağına doğru eğilip usulca ilk öğüdümü -siz direktif olarak da kabul edebilirsiniz- verdim: “Kızım, doktor ol!..” Bu ‘doktor’ bahsi de uzun, bu da başka bir yazıya kalsın.

Leyla Olivia diğer bebeklerin de bulunduğu ‘yenidoğan ünitesi’ne alındığında, ‘akvaryum’un dışında torunlarını görmek için bekleşen ailemizin neredeyse tüm fertleri ağlamıyor ama gözyaşı döküyordu!.. Doğruya doğru, orada da gözüme tek damla yaş yürümedi... Bebeği, gözü yaşlı mutlu insanların bakışlarına emanet edip, hızla geri, doğumhanenin kapısına döndüm... Çıkar çıkmaz Selin’i görmek istiyordum.

Haberin Devamı

İlk günün şaşkınlığı ve yorgunluğunu atlatınca sokulmaya başladım kıza. Öyle çaresiz falan görünmüyordu. Bildiğiniz küçük bir insan. Hatta bizi yönetmeye niyetli bir edası bile var gibi geldi bana... Haklı olduğumu sonra daha iyi anladım! Yeğenim Doruk ve birçok arkadaşımın çocuklarının büyümesine şahitlik etmiş biri olarak hâlâ çok sakindim. Nasılsa büyüyecekti bizimki de onlar gibi...

Ben ne kadar sinir bozucu bir soğukkanlılık içindeysem emzirirken canı yanan, uykusuzluktan yorgun düşen Selin de bir o kadar mutlu görünüyordu. Sanırım meseleye bakışımı bebekten çok onun o ifadesi değiştirdi!.. Yine de kimilerinin tecrübe ettiği gibi hâlâ ‘koşarak eve giden’lerden değilim. Bende böyle şeyler olmuyor nedense, belki yaşım belki yaşadıklarımla ilgili bilemiyorum ama onu gördüğümde aynı Ay’daki bir başka bebeğin şaşkınlığındayım her defasında. İçinde gelecek korkusu olmayan, bugünün kıymetini bilen sevinçli, umutlu bir hal benimkisi...

Haberin Devamı

İyi ki uykuyla arası olmayan biriyim. Gece nöbetlerinde işim kolaylaştı bu nedenle ama bacak kadar çocuğun ilginç bir döngüsü de yok değil. Cuma, cumartesi gece yarısına doğru uyuyup, sahura denk gelen saatlerde bir ara öğünle sabahı bulan o küçük kız, pazar günü sabah karşı uyursa ne âlâ!.. Pazartesi sabahı gazeteleri okurken, ki işim gereği en yoğun okuma yapılması gereken gün, kafamın içinde arılar peteğe bal malzemesi çekmekle meşgul oluyorlar.

TEZAHÜRATTAN GÜZEL NİNNİ OLUYOR

Çocuk büyütenler, “Kokusu var ya, kokusu” derler... Ne yazık ki orada da zayıfım. Burnum koku alma konusunda da çok geri olduğundan ben de açığımı biraz şiddetli mıncıklamalarla kapatmaya uğraşıyorum...

Yedirmek, altını değiştirmek gibi zevkli işlerde her ne kadar ‘yancı’ pozisyonundaysam da uyutma konusunda elime su dökecek kimseyi tanımıyorum. Uyku için kucağımda gezdirirken çeşitli oynak türkülere yazdığım manasız sözlerden ya da Beşiktaş tribün tezahüratından uyarladığım klipleri izliyorum arada bir... Hakikaten hepsi deli saçması! Ama işe yaradıkları da muhakkak.

Hayatta çok şeye geç kalmış biri olarak bu huyum nedeniyle hiç hayıflanmadım.  Hatta bugün hayattaysam, Selin’in ve Leyla’nın yanındaysam o geç kalmalarımın yüzü suyu hürmetinedir diye düşünüyorum.

İyi huylu bir çocuk Leyla Olivia... Sanıyorum evin ahalisini, Selin’i, Charlie’yi (King Charles Cavalier), Ayhan Küçükpilavcı’yı (kızıla çalan dişi tekir) ve beni seviyor. Babası gibi misafirden çok hoşlanıyor. Ve umarım babası gibi; konuşmayı şehvetle sever ve sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için hiç kimseden hiçbir şey beklemeden yaşar ve doktor olur!.. Olmazsa da kendi bilir. Dünyanın hepimizin yüzüne gülen bir yer olması için gayret etsin, iyiliği yapıp denize atsın yeter, gerisini deniz halleder zaten...

VE ÖNEMLİ BİR SON NOT: Arkadaşlar, dostlar, akrabalar! Ne olur bebekleri birine benzetmekten vazgeçin. Aile içinde sıkıntıya neden oluyorsunuz. Kimse annesine, babasına ya da bir akrabasına benzemez, en çok andırır! Öyle olsa, dünya benzer insanlarla dolu bir yer olurdu. Biz zebra değiliz. Eminim, zebralar bile birbirine benzemiyordur!.. Özdemir Erdoğan Abimiz ne güzel söyler: “Doğanın kanunudur, herkes kendine benzer!” Hele ki babaya benzetme çabanızdan ısrarla vazgeçin ve şu alıntıyı aklınızda  tutun: “Benzerlik iddiaları, kendisine benzesin veya benzemesin, babaya çocuğun kendinden olduğunu telkin eder... Çocuğa babanın soyadını vermek adeta bilinçdışı bir mesajdır: “Hayatım, bu çocuk senin.” (Çocuk onun değilse bile. Hatta özellikle çocuk onun değilse). (Neden Güzel İnsanların Daha Ziyade Kızı Olur? / Alan S. Miller ve Satoshi Kanazawa / Paravan Yayınevi)

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!