Güncelleme Tarihi:
Kariyerinizde yeni bir çağ başlıyor: Altın Çağ. Büyük Taner Ceylan fotoğrafının dışında, sanki başka dünyadan, farklı yollardan gelmiş gibi...
Tamamen, kendi iç dünyamla alakalı bir çağ bu. Yıllarca meditasyon yaptım, ciddi okumalar yaptım. Hepsinde gelecek olan altın bir çağdan bahseder. Vaat edilen o dünyanın içindeyim aslında. Artık işlerime de yansıtmak, göstermek istedim. Bizi bekleyen güzel yılların resimleri bunlar.
İnanıyor musunuz?
Her zaman.
Tüm sanatçılar, yönetmenler politik iklimden ötürü ne kadar da karanlık bir dönemden geçtiğimizi söylemelerine rağmen...
Artık siyaseten doğru olmak istemiyorum. Güncel bir sanatçı olacağım diye güncel sanatın moda diye dayattıklarına düşmek istemiyorum. İsteyen “demode” desin, isteyen “Bu adam kafayı yemiş”... İklimden, dayatmalardan, akımlardan bağımsız bir şekilde içimi dışarı çıkarmak istiyorum.
Ülkenin ruh haline göre sanat yapmak dayatılan bir durum mu?
Kesinlikle ve ben bu düzenin içinde olmak istemiyorum.
Bir nevi kendi bayrağını çekip, kendi cumhuriyetini kurma coşkusu yani...
Kendim olmak istiyorum. Tarih, zamanın güncellendiğinden kopuk müthiş işler yapmış sanatçılarla dolu. Bulunduğu zamanla değil yaptığı işle anılıyor. Neden olmasın?
Son tablo ‘Ay Teni’ için “Böylesi yüksek titreşimli erotik bir sahne, klasik bir manzarada ilk kez resmediliyor” diyorsunuz...
Erotizm ve pornografi kokan tüm işler, benim ezikliğimin bir sonucu. Cinselliğimi, gençliğimden beri çok daha rahat yaşamış olsaydım bunu tuvalde yaşamaya çalışmayacaktım. Bu, bana tabu olarak dayatıldığı için ben de cinselliğimi sanatta yaşadım.
Muhafazakârlaşan toplum, sanatınızı etkiliyor olabilir mi?
90’larda İstanbul’da açtığım bir sergiyi bugün açamayabilirim. Entelektüel iklim, şu an sıfırın altında. Televizyonda hiçbir eleştirel komedi programı kalmadı. Bu da zihinsel kuraklığın en önemli kanıtı.
Peki, bu otosansürle nasıl başa çıkıyorsunuz?
Yaptığım işlerde bir değişiklik yok. Bünyem böyle işliyor. Sadece zamanla sergilememeye başlıyorsun.
Korkuyor musunuz?
Korktuğun an, yapamazsın, yaşayamazsın. Kabuğuna çeklip, serikanlılıkla devam edeceksin.
Ölüm tehditleri yine çıksa basar gider misiniz? Kalır kafa tutar mısınız?
Şu an için böyle bir durum yok. Olacağını da zannetmiyorum. Kimsenin damarına basmıyorum sonuçta. Bırakalım herkes kendi istediği gibi yaşasın.
OSMANLI'YLA BARIŞMAK
‘Kayıp Resimler Zamanı’nda uzun bir Osmanlı mesaisi harcadınız. ‘Yeni Türkiye’nin Osmanlı merakı, nasıl okunmalı?
Osmanlı’yla bir hesaplaşma dönemine girdik. Bu süreci de çok sağlıklı buluyorum. Cumhuriyet’in ilanından itibaren sanki bıçakla kesilmiş o derin bağ. Bir aşk nefret ilişkisine dönüştü zamanla. Osmanlı kültürünün ne kadar derin, felsefi ve rafine olduğunu tespih sanatından anlayabilirsin. Ömrü boyunca sadece bir kitapla uğraşan nakkaşlar var. Hatta ömrü yetmemiş, kitabı başka bir nakkaşa devretmiş. Topkapı Sarayı’na git, kahve fincanlarını incele. Ya da bir Osmanlı kaftanını ele al, o işçiliği hisset. Böyle bir zenginlik, kaba saba, asan kesen bir toplumdan çıkmış olamaz.
DERDİM ÇOK SATMAK, ÇOK KAZANMAK DEĞİL
‘Yaşayan en pahalı Türk ressamı’ olunca ne değişiyor?
Oralı olmadım. Üzerimde taşımadım o sıfatı. Zaten o paranın yüzde 30’u elime geçti.
Art Basel’e gidiyorsunuz, bir tablonun fiyatını soruyorsunuz. “6.5 milyon Euro ama üzgünüm, satıldı” cevabını alıyorsunuz. Ne demek bu? Ne anlamalıyız?
Şimdi senin önüne boş bir kâğıt ve bir kalem vereceğim. Ve diyeceğim ki sana: “Bana öyle bir şey çiz ki sana 10 bin dolar vereyim”
Ne yaptığımın önemi olacak mı?
Hayır olmayacak ama ben sana o parayı vermeye razı olacağım. Tüm hikâye bu işte
Peki, ben bunun değerini 10 bin dolardan 220 bin Pound’a nasıl çıkarabilirim?
Burada devreye sanat değil, ‘marketing’ giriyor. Adını marka haline getirmek, network ağını sağlam tutmak...
Siz, üretirken bu kıstasları da göz önünde bulunduruyor musunuz?
Bu hataya düşen çok sanatçı arkadaşım oldu. “Bu iş tuttu, burdan ekmek yerim” diyen çok. Ben de ‘Spiritual’ benzeri resimler yapabilirim. Millet kuyrukta. Ama derdim bu değil. 90’ıma geldiğimde de resim yaparak yaşamak istiyorum çünkü. Tutarlılığı elden düşürmemek. Asıl mesele bu.
ÜRETEN İNSAN ERKİN YANINDA YER ALMAZ. KURAL BU!
Gezi zamanı insanlar sanatçılara “Hadi çıkın bir şeyler söyleyin, harekete geçin” dedi. Çok normal. Üreten insan, erkin yanında yer almaz çünkü. Kural bu. Sanat, bağımsızdır, özgürdür, karşıdır, var olana alternatiftir. Siyasi iktidar cennet bile olsa, sanat bunun tam karşısında olmalıdır. Oy verdiğin parti iktidara gelse bile yanında olmaman lazım.
GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ OLMAYAN SANAT
Çağdaş sanat parodisine dönüşmüş bir yorum var: “Bunu ben de yaparım!” Haklı bir tepki mi?
Derslerde, öğrencilerime soyut çalışmalarla ilgili bir deneme yaptırmıştım. O “Bunu ben de yaparım” dediğiniz eserin, kim tarafından alınacağını, nasıl bir eve asılacağını hayal etmelerini istedim. Tablodaki renklerden, kıvrımlardan ilham alarak bir ev tasarladılar. Ve basit gözüken bir tablonun bile aslında ne kadar zengin, detaylı bir dünyayı temsil ettiğini görmüş oldular.